21-05-2025
İsmet Berkan

Tunceli Valisi neyin farkında değil?

Tunceli Valisi neyin farkında değil?

Elbette yargı, adalet sistemi matematik gibi çalışmaz; bazen aynı konuda ve birbirine yakın zamanlarda verdiği kararlarda bile ciddi farklar olabilir.

Tam da bu sebeple yüksek yargı vardır, Yargıtay bitmek tükenmek bilmez bir çabayla kararları yeknesaklaştırmaya, hukukun Türkiye’nin her yerinde aynı uygulanmasını sağlamaya çalışır.

Ama hepimiz biliyoruz, bazı suçlar adeta “keyfe keder”dir.

Ne demek mi ‘keyfe keder suç?’ Anlatmaya çalışayım…

90’lı yıllardan bir hatıra:

Ben o zaman YeniYüzyıl gazetesinde sorumlu yazı işleri müdürü olarak çalışıyordum. Der Spiegel dergisindeki bir makalenin çevirisini yayınlandık, Türkiye hakkında bu bir hayli eleştirel makaleden ötürü YeniYüzyıl’a soruşturma bile açılmadı ama aynı makaleyi bizden doğrudan kopya çeken bir aylık sol derginin yazı işleri müdürü tutuklandı.

Savcılar yazıyı görmediği için bize dava açmamış değildi; suç olduğunu düşündükleri şeyi kimin işlediğine bakıyorlardı. İfade özgürlüğü böyle sana bana varken başkalarına aynı hak tanınmayabiliyordu. Oysa o yazıyı yayınlamak hiçbir biçimde suç olamazdı.

Buna ben ta o zamanlar “Yargıda seçicilik” adını taktım.

Bizim terörle mücadele konusunda iki ayrı kanunumuz var. Biri bu konudaki özel kanun olan Terörle Mücadele yasası. Diğeri ise Türk Ceza Kanunu’nun koca bir bölümü. Kabaca iki kanun da aynı şeyleri söylüyor. Neden iki kanun var peki? Aslında hukukta yeknesaklık açısından Terörle Mücadele Kanunu aynen TCK içine taşındığı için TMK’nın çoktan yürürlükten kaldırılması gerekiyordu ama kaldırılmadı, çünkü kaldırılsa TMK’dan mahkum edilenler de hapisten çıkabilirdi. Aradan 20 yıl geçti, TMK hala yürürlükte.

Bu kanunlarda “terör örgütü propagandasını yapmak” diye bir suç var. Benim gibiler açısından bir süreden beri en kritik suç bu; çünkü yazdığımız, çizdiğimiz şeyler propaganda diye yorumlanabiliyor ve kendimizi mahkemede, hatta hapishanede bulabiliyoruz.

Kürt siyasi hareketinin gazetesi Özgür Gündem’e sembolik olarak bir günlüğüne dayanışma için genel yayın müdürlüğü yapan nice arkadaşımız yargılandı, bazıları beraat etti ama mahkum olanlar da oldu. Yargıda seçicilik hiç bitmez bizim ülkemizde.

Bu terör propagandası maddesinin uygulaması devirden devire değişir; biraz ülkedeki genel siyasi havayı yansıtır bu maddenin uygulanma biçimi.

Çok uygulanıyorsa bilin ki güvenlik devleti yükselmiştir, Kürtlerin ve Kürt haklarını savunanların başına demir yumruk inmektedir. Bu ülkede Kürtlerin geleneksel renklerinden oluşan bir kaşkolu var diye bir üniversite öğrencisi hapse atıldı. Propaganda suçu bu kadar genişleyebildi.

Sonra ansızın bu suça ilişkin uygulama gevşer, Abdullah Öcalan posterlerine, Kürtlerin geleneksel renklerini kullanan kıyafet ve aksesuarlara dava açılmaz olur. O zaman bilin ki Türkiye Avrupa’ya yanaşmak istemektedir. PKK ile adı konmuş konmamış bir pazarlık içindedir.

Şimdi PKK kendini feshedeceğini ve silahlı mücadeleyi bırakacağını duyurduğu açıklamasında herkesin yıllardır bildiği bir gerçeği nihayet kabul etti; örgütün üst düzey elemanları Ali Haydar Kaytan ve Rıza Altun ölmüştü.

Tunceli’de birileri ikisi de Alevi Kürt olan bu PKK yöneticileri için sanki öldüklerini yeni duymuş gibi bir anma toplantısı yapmaya karar verdi.

Terör propagandası suçunun geniş yorumlanıp insanların kafasına yumruk gibi indiği günler devam mı ediyor, yoksa bitti mi? Tunceli’nin ülkücü tarzı bir bıyığı da olan Valisi Bülent Tekbıyıkoğlu kendine bu soruyu sordu.

Düşünün sadece İstanbul’un değil kıta Avrupası’nın en yüksek nüfuslu ilçesi olan Esenyurt’un seçilmiş belediye başkanı seçimde siyasi ittifak yaptı diye hapiste ülkemizde. Vali de bunu biliyor. Kendisi zaten sadece vali değil; Tunceli’nin seçilmiş belediye başkanının yerine atanmış bir kayyum olduğu için uygulamanın bütün sertliğiyle devam ettiğini de gayet iyi biliyor.

O yüzden anma toplantısına izin vermemek istedi. Ama toplantıyı düzenleyenler Ankara üzerinden baskı yaptı, İçişleri Bakanlığı iddiaya göre validen toplantıya izin vermesini ve müdahale etmemesini istedi.

Valinin emrindeki polisler toplantıyı izledi ama toplantıda Öcalan posterlerinin açılmasına, Öcalan lehine sloganlar atılmasına karışmadılar.

Suç mu bunları yapmak? Hayır değil aslında. Ama diyorum ya, terör propagandası suçu yorumlanmaya muhtaç bir suç ve epey bir süreden beri de bir hayli geniş yorumlanıyor, her şey bu suçun kapsamına alınabiliyor. Valimiz de toplantıda terör propagandası yapıldığını, yani suç işlendiğini ama kendisine bu suça göz yumması için baskı yapıldığını düşünüyor.

Oysa rahat olsa, ortada bir suç olmadığını, ifade özgürlüğünün olduğu ülkelerde böyle şeylerin hoşa gitmese bile katlanılması gereken cilveler olduğunu bilecek.

Vali rahatsızlığını gizlemiyor, sorunu içine atmıyor, hem kendisine emredileni devlet terbiyesiyle yerine getiriyor hem de dilekçe yazıp valilik görevinden affını istiyor.

Ankara da bir dakika sektirmeden onu görevinden affediyor, merkeze çekiyor.

Vali Türkiye’de değişmekte olan havayı yeterince iyi koklayamamış veya aldığı koku hoşuna gitmemiş olmalı.

Bir yakın dostum neredeyse her sabah yaptığımız telefon konuşmalarında bugünlerde hep aynı soruyu soruyor, cevabı olmadığını, cevabın mantıkla verilemeyeceğini bildiği halde:

“Abdullah Öcalan’la görüşülen, PKK’nın mesajlarının TV’de tartışıldığı bir ülkede Ahmet Özer, Resul Emre Şahan gibi isimler nasıl oluyor da tutuklanıyor?”

Hala Türkiye’de hukuk matematik gibi işler, 2+2 ülkenin her yerinde 4 eder sanıyor.

Hayır, bazı yerlerde 3 ediyor, bazı yerlerde 5.

Tunceli Valisi yaşayarak tecrübe etti bunu.

Suriye’deki kritik eşik

Suriye’deki kritik eşik

Dünya para üzerinde dönüyor. Suriye’de Esad rejimi askerlerine ve memurlarına maaşlarını ödemeye devam edebiliyor olsaydı devrilmemiş olurdu. Ama ödeyemedi.

Oysa ödeyebilmek için koca ülkeyi kaptagon imalathanesine çevirmiş, kokainden tutun ecstasy’ye kadar her türlü uyarıcı maddenin kaçakçılığının başlıca merkezi haline getirmişlerdi (Bakın Mersin limanında uyuşturucu yakalanmaya devam ediyor mu? Müşteri ortadan kaybolunca uyuşturucu da yok oluverdi. Kendine muhtemelen Ortadoğu’ya ulaşacak yeni rota arıyor uyuşturucu tacirleri).

Şimdi gelen Ahmet Şara rejimi de para sıkıntısında. Hem kendi askerlerine, onlarca farklı silahlı gruba para dağıtması lazım, hem eski rejimin memurlarına, zaten memnuniyetsiz olan Nusayrilere, Amerikan yardımı kesildi diye eli tetiğe giden Kürtlere maaş şeklinde para vermesi lazım. Bu para Katar’dan ve Suudi Arabistan’dan gelecek ama gelemiyor. Çünkü ortada bir bankacılık sistemi yok. ABD ve AB’nin yaptırımları paranın gelmesine engel.

Yeni rejimi ayakta tutacak, sıfır noktasına gerilemiş olan yurt içi ekonomiyi başlatacak işlerin yapılması, yıkılan binaların yeniden yapılması, yeni yatırımların ülkeye gelmesi gerek.

Bütün bunlar için Türkiye ve Suudi Arabistan sayesinde çok kritik bir eşikten dün itibariyle geçti Suriye. Yaptırımlar kaldırıldı.

Suriyeliler boşu boşuna sokaklarda sevinç gösterileri yapmıyor, bunun ülkeleri için ne kadar önemli olduğunun farkındalar.

Amerikan Dışişleri Bakanı Marco Rubio, Suriye’nin durumunu dün Senato’da çok çarpıcı anlattı, “Açıkçası, [Suriye’de] geçiş hükümetinin karşı karşıya olduğu zorluklar göz önüne alındığında, potansiyel bir çöküşe ve muazzam boyutlarda topyekun bir iç savaşa, yani ülkenin bölünmesine birkaç ay değil, belki birkaç hafta uzakta olduğunu değerlendiriyoruz” dedi.

Yaptırımları kaldırmakla garantili bir sonuç da vaat etmiyor Rubio, “Onlarla etkileşim içinde olmamız işe yarayabilir, yaramayabilir de. Eğer olmazsak işe yaramayacağı kesin” diyor. Yani yaptırımlar kalkmazsa iç savaş kesin, kalkınca bir ihtimal Suriye kurtulabilir.

Çok dikkatle izlemekte fayda var; dünya çapında çok yeni bir tecrübe yaşanıyor bu ülkede.

Bakın, Irak’ta 2003 yılında yıkılan devlet bugün hala tam olarak geri gelebilmiş değil. Suriye’de o yüzden farklı bir yol izleniyor.