26-05-2025
İsmet Berkan

Hayır, Trump ve Amerika solcu ya da anti emperyalist olmadı

Hayır, Trump ve Amerika solcu ya da anti emperyalist olmadı

Amerikan Başkanı Donald Trump 13 Mayıs günü Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da Suud ve Amerikalı iş insanlarına hitaben konuşurken “Amerika’nın size nasıl yalamanız gerektiği hakkında ders verme dönemi sona erdi” dedi; salon bir anda ayağa fırladı ve alkışlamaya başladı.

Trump orada da durmadı, kendi ülkesini de eleştirerek “Nihayetinde sözde ulus kurucular kurmayı başardıklarından çok daha fazlasını mahvetti. Bu başkalarının işlerine müdahale etmeyi iş edinenler (Trump ‘interventionalists’ kelimesini kullanıyor) hiçbir parçasını anlamadıkları karmaşık toplumlara müdahale etti. Bundan sonra kendi kaderinizi kendiniz, kendi yöntemlerinizle çizeceksiniz” de dedi.

Trump’ın konuşması dakikalarca ayakta alkışlandı; konuşma Arap sosyal medyasının gün boyu en çok tartıştığı şey oldu. Hemen ertesi gün The New York Times çok sayıda Arap akademisyenle ve sıradan insanla konuşup Trump’ın sözlerini insanların nasıl değerlendirdiğini anlatan bir haber yayınladı.

Haberde dinleyenlerin Trump’a çok inanmadığı görülüyordu. Nitekim gazetede haberin altına yazılan yorumlarda da bu inanmazlık baskın eğilimdi; sadece Araplar değil liberal Amerikalılar da Trump’ın sözlerine inanmamıştı.

Dün akşam Ankara’daki Amerikan Büyükelçisi Tom Barrack bu kez yazılı bir açıklama yaptı, Amerikan Başkanı’nın sözlerini de hatırlatıp söylenenleri bir adım ileri taşıdı: “Batı bir asır önce haritalar, manda yönetimleri, çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot Suriye’yi ve daha geniş bir bölgeyi barış için değil emperyal kazanç için böldü. Bu hata nesillere mal oldu. Bunu bir daha yapmayacağız. Batı müdahalesi dönemi sona ermiştir.”

Gerek Trump’ın ve gerekse yakın dostu olarak Ankara’ya Büyükelçi atadığı Barrack’ın sözleri Türkiye’de de Arap dünyasında da duymaya çok alışık olduğumuz sol milliyetçi ve İslamcı jargondan çok da farklı değil açıkçası.

Peki ne oldu, Trump ansızın solcu ve anti-emperyalist mi oldu?

Bu sorunun cevabını tartışmazdan önce bir şey hatırlatmak istiyorum: “Emperyalizm” kelimesinin biz Türkiye’de yaşayanlara ifade ettiği anlamla Amerikalılara ifade ettiği aynı olmayabilir.

Başkan Roosevelt 2. Dünya Savaşı sırasında İngiltere Başbakanı Winston Churchill’e aynı şeyi açık açık söylemişti: “Emperyalizm bitti.”

Kastettiği Büyük Britanya’nın kolonileri ve sömürgeleriydi. Amerika, İngiltere onları geri kazansın diye savaşa girmemişti.

Ama bizim gözümüzde Amerika da bir “emperyalist güç”tür; gücünü kullanarak kendi lehine ticaret anlaşmaları yapar; kendi liberal demokratik ahlakını dünyanın geri kalanına dayatır.

Trump ve Tom Barrack ABD’nin güç kullanarak kendi lehine ticaret anlaşmaları yapmasından söz etmiyorlar ama Amerika’nın kendi liberal ahlakını dünyaya dayatmasını açık açık eleştiriyor, eleştirmek ne kelime hem telin ediyor hem de “O devir bitti” diyorlar.

Şimdi sorumuza geri dönelim: Peki ne oldu, Trump ansızın solcu ve anti-emperyalist mi oldu?

Hayır, olmadı. Ortadoğu’da Araplara “Nasıl yaşayacağınıza karışmayacağız” diyen Trump Grönlandlılardan ve Kanadalılardan aynı şeyi esirgiyor örneğin. Her iki ülkeyi de Amerikan toprağı yapmak istiyor.

Veya Amerikan Başkan Yardımcısı JD Vance tam da Almanya’daki seçimden önce bu ülkenin aşırı sağcı partisi AfD ile görüştüğünde “Biz Almanya’ya karışmayız” demiyor, aksine Almanya için doğru siyasi tercihin AfD olduğunu söylüyordu.

Trump’ın bu yaptığına Amerika’da “gerçekçilik” adı veriliyor, “gerçekçi dış politika”dan söz ediliyor (Bu konuda üç ay kadar önce 10Haber’de “Trump’a bir de böyle bakın: Dış politikası belki kaba saba ama gerçekçi” başlığıyla yayınladığımız bir New York Times haber analizini herkese tavsiye ederim).

Tam ne demek istediğimi anlatabilmek için bir kez daha tarihte geri döneceğim. 1. Dünya Savaşı sırasında Amerika’nın Başkanı Woodrow Wilson’du. Quaker mezhebi mensubu inançlı biri olan Wilson mezhebinin kendisine emrettiği gibi savaş karşıtı bir pasifistti.

Ülkesinin 1. Dünya Savaşı’na girmesine sonuna kadar engel oldu ama bir noktada kişisel inancıyla ülkesinin çıkarı arasında sıkışınca ülkesinin çıkarını tercih etti veya etmek zorunda kaldı. Bunu yaparken, yani Amerika’yı savaşa dahil ederken bunu yine kendi dini inançları gereği ve o inançla yaşadığı çelişkiyi de gidermek için geniş bir ahlaki zemine oturtmaya çalıştı. Ortaya hepimizin bildiği ‘Wilson Prensipleri’ çıktı; ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı dahil pek çok yeni hak tanımlayan, Amerika’nın bu savaşa “özgürlüklerin gelişmesini” sağlamak için katıldığını anlatan.

Wilson’dan kısa süre sonra Amerikan dış politikasında iki akım ortaya çıktı: Birincisi Wilson’un kurduğu “Amerikan dış politikası ahlaki temellere dayanmalıdır” akımı, ikincisi ise “Amerika’nın çıkarları önce gelir, kimseye ahlak dersi vermeyelim” akımı. İşte bu ikinci akımın diğer adı “gerçekçi akım.”

Çarpıcı olan bu iki akımın Amerika’daki siyasi partilerin arasındaki bölünmeyi birebir taklit etmemesi. Evet, Demokratlar içinde “gerçekçi” çok daha az bulursunuz belki ama Cumhuriyetçilerin içinde her iki akımın da temsilcileri var.

Örneğin Başkan George W. Bush 2001’de Afganistan’ı, 2003’te Irak’ı işgal ederken ahlaki bazı ilkelerle meşruiyet yaratılmak istenen politikalar yürütüyordu. Afganistan’da halk baskıcı Taliban rejiminden kurtarılacak ve demokratik bir toplum inşa edilecekti.

Aynı şey Irak’ta da yaşandı. ABD, Irak’ı dünyayı “korkunç bir diktatörden” kurtarmak ve o diktatörün sahip olduğu kimyasal silahları yok etmek için işgal ediyordu.

Oysa George W.’nun babası George Bush birinci körfez savaşında Kuveyt’i kurtardıktan sonra ordularını durdurmuştu. O ordu iki günde Bağdat’ı alır ve Saddam rejimine daha 1991 yılında son verebilirdi. Ama baba Bush gerçekçi akımın temsilcisiydi, “Saddam bana dokunmadıkça ne hali varsa görsün” dedi, rejim değişikliğine girişmedi.

Şimdi Trump dönüp Araplara “Ortadoğu’ya ahlaki üstünlük iddiasıyla politika dayatanlar hatalıydı” diyor, “tamir ettiklerinden çok daha fazlasını bozdular.”

Bu vaadin ilk uygulama alanı da Suriye olacak gibi duruyor. Eğer Amerika sahiden Suriye’ye bir takım (‘terör yapmama’, ‘komşularına tehdit oluşturmama’ gibi) genel ilkeler dışında karışmayacaksa bu duruma sadece Suriye değil Türkiye de sevinecektir. Çünkü o zaman PKK/YPG’yi desteklemekten, Suriye içinde bir çıban başını yaşatmaktan da vazgeçecek, Suriye’nin kaderinin Suriyeliler tarafından çizilmesine fırsat verecek demektir.

İsrail’in bu konularda, özellikle de ABD’nin “Ben artık Ortadoğu’ya karışmıyorum” demesi hakkında ne düşündüğünü henüz bilmiyoruz.

Ama sanırım herkes için eski ezberlerden vazgeçme ve yeni ortaya çıkacak durumlara uyum sağlama vakti geldi.

‘Derdim adaylık değil’ dedi, ‘Aday değilim’ demedi

‘Derdim adaylık değil’ dedi, ‘Aday değilim’ demedi

İki gündür etrafımdan aynı soru geliyor: “Tayyip Erdoğan’ın derdim adaylık değil demesine inanalım mı?”

Ben de karşımdakileri kızdırmak pahasına soruyla cevap veriyorum: “Neden inanmayalım?”

Hadi başlıyor tartışma, eski defterler vs.

Benim anladığım şu: Çoğu kişi Tayyip Erdoğan’ın “Derdim adaylık değil” demesini bir daha aday olmayacağı yönünde bir sinyal kabul etmiş; “İnanalım mı” diye sormaları bundan.

Tabii bu cümleleri benim etrafım gibi anlayan biri daha var: MHP lideri Devlet Bahçeli. O da hemen açıklama yaptı, “Bırakamazsın” diye seslendi Cumhurbaşkanına.

Oysa Cumhurbaşkanı “Bu benim son dönemim, bir daha aday olmayacağım için adaylık diye bir derdim yok” demedi.

Tek yaptığı Anayasa değişikliği çabalarının kendisinin Cumhurbaşkanı adaylığıyla ilişkilendirilmesine itiraz etmekti.

Gerçekçi olmak gerekirse, Erdoğan’ın anayasa değişikliği yoluyla yeniden aday olmasının önünün açılması en düşük ihtimal. Böyle bir anayasa değişikliğinin Meclis’ten 400 oyla geçmesi gerekir ki referanduma gitmesin (Referandumun kendisi seçim gibi olacağından Erdoğan bunu da göze almak istemez).

Oysa eğer aday olmak istiyorsa Erdoğan’ın Meclis’ten beşte üç çoğunlukla erken seçim kanununu geçirmeyi tercih etmesi daha yüksek olasılık. Çünkü beşte üç çoğunlukla ve açık oyla erken seçim geçirmek üçte iki çoğunlukla ve gizli oyla Anayasa geçirmekten daha kolay.

O bakımdan söylediği doğru ve ona inanmalıyız: Adaylık diye bir derdi sahiden yok, çünkü istediği zaman aday olabilir.