17-05-2025
İsmet Berkan

Bugün 60. gün: İmamoğlu iddianamesi nerede?

Bugün 60. gün: İmamoğlu iddianamesi nerede?

Bugün Ekrem İmamoğlu’nun özgürlüğünün kısıtlanışının tam 60. günü. 19 Mart sabahı şafak vakti gözaltına alınan, dört gün İstanbul Emniyeti’nde tutulan İmamoğlu 23 Mart gününden beri de Silivri Cezaevinde.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın İmamoğlu’nun tutuklandığı soruşturma dosyasını ne zaman açtığını bilmiyoruz. 19 Mart günü savcılığın yaptığı basın açıklamasında kendinden çok emin bazı cümleler ve son derece net suçlamalar vardı. Örneğin savcılık “İmamoğlu suç örgütü”nden söz ediyordu, Ekrem İmamoğlu’nu da “su örgütü yöneticisi” olarak niteliyordu.

Bütün bu cümleleri okuyan da savcılığın gözaltı kararı vermeden önce hayli gelişmiş ve delillendirilmiş bir soruşturma dosyasına sahip olduğunu sanabilirdi.

Ama şimdi aradan 60 gün geçti ve İmamoğlu ile arkadaşları hala aslında neyle suçlandıklarını bilmiyor. Esasen resmen suçlanmadılar bile. Çünkü savcılık hala haklarında iddianame düzenlemiş, dava açmış değil.

Adalet Bakanlığı’nın yayınladığı istatistiklere göre ülkemizde 2024 yılında Cumhuriyet Başsavcılıklarında ortalama soruşturma süresi 154 günmüş. 

Biz İmamoğlu dosyasının tam ne zaman açıldığını bilmiyoruz, bir iddiaya göre bu dosya 2023 yılında, CHP Kurultay’ından hemen önce savcılığa bazı CHP’liler tarafından ulaştırılan belgelerle başlatılmış. Eğer bu iddia doğruysa daha şimdiden 154 günü kat be kat aşan bir soruşturma süresinden söz ediyoruz.

Yani savcılık belki bir yılı aşkın süredir çalışıyor, suçu “örgütlü suç” olarak tanımladıkları için belli ki telefon dinlemeleri yapıyor uzun süredir.

Bu kadar çok çalışmanın sonunda bir şafak operasyonu yapılınca ne beklersiniz?

Savcılık ifadeleri alacak ve ardından iddianamesini tamamlayıp hemen davasını açacak. Öyle ya, aylardır, belki bir yıldır delil topluyordu savcılık.

Ama hayır, öyle olmadı. Savcılık hala delil bulmaya çalışıyor; hatta soruşturmada tutukladığı kimi isimleri itirafçı yapmaya uğraşıyor.

Bu durumda savcılığın iddianameyi yazma aşamasına bile gelmediğini söylemek çok yanlış olmaz herhalde.

Oysa meşhur sözdür, “Geciken adalet adalet değildir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin uzun yargılama süresinin kendisinin başlı başına bir insan hakkı ihlali olduğuna dair çok sayıda kararı var.

Uzun soruşturma süresinin, şüphelinin bu sürenin tamamına yakınını tutuklu olarak geçirmesinin kendisi de esasen başlı başına bir insan hakkı ihlali. 

Hakkında verilebilecek en ağır tedbir kararı uygulanan ve tutuklanıp cezaevine gönderilen herkesin en temel hakkı neyle suçlandığını bilmek ve hakim karşısına çıkıp kendini savunmak. 

Oysa İmamoğlu ve onunla birlikte tutuklanan diğer kişiler hala neyle suçlandıklarını bilmiyor; çünkü resmen suçlanmadılar. Resmen suçlanmadıkları için de hakim karşısına çıkıp kendilerini savunamıyorlar.

İmamoğlu vakasında tutuklamanın ne ölçüde gerekli bir tedbir olduğu da son derece tartışmalı.

Çünkü suçlamaların tamamı yolsuzluk, rüşvet vs iddialarıyla ilgili ve bu suçlamalar olsa olsa iki türlü delillendirilebilir: Ya birileri ifade verir ve rüşveti, yolsuzluğu birinci ağızdan anlatır ya da zaten bunların maddi kayıtları vardır, onlar ortaya çıkarılır.

Tutuklama şüphelinin henüz toplanmamış delilleri karartma ihtimali ve kaçma şüphesine karşı alınan bir tedbir. İmamoğlu’nun bir kaçma şüphesinden söz etmek herhalde mümkün olamaz, karartılacak delil ise ne olabilir bu saatten sonra? 

Ama görüyoruz ki mahkemelerin onu salıverme ihtimali en azından şimdilik yok. İşte dün aylık tutuklama değerlendirmesi yapıldı ve İmamoğlu’nun tutukluluğuna devam kararı çıktı bile. Bu demektir ki savcılık fikir değiştirmedikçe en azından bir ay daha tutuklu kalacak İmamoğlu.

Bu kadar uzun süre hakkında dava açılmadan tutuklu kalmak sadece İmamoğlu’nun temek haklarını ihlal etmek anlamına gelmiyor; toplum olarak hepimiz de bu çeşit hak ihlallerini sıradan ve olağan şeyler gibi görmeye başlıyoruz.

Geçmişte Tayyip Erdoğan’ın kendisi dahil binlerce belediye başkanının benzer şeylerle suçlandığını ama içlerinden pek azının tutuklandığını söylemek de çok anlamlı değil artık. Çünkü bugünkü uygulama, işin arka planında bize söylenmeyen, açıkça ilan edilmeyen bir başka hedefin var olduğunu ima ediyor; İmamoğlu’nun sokakta dolaşması, insanlarla temas etmesi istenmiyor.

Ve bizden bu duruma da alışmamız, böyle şeylerin olabilirliğini zımnen kabul etmemiz, yaşananları sıradan ve olağan kabul etmemiz isteniyor.

Oysa hiçbir şey olağan değil.

Putin’in ‘gambit’i tutmadı mı?

Putin’in ‘gambit’i tutmadı mı?

Başlıktaki ‘gambit’ kelimesi bir satranç terimi. Ansiklopedilerdeki tanımı şöyle: “Gambit bir satranç oyuncusunun daha iyi bir konuma ulaşmak için bir veya birkaç taşı feda ettiği açılıştır.”

Esasen gambitin illa oyun açılışında yapılması da gerekmez; oyun içinde de çeşitli fedalar yapılarak daha büyük bir kazanç beklentisi hayata geçirilmek istenir.

Vladimir Putin için Ukrayna ile barış görüşmelerine oturmayı önermek bir gambitti; çünkü Putin esasen barış masasına oturmanın bile Ukrayna’ya ve onu destekleyen Avrupa’ya bir taviz olduğunu düşünüyordu. Ama bu tavizi verdi, çünkü orta uzun vadede kendisini kazançlı çıkaracak bir pozisyon elde etmek istiyordu.

Peki edebildi mi? 

Batı gazeteleri bugün bu soruya yanıt arayan yazılar ve haber-analizlerle dolu. Hemen hepsi İstanbul’a çok alt düzeyde bir heyet yollayan ve bırakın barışı ateşkesten bile uzak duran Putin’in kazanmadığı, aksine kaybettiği iddiasında.

Çünkü artık oyun stratejik olarak biçim değiştirdi. Ukrayna’da savaşı kazanma oyunu olmaktan çıkıp Amerika’nın dostluğunu ve ilgisini kazanma oyununa dönüştü ve ilginç biçimde bir kazan-kazan oyunu değil; bir taraf Amerika’nın ilgisini ve dostluğunu kazanırsa diğer taraf kaybetmiş olacak bu oyunda.

Putin gambitini bu yüzden yaptı, ama karşısındaki oyuncu olan Volodimir Zelenski de aynı gambiti yapıp teklifi kabul edince Putin hamlesinden pişman oldu. Bu pişmanlık yüzünden İstanbul’a gerçekte hiçbir şeye yetkisi olmayan bir heyeti yolladı, bu pişmanlık yüzünden müzakereye diplomatların “non-starter” dedikleri bir dizi taleple başladı.

İstanbul’da bir barış elde etme şansı vardı, bu şans heba edildi.

Savaşın devam etmesi elbette Ukrayna ve Batı Avrupa için yıkıcı. Ama savaşın Rusya’ya da büyük bir maliyeti var.