28-05-2025
İsmet Berkan

Bizim neden yasadışı bahis diye bir meselemiz var?

Bizim neden yasadışı bahis diye bir meselemiz var?

Dünyada da böyle, Türkiye’de de. Devletin veya yasa koyucunun kimi kararları suçun artmasına neden olabilir.

Bu konuda ülkemizden tipik örnek, sahte içki yapımı. Zaman zaman yüzlerce kişinin ölmesine yol açan bu sahte içki meselesinin başka hiçbir uygar Batı ülkesinde değil de bizde görülmesinin sebebi Batılıların bu işe tenezzül etmemesi değil.

Türkiye’de aldığınız alkollü içkilerin fiyatının yüzde 65’e varan bölümünü çeşitli isimler altındaki vergiler oluşturuyor.

Bu yüksek oranlı vergi de sahte içki yapımını da tüketimini de teşvik ediyor.

Tüketiciler daha ucuz olduğu gerekçesiyle, sahte içki imal edenler ise devletin sebep olduğu yüksek fiyatlar sayesinde oldukça tatmin edici bir kâr oranıyla satış yapma imkanı elde ediyor. Ve bu yüzden ülkemizin bu kanayan yarası açık kalmaya devam ediyor.

Alkolden alınan vergi oranı makul bir seviyeye inse belki devletin vergi tahsilatı da artacak ama en önemlisi sahte içki ölümleri sona erecek.

Ama hayır. İktidarımız alkollü içeceklere karşı ideolojik bir tutum sergilediği için vergiyi düşürmüyor, bu yolla içki içmeyi caydırarak bizi terbiye etmeye uğraşıyor.

Bu konuda bir başka tipik örnek yasadışı bahis konusu.

Devlet bahis üzerinden iki çeşit vergi alıyor. Bu vergilerden birinin muhatabı bahis oynatan şirketler, kuruluşlar. Spor müsabakaları üzerine yapılan bahislerde toplam cirolarının yüzde 5’ini, at yarışlarında cirolarının yüzde 7’sini ve Milli Piyango benzeri diğer şans oyunlarında cirolarının yüzde 10’unu vergi olarak ödüyorlar.

Bu oranlar aslında 2024 yılı başına kadar daha da yüksekti ama 1 Ocak 2024’te yazdığım seviyelere indirildi. Fakat verginin hasılat üzerinden adeta KDV gibi alındığına dikkat edin, bu büyük bir vergi geliri kapısı. Ve elbette bu vergiyi sonunda şans oyunu veya bahis oynayanlar ödüyor, şirketler değil. Şirket vergiyi bahis veya bilet ücretine dahil ediyor çünkü.

Şans oyunları ve bahislerden alınan ikinci tür vergi ise bu oyun veya bahislerde kazananlardan alınıyor. Elde edinilen bahis veya oyun kazancının yüzde 20’si “Veraset ve İntikal Vergisi”ne tabi.

Fakat yasadışı bahis ve kumara suç örgütlerini ve bireyleri teşvik eden yegane şey bu vergiler değil.

Devlet, gerek spor müsabakalarında yapılan bahisleri ve gerekse Milli Piyango, Şans Topu vs oyunları oynatma konusunda tekel hakkına sahip ve bu hakkını özel şirketlere kiraya veriyor ve özel tekeller yaratıyor.

Tabii bahis veya şans oyunu oynatmak isteyen ve devletin ihalesini kazanan şirketler bunu başarabilmek için kendi komisyonlarını düşürüyorlar ihale aşamasında ama ne kadar düşerse düşsün sonuçta “risksiz” iş yapmak için bu oyunlardan bir de komisyon kazancı elde ediyorlar. Oysa kumarda kaybedenlerin parasını almakla yetinebilirler.

Hiç kuşkusuz bu şirketler gerek bahisleri gerekse şans oyunları oynatabilmek için kuvvetli alt yapılar kurmaya, bilgisayar sistemlerinden web sitelerine ve başka şeylere kadar bir sürü yatırım da yapmak ve sürekli bir işletme gideri yaratmak durumunda.

İşte yasadışı bahis veya şans oyunu oynatıcılarının kazançları tam da burada yatıyor: Devletin aldığı vergiler, kendilerinin işletme giderinin olmaması…

Ama bir de madalyonun öteki yüzü var: Yasadışı bahis veya şans oyunu oynayanlar da bu işi yasal yerler yerine yasadışı yerlerde yapmayı tercih ediyor, çünkü onlar da kazandıkları takdirde yüzde 20’lik vergiyi ödemiyorlar.

Burada devleti yönetenlerin kendilerine sorması gereken soru şu: Neden Almanya’da, Fransa’da, İngiltere’de yasadışı bahis veya şans oyunu sorunu yok da Türkiye’de var?

Türkler suça daha yatkın olduğu, Batı Avrupalılar ise bizden daha ahlaklı insanlar olduğu için mi? Hayır, hiç sanmıyorum.

Bu suçlar devletin yanlış karar ve uygulamaları nedeniyle var ülkemizde.

Diyelim spor müsabakalarına yapılan bahislerde bir yerine beş lisans verilse bugün bu sorunu yaşamıyor olabilirdik. Aynı durum şans oyunları için de geçerli.

Yasa dışı bahis konusunda daha dün büyük bir operasyon yapıldı. Kendi sektörünün en büyüklerinden olduğu söylenen Papara adlı elektronik para ve ödeme şirketine el kondu.

Normalde çok kârlı bir sektör olması gereken FinTech sektöründeki bu denli büyük bir firmanın yasadışı bahis için dönen para trafiğine gönül indirmiş olması son derece vahim bir şey.

Ama Papara buna kalkışan ilk şirket değil, biliyorsunuz daha önce PayFix adlı bir şirkete de el kondu aynı sebeple.

Polis operasyonuyla yasadışı bahisi engellemeye imkan yok. İktidarımız bunu anlayabilirse belki önlemek için çareler geliştirmeye başlayabilir.

Amerikan savcısı taktikleri hukuka ve ahlaka ne kadar uygun?

Amerikan savcısı taktikleri hukuka ve ahlaka ne kadar uygun?

New York’taki federal savcıların Donald Trump’a karşı kullandığı taktikleri hatırlıyor musunuz?

Trump’ın avukatını çeşitli suçlardan yakalayıp kıstırdılar ve onu Trump’a karşı ifade vermeye zorladılar. Avukat ancak Trump’a karşı ifade vermeyi kabul edince kendi işlediği suçlardan ceza indirimi alabildi.

Ve sonuç olarak savcılar Trump’ı ‘Stormy Daniels’ takma ismini kullanan porno yıldızına sus payı vermekten mahkum etmeyi bu avukatın şahitliği sayesinde başardı. Trump’ı bugün “hüküm giymiş tek Amerikan başkanı” yapan dava buydu.

Amerika’da hukuk savcılara çeşitli suçlularla itirafta bulunma karşılığında ceza indirimi pazarlığı yapma hakkı veriyor; bu hakkı orada savcılar sadece Trump davasında değil pek çok davada kullanıyor. İşte hatırlayın, Rıza Zarrap HalkBank Genel Müdür Yardımcısına karşı ifade vermesi karşılığında daha düşük ceza aldı, bugün Amerika’ya yerleşmiş, hayatını sürdürüyor.

Şimdi İstanbul Cumhuriyet Savcılığı da Amerikalı savcıların bu taktiğini Ekrem İmamoğlu soruşturmalarında kullanıyor.

Yalnız bir fark var: Bizde savcıların ceza pazarlığı yapma hakları yok. Bu hak olmadığı için operasyonlarda önce gözaltına alınan, sonra tutuklanan çeşitli isimler itirafçı olmaları halinde tutukluluk halinden kurtuluyorlar ve bilmiyoruz, belki savcı onlara dava açmama garantisi de veriyor.

İmamoğlu soruşturmalarında böyle itirafçı olmaya zorlanıp sonra da itirafçı olan ve savcının hoşuna giden ifade verenler oldu. Bazılarının verdiği ilk ifadeleri beğenmedi savcı, onlar da bir kez daha aynı olayları bu kez farklı kelimelerle anlattı ve savcının gözüne girmeyi başardılar.

Şimdi örneğin Türkiye’nin dev inşaat şirketlerinden biri olan Yapı Merkezi’nin üç patronu birden tutuklu. Bu şirketin patronları, geçmiş örneklerden biliyor, İmamoğlu aleyhine ifade verecek olurlarsa tutukluluktan kurtulacak, evlerine, işlerinin başına dönebilecekler.

Hatırlayın, bu soruşturmada aleyhte ifade vermeyen bazı patronların şirketlerine de el kondu.

Sanırım savcılarımızın bu taktikleri önümüzdeki dönemin başlıca tartışma konusu olmaya aday.