26-04-2025
İsmet Berkan

Acaba gerçekleri bilmemek, sansür altında yaşamak daha mı iyi?

Acaba gerçekleri bilmemek, sansür altında yaşamak daha mı iyi?

Tayyip Erdoğan ve Ak Parti’nin 23 yıllık iktidarının bize yaptığı bir sürü şey var elbette bunca zaman içinde ama bunlardan bir tanesi beni mesleğim nedeniyle yakından ilgilendiriyor. O da, bu iktidarın modern tarihte kendine “demokrasi” diyen ülkelerin hiçbirinde başarılamamış bir şeyi başarması ve enformasyon üzerinde mutlak bir hakimiyet kurması.

Biz basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü diye nutuklar atmayı ve sızlanmayı çok seviyoruz ama gözümüzün önünde koca bir medya endüstrisi yok oldu, buna ses fazla çıkartmıyoruz.

Bu endüstri sermayenin el değiştirmeye zorlanması ve “dost” olmayan sermayenin nefes alacak bir ekonomisinin kalmaması yoluyla yok edildi.

Bu yok edilişin sonucu şu: İktidar neyin haber olduğu nelerin ise olmadığı konusunda mutlak bir kontrole sahip artık. Haberler temelde üç ana kanaldan, devletin resmi haber ajansı AA, Demirören Grubunun haber ajansı DHA ve İhlas Grubunun haber ajansı İHA üzerinden yayılıyor (Bu üç ajansın rakibi iktidarın değil CHP muhalefetinin yanı başında yeşeren Anka haber ajansı).

Haber kurumları, bunlar arasında anlı şanlı gazeteler ve web siteleri de var, ekonomik olarak o kadar boğulmuş durumdalar ki muhabir çalıştıramıyorlar, çalıştırabilenler de minimum sayıda muhabirle iş görüyor.

Oysa bir örnek vereyim: Benim yönettiğim dönemde Radikal Türkiye’nin en geniş kadrolu gazetesi değildi ama yine de kendi muhabir ağı sayesinde haber ajanslarından çok az haber alarak yayınlardı. Günlük içerik üretiminin yüzde 70’ini kendisi kendi kadrolarıyla yapardı.

Aynı yıllarda Hürriyet, Sabah ve Milliyet gibi gazeteler Radikal’in üç katına varan kadrolarla çalışır, habercilik yapardı.

Bugün öyle değil. 10Haber sitesi dahil bütün web siteleri haber yayınlamak için bu üç haber ajansına muhtaç durumda. Onlar ise en tepeden kontrol ediliyor. Bu çapta bir enformasyon kontrolü Batıda hayal edilebilir bir şey değil.

İktidar sadece enformasyonu değil yorum ve görüşleri de büyük ölçüde sınırlıyor, hatta doğrudan kontrol ediyor. Muhalif olmayan TV’lerdeki konuşan kafalar doğrudan tek bir merkezden ismi onaylanan kişiler. Bunlar her gece ülke gündemi hakkında konuşup sözde yorum yapıyor. Ama unutmayın: Ülke gündemi onların konuştuğu konulardan ibaret değil.

Geçen gün bir arkadaşımla sohbet ediyorduk, bana “2001 ekonomik krizi sırasındaki medya ortamı bugün olsa ne olurdu, hiç düşündün mü” diye sordu. Arkadaşım gazeteci değil iktisatçıydı.

Hiç düşünmemiştim bu soruyu. Düşününce ürperdim doğrusu.

Bir örnek vereyim: 2001 krizi sırasında Ankara’da kül yutmaz gazeteciler vardı, mesela Erdal Sağlam, mesela geçen yıl kaybettiğimiz Bilal Çetin. Onlar Hazine’de ve Merkez Bankası’nda yaprak kıpırdasa haber yapan isimlerdi.

“Televole ekonomiciler” diye küçümseniyordu ama mesela Deniz Gökçe, Mahfi Eğilmez, Asaf Savaş Akat ve Ege Cansen son derece önemli bir görev yapıyor, vatandaşa sağlıklı ekonomi yorumu aktarıyorlardı.

Bir de bugüne bakın. Evet, sosyal medyada yazanlar ve bilgi aktaranlar var ama yaygın medya sanki ülkemiz 19 Marttan beri ciddi bir finansal çalkalanmanın içinde değilmiş gibi davranıyor.

Bakın, Merkez Bankası faizleri yükseltti, gecelik faizi yüzde 49’a kadar getirdi, görüyoruz ki bankaların fiili fonlaması da bu seviyelerden yapılıyor artık, ama buna rağmen piyasada dolar talebi sona ermiş değil. Daha perşembe günü yine yüklü bir dolar satışı yapmak zorunda kaldı Merkez Bankası.

Ama böyle bir şey olduğunu, Merkez Bankası’nın rezervlerinin erimeye devam ettiğini ve 19 Marttan bu yana yapılan satış miktarının 60 milyar dolara yaklaşmakta olduğunu şimdi benden okuyorsunuz.

Enformasyon kontrolü tam olarak bu. Bu bilgiye sahip değilsiniz.

Neden Türk milleti dolar almaya devam ediyor? Başlangıcı basit bir sebebe ve o sebep üzerine bina edilen yoruma dayanıyor: Bu iktidar Ekrem İmamoğlu’nu gözaltına alarak sürdürülemez bir yola girdi, dolayısıyla ekonomi üzerindeki kontrollerini de kaybedecekler, doların fiyatı artacak.

İktidarın her zaman bizim akıl yürüttüğümüz şekilde akıl yürütmediğini, onların mantığının başka türlü olduğunu biliyoruz ama İmamoğlu olayıyla bir çizgiyi geçtiler ve oradan geri dönüş yok. Dolayısıyla ister istemez, daha doğrusu onlar istemediği halde Türkiye erken seçim tüneline girdi. O seçim ne zaman olur bilemem ama seçimin 2028 Mayısında olmayacağını biliyorum.

Bu bilgi karartma, enformasyonu baskılama yöntemlerine rağmen, ortada haber veren ve ne olup bittiği konusunda vatandaşı bilgilendiren bir medya olmamasına rağmen bunlar yaşanıyor ülkemizde.

Bir de 2001 medya şartlarında olsaydık iktidar bugünkü gibi vurdumduymaz hareket etmeye, sanki ortada hiçbir şey yokmuş, memleket güllük gülistanlıkmış gibi davranmaya devam edebilir miydi?

Bana o soruyu soran iktisatçı arkadaşıma “Acaba gerçekleri bilmemek, sansür altında yaşamak daha mı iyi” diye ben sordum.

Hangisi daha iyi? Bilmek mi bilmemek mi?

Bu çağda “din alimi”nin görevi kahve köşesinde üfüren hoca mı olmaktır?

Bu çağda “din alimi”nin görevi kahve köşesinde üfüren hoca mı olmaktır?

Yıl 2025. Benim gözümde bu çağda “din alimi” olmak demek, felsefe ve ahlak konularında bir çeşit bilgelik seviyesinde olmak demek.

Yoksa din 1400 yıllık din. Onu iyi biliyor olmak bana göre “alim”lik değil; her iyi öğrenci bunu başarır.

Günümüzde din aliminden beklediğimiz o bilginin üzerine bina ettiği bilgelikle hepimizden daha yüksekte bir ahlaki noktadan seslenmesi, konuştuğu zaman bize kendi bilgeliğini göstermesi.

Ama bir de dönün Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş’a bakın. Dini bilgisini elbette sorgulayamam, ama dedim ya, dini bilmek din alimi olmak için gerek şart belki ama yeter şart değil.

Cami açılışına Adana’ya gitmiş. Hadi ona ses etmeyelim, ama cami kapısında sanki kahvede sohbet eden üfürükçü gibi veya YouTube’da binlercesi olan “hoca”lardan biri gibi bize dönüp Kuranı Kerimin hikmetlerini kanıtlamaya çalışmasına ne gerek var? Hem Diyanet İşleri Başkanısın hem koca din profesörüsün, Kuranı Kerimden şüphen mi var ki sürekli abdest tazelemek zorunda hissedip ‘Kuran mucizesi’ anlatmaya çalışıyorsun?

Üstelik söylediği de doğru değil. Çünkü yaptığı kıyas doğru değil. Lisede fizik dersinde duyduğu şeyi Ali Erbaş yanlış anladıysa bundan bize ne?

Kaldı ki lisede okuduğu ders kitabı yanlış bilgi içeriyor da olabilir, Allah kelamı değil ki değiştirirsin onu doğrusuyla olur biter.

Ben isterdim ki Diyanet İşleri Başkanı böyle biri olmasın, hem daha az konuşsun hem de konuştuğunda anlamlı bir şey söylesin.

Heyhat… Türkiye’de her şeyin kalitesi düşerken orada daha yüksek bir kalite beklemek bizim hatamız.