09-08-2025
İsmet Berkan

Devleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı…

Devleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı…

Bugün affınıza sığınarak bu köşede bir spekülasyona, hatta bir nevi komplo teorisine yer vereceğim.

Beni tanıyanlar, bu köşeyi sürekli okuyanlar bilir: Komplo teorileriyle işim olmaz, en fazla dalga geçmek için bu teorilere yazılarımda yer veririm. Ama bugün oturduğum yerden akıl yürüterek kendim de bir komplo teorisi ürettim. Yaptığımdan memnun değilim, ama sizinle paylaşacağım.

Sahte diploma skandalı ile ilgili haberleri günlerdir okuyorsunuz. Bir yanda ortada somut şeyler var: Bu konuda bir çete ortaya çıkartıldı, çete hakkında Ağır Ceza Mahkemesinde dava açıldı, elde iki tane iddianame var.

Çok kabaca özetliyorum: Çete öncelikle devlet kurumlarının bilgisayarlarına sızmanın bir yolunu bulmuş ve sızmış. Sadece sızmakla kalmamış, şu veya bu yolla en azından 44 kamu görevlisinin onlara özgü ve biricik olması gereken elektronik imzalarının “klon”larına da sahip olmuş.

Hem bilgisayarlara sızıp hem de yapılan işlemleri resmileştirici e-imzalara sahip olunca da başlamışlar devletteki kimi kayıtları değiştirmeye.

Yaygın olarak bildiğimiz, atanması mümkün olmayan kimi kişileri öğretmen olarak atamış, işe başlatmışlar örneğin. Bu kişilerden bir bölümü yakalanmış, onlar içinde Milli Eğitim Bakanlığına bunca zaman aldıkları maaşları iade edenler vs var.

Bir başka yaygın bilgi, yakın zamanda hukuk fakültesi mezunu olup örneğin 6 Şubat 2023 depreminde ölen kimi kişilerin diplomalarını alıp başka kişilerin adına düzenlemişler, yani sahte hukuk fakültesi diplomaları dağıtmışlar. Bildiğimiz şu ana kadar 14 kişinin avukatlık ruhsatının iptal edildiği.

Ama mesele sadece hukuk fakültesi diplomasıyla sınırlı değil. Mühendislik diplomaları, sosyoloji, tarih bölümü vs pek çok alanda üniversite diplomasını hak etmeyen kişilere vermiş çete, onlar da almış ve bu diplomaları bazen kamuda işe girerken, bazen de sırf gösteriş amacıyla kullanmış. En çarpıcısı, müteahhitlik şirketi sahibi olan, zaten baraj vs ihaleleri alıp baraj inşa eden bir iş insanının sahte inşaat mühendisi diploması edinmesi. Bu diploma gösteriş için, yoksa işini yaparken diplomaya ihtiyacı yok.

Sürücü ehliyeti sahibi herkes biliyor; bu belge için önce bir yazılı sınava giriyorsunuz. Aslında son derece basit, basılı kitaplarında soru ve cevap örnekleri bolca bulunan bu sınavda 100 üzerinden en az 70 alınması gerekiyor ve bana soracak olursanız okuma yazması olup okuduğunu anlayan herkes bu sınavı rahatlıkla başarabilir. Ama görüyoruz, yıllardır bu basit sınavda kopya çekmek için olmadık elektronik düzenekler hazırlayan birileri yakalanıp duruyor. Şimdi anlıyoruz ki, bu basit sınavı geçemeyenlerin notlarını da yükseltmiş çete. Yani miktarını bilmediğimiz kadar sahte ehliyet de var ortada.

Milli Eğitim Bakanlığı onaylı kurslardan verilen ve bakanlık tarafından tescil edilen çıraklık-ustalık belgesi gibi belgeler de hazırlamış çete.

Öğretmen atama listelerine sızıp bu listelerde değişiklik yaptığına dair bir şüphe var. Ve başka bir sürü şey var, hepsini sıralarsam yerim yetmez, konuyu zaten anladınız.

Şimdi bu çeteyle, daha doğrusu iddianamelerdeki iddialarla ilgili haberler yazılmaya başlandığında ansızın ortaya ciddi bir dezenformasyon da çıktı. Birdenbire öyle bir hava oluştu ki neredeyse herkesin diplomasından şüphe edilir oldu.

Zaten o yüzden ağzı olan herkes konuşmaya, milletvekillerinden bakan yardımcılarına herkesi suçlamaya başladı.

Bu bazıları spekülatif olan suçlamalar iktidar kanadında bir tepkiye neden oldu. Neredeyse her şeyin arkasında siyasi komplo gören anlayış “Siyasetin devleti yönetemediği izlenimi yaratılmaya çalışıyor” diye bir teşhiste bulundu. Bu teşhis yanlış değil; ama bu izlenimin durduk yerde, ortada hiçbir şey yokken ortaya çıktığını düşünmek yanlış. Ortada ciddi bir durum var ve insanlar güvenlerini kaybetmiş durumda.

Bu güveni yeniden sağlamak da, “Merak etmeyin biz vaziyete hakimiz” mesajı verip devletin kötü yönetildiği izlenimini silmek de, esasen devleti yönetenlerin görevi.

Ve devleti yönetenler aslında birinci günden başlayarak kamuoyuna bu güveni verebilecek pozisyondaydı. Ama bunu yapmamayı seçtiler.

İşi tam da bu çetenin suç işlediği alanda devletin ve vatandaşın güvenliğini sağlamak olan bir kurum var: Bilgi Teknolojileri Kurumu, yani BTK.

Bu kurumun burada anlatılan çeteden ve suçlardan 2024 Şubat ayı sonundan beri haberi olduğu açıklandı. Peki nasıl haberi olmuş BTK’nın? Biri ihbar mektubu yazmış, öyle haberi olmuş.

Oysa o BTK’nın hadi diyelim kamu sistemlerine korsan sızıntısını anlayamadı, ama en azından klonlanan e-imzaları anında saptaması gerekiyordu. Demek bu basit önlemler bile alınmamış e-imzada, ama onun yerine e-imza ile yapılacak bir sürü işlem belirlenmiş.

İddianamede 100’den fazla sahte/klonlanmış e-imzadan söz ediliyor ama BTK açıklamasında 44 e-imzanın iptal edildiği söyleniyor. Bu rakam uyuşmazlığı da çok çarpıcı.

Ama tabii en çarpıcısı şu: Ne savcılığın ne de devlet kurumlarının söz konusu sahtekarlığın tam boyutları hakkında kapsamlı ve doyurucu bilgiye sahip olduğunu görüyoruz.

Toplam kaç kişi adına sahte belge (diploma, ehliyet, doktor raporu vs) düzenlendiğini sağlıklı biçimde öğrenemediğimiz müddetçe devlete olan güvensizlik devam edecek.

BTK madem 2024 Mart ayından beri olayı biliyor, aslında bütün devlet sistemini geriye dönük olarak tarayarak bu suçun en dibine kadar inebilir, ilk sahte belgenin düzenlendiği andan son ana kadar kaç belgenin  kaç kişi için düzenlendiğini milimi milimine saptayabilirdi.

Şunu da anlıyoruz: BTK savcılığın soruşturmasını yürütebilmesi ve bütün suçluları yakalayabilmesi için en azından bir yıl kadar bu çetenin faaliyetlerine devam etmesine izin vermiş. Peki acaba sadece bu son bir yılda, sözde yakın takip altındaki çete kaç sahte belge düzenledi? Onu da bilmiyoruz.

Bu bilgiler ya var ve açıklanmıyor ya da şu ana kadar bunları merak eden kimse çıkmadı, o yüzden bilgi de yok.

Her ikisi de aynı kapıya çıkıyor ve benim spekülasyonum ya da komplo teorim beliriyor: 

Devlet ve devleti yönetenler vatandaşın gözü kapalı güveneceği bir devleti olmasını istemiyor, aksine bir kaos ortamı olması, sürekli belirsizlik altında yaşanması ve neredeyse her konuda torpil veya ayrıcalık peşinde koşulması devam etsin istiyorlar. Yani savcılığın ve polisin soruşturmasından temelde rahatsızlar, devlete güvensizlik devam etsin istiyorlar gerçekte.

Dediğim gibi bu benim komplo teorim. Gün ışığında ve herkes için her zaman geçerli kurallarla yönetmektense sürekli gri alanlarda yönetmeyi, neredeyse her şeyden rüşvet ve çıkar edinmeyi şiarı yapmış bir düzende yaşıyoruz ve bu düzen hep böyle devam etsin, vatandaş hak etmediği halde sürücü belgesi  almak için bile rüşvet versin isteniyor.

Kurumlara ve kurallara değil güce ve güce yakın olanlara güvenilsin, hep yarı karanlık işler yapılsın isteniyor belli ki. Yoksa aydınlığa çıkmak isteyen devlet bunu başarmaya henüz yeltenmedi bile.

60 milyar doları devlet kesesinden 1 milyon kişinin cebine taşımak…

60 milyar doları devlet kesesinden 1 milyon kişinin cebine taşımak…

Kur korumalı mevduat adı verilen şeyin toplam maliyeti hakkında bir hesap yapılmış, deniyor ki bu hala tam sona ermeyen ama çok azalan garip uygulamanın ülkemize maliyeti 60 milyar dolarmış.

Nedir bu 60 milyar dolar? Her şeyden önce şunu bilelim: KKM uygulamasına parasını koyan (gerek dövizini bozdurarak, gerekse doğrudan TL olarak) yaklaşık 1 milyon mevduat sahibinin elde ettiği faiz kazancı.

Bu para, ki bir dönem toplam büyüklüğü 140 milyar dolara kadar ulaşmıştı, her şart altında bir faiz geliri elde edecekti. Burada önemli olan o faizin devlet kesesinden verilmiş olması.

İkisini birbirine karıştırmayın: Devletimiz zaten çok yüksek bir faiz yükü altında ama o faiz devletin yaptığı borçlanmaya karşı ödeniyor. O borçlanma ile devletin ne iş yaptığından bağımsız olarak söylüyorum, KKM’ye ödenen faiz ile devlet iç ve dış borçlanma senetlerine ödenen faiz arasında önemli bir fark var. KKM devlete verilmiş bir borç değildi, sadece bankaya yatırılmış bir paraydı.

Merkez Bankası’nın Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla faiz indirimlerine başladığı Eylül 2021’de ülkemizde enflasyon henüz yüzde 19,50 seviyesindeydi ama yükselme eğilimindeydi. O ay Merkez Bankası faizi indirmek yerine mesela yüzde 25’e çıkartsa, ne KKM icat etmeye gerek kalacaktı, ne bugünkü gibi zorlu bir enflasyonla mücadele programına. Bugün enflasyon yüzde 33,5; Merkez Bankası faizi ise yüzde 46.

Politika yanlışları, Tayyip Erdoğan’ın faiz takıntısı gibi şeyleri geçmiş yıllarda çok konuştuk, yeniden konuşmaya gerek yok. Burada önemli olan şey şu: KKM’de parası olan yaklaşık 1 milyon kişiye devlet üzerinden 60 milyar dolar servet transfer edildi.

Bu servetin bir bölümü doğrudan Hazine kesesinden verildi; yani vergilerimizle ve devletin yeni yapmak zorunda kaldığı borçlanmalarla ödendi. Daha büyük kısmı ise Merkez Bankası tarafından ödendi; Merkez Bankası bu ödemeler için karşılıksız para bastı, bugün yaşadığımız enflasyonun önemli bölümü böyle yaratıldı, o 1 milyon kişiye aktarılan servet de işte bu “enflasyon vergisi” yoluyla halktan toplanıyor, daha da toplanacak.

Bir temel politika hatasının, bir kişinin takıntısının sonuçları bunlar. Ve bizden hala devlete ve onu yönetenlere güvenmemiz bekleniyor.