12-08-2025
İsmet Berkan

Bahçeli’nin acelesi var, Erdoğan ağırdan alıyor ama karar vakti yaklaşıyor

Bahçeli’nin acelesi var, Erdoğan ağırdan alıyor ama karar vakti yaklaşıyor

Malum, Türkiye bir bakış açısına göre 40, bir başka bakış açısına göre 50 yılı aşan silahlı ve ayrılıkçı Kürt ayaklanmasının sona ermesini karşılamaya hazırlanıyor.

PKK’nın kongre düzenleyip kendini feshetme kararı alması, örgütün sembolik olarak bazı silahlarını yakması Türkiye açısından tarihi bir dönemeç.

Ama elbette bu dönemeçten sadece PKK dönmeyecek; Türkiye’nin geri kalanının da bu dönemeci dönmesi gerekiyor.

İşte bunun için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir özel komisyon oluşturuldu. Bu komisyona Meclis’teki siyasi partilerden ikisi hariç (İyi Parti ve Demokrat Parti) tamamı üye verdi. Komisyon, Meclis yaz tatilinde olmasına rağmen çalışmaya başladı bile.

Burada bir siyasi gerçeğin altını çizmek lazım: Komisyonda evet, iktidar blokunda yer almayan partiler de var ama bunlar içinde en önemlisi hiç kuşkusuz Cumhuriyet Halk Partisi’nin komisyondaki varlığı.

CHP yönetimi kendi içindeki yoğun tartışmaya ve partinin periferisinden gelen yoğun itirazlara rağmen komisyon çalışmalarına katıldı. CHP’nin komisyona katılmasına gelen itirazlardan en kuvvetlisi, partinin belediye başkanları hapisteyken partinin Cumhurbaşkanı adayının adaylığını engellemek için hukuk zorlanır ve ortaya bir demokrasi krizi çıkmışken CHP’nin komisyona katılmasına ilişkindi (Bugün Fatih Altaylı’nın cezaevinde Ekrem İmamoğlu ile yaptığı söyleşiyi ve İmamoğlu’nun komisyona katılıma verdiği kuvvetli desteği dikkatinize getirmek isterim. Okumadıysanız bu söyleşiyi okuyun).

CHP’nin komisyona katılması hem komisyonun meşruiyet düzeyini çok yükselten hem de CHP’ye 19 Marttan beri mitinglerde savunduğu şeyi Meclis çatısında da savunup iktidar blokunu bir samimiyet testine sokan bir şey.

PKK’nın ve onun lideri Abdullah Öcalan’ın silah bırakıp kendini feshederken bir tek ön koşulu var: PKK’nın elinde silahla dağda dile getirdiği siyasi taleplerin demokratik siyaset içinde dile getirilebilmesinin önünün açılması. Dikkat edin bu taleplerin yerine getirilmesinden söz edilmiyor, taleplerin kamuoyu önünde konuşulup onlara demokratik destek aranmasının yolun açılsın deniyor.

Ana hedefi, Kürt siyasi hareketine siyasette alan açılmasını sağlayacak yasal değişiklikleri konuşup karara bağlamak olan komisyon, ister istemez Türkiye’deki demokrasinin ve ifade özgürlüğünün alanını genişletecek bir rol oynayacak.

Komisyonun oynayacağı rolle CHP’ye belediyeler üzerinden uygulanan yoğun baskı elbette birbiriyle çelişen şeyler. Ne Ekrem İmamoğlu’nun ne de diğer çok sayıda CHP’li belediye başkanı ve belediye yöneticisinin tutuklu yargılanmaları gerekiyor aslında. Onların özgürlüklerinin ellerinden alınmış olması, bu siyasi kişiliklerin halkla doğrudan temas imkanının sınırlanması en büyük itirazın konusu.

Yargının siyasi iktidarın denetiminde ve komutasında olması Türkiye’nin “demokrasi krizi”nin en önemli maddesi. Baksanıza, İmamoğlu’nun tahliyesi için azınlık oyu veren Ağır Ceza Hakimi hemen o mahkemeden sürülüyor, başka bir siyasi tutuklu olan Ayşe Barım için tahliye kararı veren hakim hakimlik mesleğini yaptığına pişman edilince emekliye ayrılıp avukat oluyor… Yargı üzerindeki bu ağır iktidar baskısı yarının demokratikleşmesine de en büyük tehdit. İki siyasi partinin seçim için yaptığı sınırlı iş birliğini “terör” diye niteleyen savcılar varken demokratikleşme ne kadar güven verebilir?

İşte bu temel sorun Meclis’te kurulan komisyonun aslında en büyük sınavını oluşturacak. Demokratikleşmeyi güvence altına alacak mekanizmalar nasıl kurulacak?

Bunun bir yolu mevcut çelişkileri ortadan kaldırmaktan geçiyor.

Bakın dün MHP lideri Devlet Bahçeli bir yazılı açıklama yaptı ve aynen şunu söyledi:

“Türkiye’nin ağırlaşan, belediyeler başta olmak üzere pek alana yayılan ve yoğunlaşan hukuki davalardan süratle kurtulması, sonuçta adaletin eksiksiz tecellisi sağlanmalıdır. Adli tatilin bitimiyle beraber yargıyı saran mesnetsiz tartışma ve sürtüşmelerin kesinkes sonlandırılması, süregelen soruşturma ve kovuşturmaların bir an evvel tamamlanması demokrasi ve hukuk güvenliği bakımından önceliğimiz olmalıdır.”

Bu sözleri size veya bana söylemiyor Bahçeli. Bu çağrının doğrudan muhatabı aslında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.

Şunu görüyoruz: Devlet Bahçeli büyük ölçüde kendi inisiyatifiyle başlayan bu ‘süreç’i nihayete erdirmek için ciddi bir çaba içinde; hatta takvim bile veriyor, “Yıl sonuna kadar tamamlanmalı” diyor.

Oysa ortağı Tayyip Erdoğan’da benzer bir acele hissi hiç görülmüyor. Erdoğan’ın kendine göre zamanlamasıyla Bahçeli’nin zamanlaması arasındaki fark dikkat çekici.

Bahçeli, CHP’li belediyelerle ilgili davaların hemen adli tatilin bitiminde, yani 1 Eylülde görülmeye başlanmasını istiyor. Tayyip Erdoğan’dan ise bu konuda bir söz duyamıyoruz.

Bahçeli, CHP’nin komisyondaki iş birliğinin bu davaların açılmasına ve İmamoğlu başta belediye başkanlarının tahliyesine bağlı olduğunu gayet iyi görüyor ve CHP’yi kaybetmek istemiyor.

Tayyip Erdoğan ise adeta CHP’nin komisyondan çekilmesini ister ve bekler gibi.

Ama tabii Erdoğan’ı da sıkıştırıyor Bahçeli. O yüzden Cumhurbaşkanı bir kararın arefesinde. 

Halit Yukay’ın teknesine ne oldu?

Halit Yukay’ın teknesine ne oldu?

Türkiye günlerdir Marmara Denizinde yaşanan bir deniz kazasını ve kaybolan iş insanı Halit Yukay’ı konuşuyor.

Yukay 4 Ağustos günü Yalova’dan saat 15.10 sularında marinadan ayrılıyor, Bozcaada’ya gitmek için yola çıkıyor. Aslında yola çıkmak için hayli geç bir saat ama herhalde hızlı teknesine güveniyor, hava kararmadan, yani 6 saatten kısa sürede Bozcaada’ya ulaşacağını düşünüyor. Bu çok iddialı bir hedef, çünkü mesafe 167 deniz mili. Saatte ortalama 30 deniz mili hız yapması lazım ki hava kararmadan Bozcaada’ya ulaşsın.

Ama kullandığı tekne zaten böyle yüksek süratler için inşa edilmiş. Herhalde ona güveniyor yola çıkarken.

Yalova’dan Marmara Adası kabaca 79 mil mesafede. Yukay’ın teknesinin kalıntıları Marmara Adası ile Kapıdağ Yarımadasının arasında, Paşalimanı Adasının kuzeyinde bulundu. Kazanın saat 17.00 dolaylarında yaşandığına inanılıyor. Demek Yukay ortalama 40 deniz mili hızla yol almış.

Şurası kesin gibi: Tam da 4 Ağustos günü saat 17.00 sularında Kapıdağ Yarımadası ile Marmara Adası arasından geçmekte olan kuru yük gemisi Yukay’ın teknesine çarpmış ve tekneyi parçalamış. Hem teknenin kalıntılarında geminin boya izi bulundu, hem gemide tekneyle çarpışmadan kaynaklanan izler. Zaten gemi kaptanı bu yüzden tutuklandı.

Ancak soru şu: Elinin altında son derece hızlı ve çevik bir tekne bulunan Halit Yukay tam ters yönden görece düşük bir hızda (5-7 deniz mili) üstüne gelen koca gemiyi görmemiş ve ondan kaçamamış olabilir mi? Yukay’ın teknesinin radarı ve otopilot sistemi bu çeşit çarpışmaları engelleyecek, çarpışma ihtimalinde önceden alarm verecek cihazlar.

Tabii bir başka tatsız ihtimal daha var: Yukay’ın kendi tersanesinde inşa ettiği, kendi tasarımı olan teknesi Arel 7 üstünden geçmeden önce alabora olmuş, yani denizde ters dönmüş de olabilir. Gemi o yüzden tekneyi görememiş, ancak çarptıktan sonra gelen sesi duymuş ve tekne de bu yüzden gemiden kaçamamış olabilir.

Umalım ki savcılık soruşturması bu durumu aydınlatsın.