22-04-2025
İsmet Berkan

Babamın oğlu değil, tanımam etmem ama Papa’nın ölümüne üzüldüm

Babamın oğlu değil, tanımam etmem ama Papa’nın ölümüne üzüldüm

Biz ‘Hıristiyanlık’ diyoruz, çünkü Hazreti İsa’ya Yunanca ‘Hristo’ deniyor. Benim gençliğimde tek tük “İsevilik” diyenler de vardı, artık sanırım hiç kalmadı. 

Hazreti İsa’ya İngilizce konuşanlar “Jesus Christ” diyor. Aslında gerek modern anlamda kullanılan ‘Jesus’ gerekse ‘Hristo-Christ’ isim değil, ikisi de sıfat.

‘Jesus’ kelimesi İbranice ‘Yehoshua’dan geliyor, “Kurtarıcı” anlamında. Kelime Yunancaya ‘Iesus’ olarak geçmiş, oradan da Latinceye ve bütün dillere. Bize de ‘İsa’ olarak gelmiş işte.

‘Hristo-Christ’ ise yine kökenini İbranicede buluyor, ‘Masiah’ kelimesinden geliyor, biz ‘Mesih’ diyoruz, aslında bir anlamda İsa ise eş anlamlı bir kelime, o da “kurtarıcı” demek. 

Bu artık isim yerine geçen sıfatların hepsinin kökeninin İbranice ve Hazreti İsa zamanında konuşulan dil olan Aramice olması tesadüf değil elbette.

Az konuşulan bir konu var, Hazreti İsa aslında “Hıristiyan” değildi; Yahudiydi. Yapmak istediği yeni bir din kurmak değil Yahudiliği düzeltmekti. Bunun için isyan ediyordu, bir başkaldırı hareketinin lideriydi aynı zamanda.

Dönemin Yahudi din adamları bu tehlikeyi bertaraf etmek için çok tanrılı dinlere inanan Romalı komutan Pontus Pilatus’a onu şikayet etti. İsa çarmıha gerilerek idam edildi.

Bugün bildiğimiz Hıristiyanlık dinini kuran insan Hazreti İsa değil, onun havarilerinden olan Aziz Pavlus’tu. Tam da bu sebeple, Vatikan’daki ana kilise onun adını taşır: Aziz Pavlus Kilisesi (Batı dillerinde Aziz Pavlus’un adı St. Paul’dür).

Gelmiş geçmiş bütün Papa’lar Hazreti İsa adına değil, Aziz Pavlus adına bu görevi yapar.

Dün sabah ölen Papa Latince Franciscus adını kullanıyordu. İstanbul’da ve İzmir’de “St. François” liseleri var, bu liseler de Papa’nın adını aldığı ünlü din insanı François’nın (Fransuva) adını taşır (Bir önceki müstafi Papa ‘Benedictus’ adını kullanıyordu, onun adına da bir okul var İstanbul’da St. Benoit).

Katolik kilisesi tarafından “aziz” ilan edilen Fraciscus kendi mezhebini, “Fransiskenler”i kuran isimdi. Bir çeşit halk kahramanıydı, çünkü Papalığın ve Katolik kilisesinin zenginleşmesine, halktan topladığı paralarla rahiplerin lüks bir hayat yaşamasına karşı çıkıyor, sade ve gösterişsiz bir hayatı, fakirlere ve muhtaçlara yardımı savunuyordu.

Tam da bu fikirlerinden ötürü yaşadığı zaman Papalık tarafından hiç sevilmediğini, tam tersine bir nevi “komünist” muamelesi gördüğünü bilelim. ‘Kör ölür badem gözlü olur’ misali, Papalık ona öldükten birkaç yıl sonra “aziz” mertebesi verdi.

Bugüne kadar gelmiş geçmiş hiçbir Papa’nın Franciscus adını almayı tercih etmemesi kadar dün sabah ölen Papa’nın bu ismi kullanması da aynı sebepten kaynaklanıyor: Aziz Francis’in hikayesinden, savunduklarından, kurduğu tarikatın özelliklerinden.

Katoliklik ve onun manevi liderlik makamı olan Papalık Avrupa kıtasını 1000 yıla yakın süre fiilen yönetmiş, bu sebeple güce, gündelik siyasete ve paraya çok fazla bulaşmış bir mezhep.

Bir güç paylaşımı anlaşmazlığı nedeniyle zaten ilk doktriner kavgayı çıkartıp Ortodokslukla ayrışmış ve “Katolik” olmuş. Çünkü Roma’daki Papa, diğer dört Papa ile (İstanbul, İskenderiye, Kudüs ve Antakya) eşit olmayı, üstelik İstanbul’daki Papa’nın “Eşitler arasında birinci” statüsünü kabul etmeyi reddetmiş.

Sonra tabii Avrupa’da Rönesans’la birlikte başlayan “dünyevileşme” dalgasına ağır ağır teslim olmak zorunda kalmış, bir zamanlar dünyayı yöneten kurum Vatikan’da minik bir toprak parçasına sığınıp sadece uhrevi konularla uğraşmakla yetinmeye zorlanmış.

Bu kavga veya yeniden dünyayı yönetme hevesi kilisenin içinde hep olmuş. Bir önceki Papa, tam da eski usul Hıristiyanlığın Papası idi; muhafazakar ve neredeyse aktivist bir dindar. O çeşitli yolsuzluk skandalları ve adıyla ilgili Nazilik iddiaları sonrası Papalık görevinden istifa edince bu kez kavganın öteki tarafını temsil eden ve dün sabah hayatını kaybeden Franciscus Papa oldu.

2000’li yıllar bütün dinler ve mezhepler için zorlayıcı rekabetin yaşandığı yıllar. Katolikler için de, diğer Hıristiyan mezhepleri için de, hatta İslam ve Yahudilik için de artık mesele dünyaya hakim olmak değil, yeni kuşaklara bir anlam ifade etmeye devam edebilmek.

Küçük görüyor olabiliriz ama bu yerleşik örgütlü dinlerin en büyük rakibi aslında inancın yok olması ve ateizmin yaygınlaşması değil rakip inançların yaygınlaşması. Bunlara ‘New Age İnanışlar’ adı veriliyor, Yoga’dan ‘Mindfullness’ adı verilen şeylere, fal ve sihirden evrene enerji yollamaya ve ‘Scientology’ye onlarca rakibi var örgütlü dinlerin.

Bakın bizim Diyanet İşleri Başkanımız bir yandan Yoga ile mücadele ediyor, bir yandan küçük çocukları camiye çekmenin yollarını bulmaya uğraşıyor. Yeni kuşakları ‘New Age’ inanışlara kaptırmak istemiyor çünkü.

İşte bu mücadele içinde bir önceki Papa Benedictus ile dün ölen Papa Franciscus’un bakış açıları arasındaki fark çok çarpıcı derecede büyüktü. Benedictus ne kadar seçkinci, bölücü ve ayrımcıydıysa Franciscus o kadar halk seviyesinde, o kadar birleştirici ve o kadar kucaklayıcıydı.

Ahlaki olarak “tarihin doğru tarafında” durmaya çok büyük önem veriyordu. Tam da bu sebeple göçmenleri, ezilen Filistinlileri, Ukraynalıları, fakirleri, uyuşturucu bağımlılarını savunuyordu. Kilisesini, Katolikler dışında kimsenin çok da umurunda olmayan kilisesini yeniden dünyanın dört bir yanında konuşulur hale getirmiş, Katolik olmayanların bile takdirini kazanır olmuştu.

Onun birleştiriciliği, kimseyi dışlamaması, hiçbir dünyevi iktidarın ve dünyevi heveslerin, hırsların karşısında eğilmeyip hep ahlaken daha yüksek bir seviyede kalmaya çalışması aslında bizim Diyanet İşleri Başkanımıza ve iktidarın yamacından ayrılamayan din insanlarımıza da örnek olmalı.

Geride önemli bir miras bıraktı; 2000 yıllık donmuş ve giderek anlamsızlaşmış bir kurumu aldı canlı ve genç bir kuruma dönüştürdü. Az iş değil yaptığı.

O yüzden bu sabah kendimi Franciscus’un ölümüne üzülürken bulduğumda hiç şaşırmadım. Farkında değiliz ama belki de ömrü hayatımızın en reformcu kişilerinden birini kaybettik dün sabah.

Trump küresel ekonomik krize neden olur mu?

Trump küresel ekonomik krize neden olur mu?

Galiba oluyor. Bakın, bütün yaptıklarından sonra bir de Amerikan Merkez Bankası’nın bağımsızlığına son verecek adımlar atmaya kalkışırsa dünyamız 2008’deki büyük finansal krizi aratır bir krize girebilir.

Bunun sebebini zaten haftalardır görüyoruz: Doların değer kaybı Trump iktidara geldiğinden beri yüzde 10’a dayanmış durumda. 

Amerikan para biriminin bu hızlı değer kaybı geçici mi kalıcı bir durum mu? Dolar uzun süre bu değer kaybında duracak, hatta kaybettiği değerini geri kazanamayacaksa dünyanın tamamına bu değer kaybını yaşatacak demektir.

Bu korku ve endişe bireylerden şirketlere ve hatta Merkez Bankalarına kadar hakim olduğunda şu an zaten var olan dolardan ve Amerikan varlıklarından kaçış eğilimi daha da hızlanabilir.

Bakın Amerikan Hazine bonolarının değeri düşmeye, faizleri artmaya devam ediyor. New York borsası düşmeye devam ediyor. Normalde bu ikisi bir arada olmaz. Borsa düşerse oradan çıkan para Hazine bonosuna kaçardı. Ama bugün öyle değil. Borsadan da, Hazine bonosundan da aynı anda para kaçıyor. 

Nereye gidiyor peki? Birazı altına gidiyor, o yüzden altın fiyatı yükseliyor. 

Peki kalanı? Kalan para evine dönüyor.

Dün haber vardı, Japonya’daki bankalar son bir hafta için 20 milyar dolarlık Amerikan Hazine bonosu satıp Yen’e dönmüş. Çin bankaları AB ülkelerinin Hazine bonolarını almaya başladı.

Amerika’ya daha çok sermaye çekmek için yola çıkan Trump tam tersi sonuca neden oldu, Amerika’dan ciddi bir sermaye çıkışı var.

Yarın Amerika’da emlak piyasasında büyük değer kayıpları yaşanması ihtimali belirdi; yabancılar artık Amerika’da gayrimenkul almamaya başladı, fiyatlar düşüyor.

Çok tehlikeli bir gidiş var. Bakalım nereye varacağız…