15-05-2025
İsmet Berkan

Mehmet Şimşek ve Tayyip Erdoğan’ın mahçup demokrasi vaatleri

Mehmet Şimşek ve Tayyip Erdoğan’ın mahçup demokrasi vaatleri

PKK’nın kendi kendini fesih ve silahlı mücadeleden vazgeçme kararı alması kararın hayata geçmesi halinde Türkiye açısından sahiden çok büyük imkânlar vaat ediyor.

Üstelik bu imkânlardan bazıları, ortada böyle bir ön şart ve pazarlıkta kurulmuş al-ver dengesi olmamasına rağmen, yapılan işin biraz da doğası gereği PKK’nın silahsızlanmasıyla bir biçimde eş zamanlı hayata geçmesi gereken şeyler.

Bu eş zamanlı olması gerekenlere biz genel kavram olarak “demokratikleşme adımları” diyoruz ama mesele sadece demokratikleşmeden, demokratik hakların genişlemesinden ibaret değil.

Kaçınılmaz biçimde hukuk reformu, yasalardaki terör ve terör örgütü üyeliğin tanımlarının, teröre yardım yataklık ve terör propagandası tanımlarının değişmesi gereken bir döneme giriyoruz.

Sadece yazılı hukuk da değil. Hukuk uygulamaları da PKK’nın silahsızlanmasıyla hemen eş zamanlı biçimde “normalleşmek” durumunda.

Bütün bunları yapmadan PKK’nın tek taraflı silahsızlanması da mümkün elbette ama bu adımları atmamak Türk-Kürt barışına, bunca yılın çekilen acılarını azaltmaya yaramaz; aksine gelecekteki yeni çatışmaların tohumlarını atar. 

O yüzden, eğer PKK sahiden önümüzdeki 2-3 ay içinde silahsızlanacaksa bu demokratik adımların da yıl sonuna kadar atılmaya başlanması ve devamının da geleceğine dair güven ortamının oluşması lazım.

Yoksa Türkiye eline geçen bu büyük fırsat penceresini kullanamaz.

Bunu kendi kendime söylemiyorum; aklı başında herkes PKK’nın silahsızlanmasının doğal uzantısının PKK’nın varlığı yüzünden kısıtlanan demokratik hakların geri gelmesi olduğunu söylüyor.

Bakın, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek Londra’da katıldığı bir panelde PKK’nın silah bırakacak olmasının ekonomik faydalarını sıralarken şunu da söylemiş: “Ayrıca Türkiye’nin demokratik yolculuğuna ve ülkemizin algısını iyileştirmeye yardımcı olacaktır.”

Sahiden de böyle.

O yüzden dün Cumhurbaşkanı ve Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin Meclis Grubuna hitaben yaptığı konuşmayı can kulağıyla dinledim. Çünkü Erdoğan pazartesi günü bu konuda ayrıntılı bir konuşma yapacağını söylemişti, işte o konuşma Erdoğan’ın dünkü konuşması olmalıydı.

Nitekim Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasının tamamına yakını esasen bu konuyla ilgiliydi. Erdoğan “Bölücü örgütün ‘kendini fesih ve silahları teslim’ kararı aldığını açıklamasıyla ‘Terörsüz Türkiye’ çabalarımızda yeni bir safhaya geçmiş bulunmaktayız. Bu safha birliğimizi, beraberliğimizi, kardeşliğimizi, dayanışmamızı, aynı ortak geleceğe doğru yürüyüşümüzü güçlendirme safhasıdır. Bu safha 86 milyonun arasına örülen terör duvarını kalıcı olarak ortadan kaldırma safhasıdır. Bu safha demokrasimizin serpilmesine ket vuran büyük bir engelden kurtulma safhasıdır” dedi.

Yani demokrasimiz önündeki PKK engelinden kurtuluyordu.

Erdoğan konuşmasında birkaç paragraf sonra bir de şunu söyledi: “Örgüt kendi üzerine düşenleri yerine getirdiğinde artık kalan hususları konuşmak, görüşmek, ilerletmek siyasetin işi haline gelecektir. Dolayısıyla herkesi uçup kaçmadan, sağduyuyu elden bırakmadan, iyimser, ümitvar ama itidalli bir şekilde gelişmeleri takibe davet ediyoruz.”

Bunlar birer vaat midir? Hem evet hem hayır.

Erdoğan kendisi de söylüyor, ne erken sevinmek ne de ümitsiz olmak lazım. Ümitli ama itidalli bir bekleyiş gerekiyor.

Biz de bekleyelim.

Suriye’nin iki garantörü: Türkiye ve Suudi Arabistan

Suriye’nin iki garantörü: Türkiye ve Suudi Arabistan

Sadece Türkiye’nin laikleri, Ahmet Şara’dan hala onun savaş ismi olan ‘Colani’ diye söz eden ve her fırsatta onun radikal islamcı HTŞ’nin lideri olduğunu hatırlatanlar değil, bütün batı dünyası Suriye’deki yeni rejimden endişeliydi. Hala da endişeli. Bu ülkede yaşanan hiçbir şeyde şüphe payı Ahmet Şara ve rejimi lehine değerlendirilmiyor, ne kötülük yaşansa onlardan biliniyor.

Ama şans bu ya, Ahmet Şara ve ekibi Aralık 2024’ten beri bu anlamda Batıya yeterince güvence vermeyi başarmış gibi duruyor. Elbette daha imtihanları bitmedi ama Suriye’de hemen sıfır noktasından devralıp yeni bir devleti çok da fazla iç çatışma yaşamadan kurmayı başarma yolunda ilerliyorlar. Önlerinde çok büyük engeller var, işleri hiç kolay değil. Ama bugüne kadar gördüklerimiz onların bir şansı hak ettiğini düşündürüyor.

Birinci günden itibaren Ahmet Şara yönetiminin yanında iki büyük güç var: Türkiye ve Suudi Arabistan.

Esad’a karşı son askeri harekatı kuzeyden Türkiye destekli HTŞ başlattı ama Şam’a güneyden harekete geçen Suudi Arabistan destekli gruplar girdi, unutmayın.

Daha önce bunu bizim Kurtuluş Savaşımız ve Atatürk bağlamında yazmıştım: Fransa ve İngiltere gibi güçler Atatürk’ün Türkiye’yi yönetecek yeteneğe ve kadroya sahip olduğunu gözleriyle görmemiş olsalar Kurtuluş Savaşı başarılamazdı. Bu konuda önce Fransa yanaştı Atatürk’e, Ankara Anlaşmasını yaptı, İngiltere neden sonra, ancak İzmir kurtarılınca trene bindi.

Bugün de Batı aslında Ahmet Şara’nın yönetebilir olup olmadığını görmek istiyor ve Türkiye ile Suudi Arabistan Batıya “Bir şans verin bu adam başarabilir” diyorlar.

Trump başından beri bu konuda garanti istedi. Kaç kere “Suriye’nin sahibi artık Türkiye” dedi, Tayyip Erdoğan’ı övdü. Söylemek istediği Tayyip Erdoğan’ın Ahmet Şara’ya kefil olmasıydı. Dün bu kefalet verildi. Sadece Tayyip Erdoğan değil Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed de verdi kefaleti.

Ve Suriye dün itibariyle çok önemli bir aşamayı geride bıraktı.