11-07-2025
İsmet Berkan

Tarihi bir günün sabahında, çok mutlu olmak isterken bir türlü olamayan bir adamın hezeyanları

Tarihi bir günün sabahında, çok mutlu olmak isterken bir türlü olamayan bir adamın hezeyanları

Farkında mısınız bilmiyorum, bugün aslında bir rüya gerçekleşiyor.

O rüyanın adı barış.

Bugün 40 yılı aşkın süredir hepimizin hayatını olması gerekenden çok daha kötü bir hale getiren, aramızdan on binlercesinin de hayatını kaybetmesine neden olan anlamsız savaşı çıkaran örgüt, PKK silahlarını bırakmaya başlıyor.

Normal şartlar altında bu gelişme hepimizi mutlu etmeli, hepimiz bugün düne göre çok daha ümitli, geleceğin bize çok daha güzel şeyler getireceğinden emin olmalıyız. Öyle ya, bir büyük kötülük sona eriyor.

Peki mutlu muyuz? Umutlu muyuz?

Evet elbette aramızda çok ümitli olanlarımız var, sevincini yaşayanlarımız var ama kendi adıma konuşayım, öyle topluma yansıyan genel bir mutluluktan söz etmek kolay değil.

Neden böyle? Biz toplum olarak patolojik mutsuzluk hastası olduğumuz için mi? 

Eminim aramızda öyleleri de var, bazılarımızın mutsuzluğu müzmin, ne yapsanız sevinmelerini sağlayamıyorsunuz ama toplumun çoğunluğu için aynı şeyi söyleyemeyiz.

Bir gözlem daha: 2015 yılında resmen ve fiilen sona eren o meşhur “çözüm süreci”nde ümit ve mutluluk bugünkünden kat be kat daha yüksekti. Üstelik ortada hiçbir şey olmadığı halde bu böyleydi.

Ama bugün ortada çok ciddi şeyler var. PKK kendini feshettiği kongre kararları aldı. İşte bugün de düzenlenecek bir sembolik törenle silah bırakmaya başlıyor.

Ama biz millet olarak yoğurdu üfleyerek yiyoruz. En iyimserimiz bile aslında “ihtiyatlı iyimser.” Yani, “dur bir görelim ne olacağını” diyor.

Bu “ihtiyatlı iyimserliği” ve hatta savaş bitiyor diye mutlu olamama halini anlamaya çalıştığımızda karşımıza artık çiğnene çiğnene ağızlarda sakız haline gelmiş gayet banal bazı sorular çıkıyor.

Sorulması en kolay soru şu: PKK silahını bırakıyor, dağdan ovaya inmek ve siyaset yapmak istiyor, peki ama CHP’ye bile siyaset yaptırılmayan bu memlekette PKK’ya siyaset yaptırılır mı?

Ayrılıkçılığın bir siyasi talep olarak ve barışçıl yöntemlerle savunulabilmesinden bile söz etmiyoruz aslında; düne kadar DEM Parti’ye uygulanan siyasi/adli/polisiye kuşatmanın yeniden yaşanmayacağının ne garantisi var?

Demokrasi anlayışı evrensel değil “yerli ve milli” olan bir iktidarın siyasetin alanını bu kez Kürt milliyetçiliğini de kapsayacak kadar genişletmesini bekleyebilir miyiz?

Ekrem İmamoğlu’nun iktidar olmaya yaklaşır gibi görünmesine bile tahammül edemeyen ve onu engellemek için her yolu deneyen bir iktidar sisteminin Kürt oylarının mevcut konsolidasyonun ötesinde DEM Parti’de toplanacak olmasına ses çıkartmaması pek eşyanın tabiatına uygun görünmüyor. Yüzde 12-13 değil yüzde 15-17 oy alacak bir Kürt milliyetçi partisi sanıyor musunuz ki kendi başına bırakılır?

Sorular banal olmasına banal ama bu durum onların geçerli sorular olmasını engellemiyor.

Sanıyorum iyimserlerin “ihtiyatlı” olmasının, mutlu olması gerekenlerin bu mutluluğu yaşayamamasının önemli bir sebebi bu soruların cevaplarının üç aşağı beş yukarı biliniyor olması, en azından herkesin cevaplar konusunda kendine göre kuvvetli tahminleri olması.

Bakın, Adalet ve Kalkınma Partisi yarın sabah Ankara Kızılcahamam’da kampa giriyor. Kampın başlığını ve ana konusunu söyleyeyim de içiniz rahat etsin: “Milletin Gücüyle Sınırları Aşan Liderlik.”

Soyut bir liderlikten değil Recep Tayyip Erdoğan’dan söz ediliyor.

Tarihi bir günün sabahında, çok mutlu olmak isterken bir türlü olamayan bir adamın hezeyanları bunlar işte.

Boğazdaki yıkımlar ve adalet

Boğazdaki yıkımlar ve adalet

Herhalde iki ay kadar önceydi, İstanbul Boğazında Arnavutköy’de deniz tarafındaki otobüs durağına geldim, otobüs bekleyeceğim.

Yolun karşısında bir kalabalık, zabıtalar, polisler… “Ne oluyor” diye sormama gerek kalmadı, tam karşıda Arnavutköy’ün gözde balık lokantalarından Sur Balıkçısı’nın terasları ve başka bazı eklentileri kaldırılıyordu.

Akşamında mahallede dedikoduları dinledim. Kültür Bakanlığı denetim yapmıştı ve tarihi eserlere yapılan yasadışı eklentileri vs yıkma kararı almıştı.

“Sadece Sur Balık mı” diye sordum safça.

Aynı sırada, eskiden yalı olan, sonra kazıklı yol gelince “yol yalısı”na dönüşen binaların bazıları böyle lokanta-meyhane, hatta artık ocakbaşı bile var. Bu tür binaların tamamında daha çok masa koyabilmek için, sigara yasağını delebilmek için dış mekanlara çıkıntılar yapıldı. Yapılmayanı yok. Ama Sur Balık’ınkiler yıkıldı.

Örneğin Sur Balık’ın Kuruçeşme’ye doğru öteki tarafında, eskiden Eftalya adıyla çalışan, sonra et lokantasına dönüşen, bugünlerde de yeniden isim değiştirmeye hazırlanan tarihi eser onarımı ahşap bir yalı var. Bu yalının caddeye bakan cephesi son “dekorasyon” çalışmasında tamamen değiştirildi. Oysa ikinci derece tarihi eserin dış görünüşüyle oynanamaması gerekirdi. Burası herkesin gözünün önünde ve hepimizin gözünün içine baka baka yapıldı. Ne Boğaziçi İmar geldi, ne Anıtlar Kurulu. Bir anıt eser gözümüzün önünde yok edildi.

Bakın dün de Bebek’teki Baylan Pastanesinin çatısına açılan teras ve o terasın üzerine yapılan kapatma çatı yıkıldı yine Kültür Bakanlığı emriyle. Haksız bir yıkım değil. Ama bir sandala binip denizden bakın, Baylan’ın binasında yapılan masum bile. Hemen bitişikte çocukluğumun Yeni Güneş’i var. Kocaman bir açık hava rıhtımı vardı buranın o zamanlar. Sonra burası Poseidon adlı sosyetik bir meyhane oldu ve o teras-rıhtımın yarıdan fazlası kapalı alan haline geldi. Burası uzun süre boş durdu, şimdi yeniden sosyetik bir meyhane olarak açıldı ve aynı kaçak yapı yerinde duruyor.

Yıllar önce Yeniköy’de Sait Halim Paşa Yalısı’nda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bir etkinliğine özellikle gittim, çünkü rahmetli Kadir Topbaş’la görüşmem gerekiyordu.

Etkinlik yalının bahçesinde, düğün dernek organizasyonları için inşa edilen bir yapıdaydı. Gazeteci damarımı susturamadım, Kadir Topbaş’a “Bu yapı kaçak değil mi” diye sordum. Topbaş gülümsedi, “Ne yapsınlar” dedi. Yalının iç mekanları otel olmaya uygun değildi, otel para kazanmak için bahçesini yok etmiş ve o tuhaf yapıyı inşa etmişti. Belediye kayıtlarında “çadır” görünüyordu ama çadır falan değildi.

Emirgan’da bir yol yalısı var, kocaman bahçe içindeki haliyle çok beğendiğim bir binaydı. Bugün bahçesinin tamamı kapalı mekan, üstü camekanla kapalı. Bina ise görünmüyor bile.

Adalet herkese lazım, kurallar da her yerde aynı uygulanmalı.