14-04-2025
İsmet Berkan

Hangi anne-baba bu diziye kayıtsız kalabilir ki…

Hangi anne-baba bu diziye kayıtsız kalabilir ki…

Kendim de her seferinde şaşırıyorum, işin kötüsü karşımdakiler de çok şaşırabiliyor: Olmadık zamanlarda gözlerin doluyor, ağlamanın kenarına geliyorum.

Bu bazen bir eski reklam filmini izlerken, bir başımayken oluyor, o zaman sorun yok. Bazen bir arkadaşıma onun hiç tanımadığım annesi veya babası için başsağlığı dilerken oluyor, kendim de şaşırıyorum, karşımdaki herhalde daha çok şaşırıyor.

Bilmiyorum doktora gitmeli, arka planda bir tıbbi sorun olup olmadığını öğrenmeli miyim; dediğim gibi son yıllarda kendimi sık sık, olur olmaz şeylere ağlarken buluyorum.

Ama televizyonda Adolescence dizisini izlerken öyle olmadı; dizinin pek çok yerinde gözlerim yine doldu ama iki sahnede sahiden hüngür hüngür ağladım.

Diziyi hala seyretmeyen kalmış mıdır bilmiyorum, hikaye 13 yaşında bir oğlan çocuğunun kendisiyle yaşıt bir kız çocuğunu vahşice öldürmesi hakkında.

Cinayetin bulmacalık bir tarafı yok; zaten ilk bölümde cinayet sahnesini seyrediyoruz.

Dizinin bir bölümünde çocuğun kendisini, geri kalan üç bölümde ise anne-babasını, ailesini, okul arkadaşlarını vs izliyoruz.

Hüngür hüngür ağlamama sebep olan ilk sahne ikinci bölümün finaliydi. Beni ağlatan da ekranda izlediklerim değil, arka plandaki müzikti. Sting’in ta 1987’deki albümünden gelen o nefis şarkısı Fragile (Kırılgan) bir çocuk korosu tarafından seslendirilmiş dizi için ve birdenbire inanılmaz kuvvetli bir şeye dönüşmüş.

Zaten şiddet ve hepimizin hayatının şiddet karşısında ne kadar kırılgan olduğunu anlatan bu şarkıyı Sting, Nikaragua’da gönüllü olarak yardım çalışmaları yapan Ben Linder isimli bir İngilizin ‘Contralar’ adı verilen sağcı gerillalar tarafından öldürülmesi sonrası yazmıştı.

Nakaratını hatırlatayım: “Yağmur yağacak/ Yıldızların gözyaşları gibi/ Yağmur söyleyecek/ Ne kadar kırılgan olduğumuzu.”

Gerçekten de öyle, Adolescence esasen ne kadar kırılgan, ne kadar çaresiz ve kontrol ettiğimizi sandığımız şeylerden ne kadar uzak olduğumuz hakkında.

Düşünün, aynı anne babanın iki çocuğu var. Biri sapasağlam, akıllı, olgun, düşünceli. Diğeri de akıllı ama sağlam değil, kırılgan. O katil oluyor, diğeri olmuyor.

Anne-baba da kendi kendilerine soruyor: Nerede yanlış yaptık? Neyi yapamadık?

Sonra siz seyirci olarak merak ediyorsunuz:

Kendi çocuklarımızın içinde büyüdüğü şartlarda iyi insan olup olmamasında bizim katkımız veya kontrolümüz ne kadar?

Çocuğumuz okulda zorbalığa uğradığında ona ne kadar yardım edebiliyoruz? Ya zorba bizzat bizim çocuğumuzsa biz ne yapıyoruz?

Çocuk hep masumiyetle özdeşleştirilen bir şey. Sayfaları henüz tertemiz bir defter gibi; siz anne baba olarak o sayfalara çocuğunuzun ne yazacağını belirliyorsunuz veya öyle sanıyorsunuz ama onun sizden neyi ne kadar aldığını hiçbir zaman bilemiyorsunuz, o sayfalara nelerin yazıldığını da her zaman bilmiyorsunuz.

Adolescence her bölümüyle ayrı çarpıyor insanı ama dördüncü ve son bölüm bittiğinde donup kalıyorsunuz. En azından ben öyle oldum. Ağlamaya başladım ve dakikalarca kendimi durduramadım.

Çocuğu tutuklu anne-baba olmak

Çocuğu tutuklu anne-baba olmak

Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması sonrası başlayan protestolarda hepsi de genç, 2000’den fazla insan gözaltına alındı, Türkiye’nin dört bir yanında toplam 316 kişi tutuklanıp hapse atıldı.

Bu kişilerin tamamı suçlandıkları yasa maddesinden ötürü hüküm giyseler bile aslında tek bir gün hapse girmeyeceklerdi. Ama bizim acımasız savcılarımız o gencecik kızları ve erkekleri peşinen cezalandırmak için hapse attı.

Kendinizi o çocukların değil, onların anne-babalarının yerine koyun.

Çocuğunuzun yanlış bir şey yaptığını düşünür müydünüz? Tutuklu çocukların anne babaları böyle düşünmüş müdür?

Kendime bu soruyu soruyorum, çünkü benim oğlum da o çocukların yaşında ve Türkiye’de olsaydı belki o da protestolara katılacak, belki o da tutuklanacaktı.

Hiçbir yanlış şey yaptığını düşünmüyorum o çocukların. Özellikle Saraçhane’de bir hafta boyunca yapılan protestoları dikkatle izledim, şiddeti uygulayanın gençler değil polisler olduğunu düşünüyorum.

Evet her gece gençler Bozdoğan Kemeri’nin tam altına kurulan polis barikatını zorladı, ama o barikat öyle zorlamayla yıkılacak bir barikat değildi. Polis sakin olsa tek kişinin burnu kanamazdı, tek kişiyi bırakın tutuklamayı gözaltına almak bile gerekmezdi.