23-08-2025
İsmet Berkan

Eski Türkiye’den bir muhteşem insan hikayesi

Eski Türkiye’den bir muhteşem insan hikayesi

Geçen hafta pazar günü İstanbul Bomonti’deki bit pazarında dolanıyorum, tezgahlara, satılanlara bakıyorum.

Başka bir sürü şeyle birlikte birkaç kitap da olan tezgahtaki kitaplardan birinin adı ilgimi çekti. Çekti çünkü aynı kitabın başka bir yıla ait baskısı bizim evde de var.

Kitap, Milli Eğitim Bakanlığı’nın bastığı 1944-45 yıllarına ait “İftihar Kitabı.”

Türkiye yoksul bir ülkenin adı. O yıllarda koca ülkenin o kadar az lisesi var ki, ülkenin bütün liselerinden mezun olanlar tek bir kitaba sığıyor.

Annem 1948-49 lise mezunu. Onun kitabını biliyorum. Şimdi aynı kitabın 1944-45 versiyonunu görünce gayri ihtiyari elime aldım, karıştırmaya başladım.

İçinde mutlaka tanıdık, Türkiye’nin bildiği isimlere rastlayacağımdan emindim. O yıllarda lise mezunu olmak demek, hayatta sosyal ve ekonomik olarak yükselmenin adımını atmak demekti. O mezunların pek çoğu, ya bürokrat, ya siyasetçi, ya üniversite profesörü, ya yazar çizer ya da iş insanı olmuştu ilerleyen yıllarda. Sosyal mobilizasyonun en kuvvetli aracı eğitimdi; bugün de öyle.

Kitabı karıştırırken durdum. Sayfanın sol üst köşesinde tanıdık bir isim vardı: Necdet Seçkinöz. O yıl Darüşşafaka Lisesinden iftiharla mezun olmuştu. Hemen yanında ömür boyu dostluğunu sürdüreceği sınıf arkadaşı Cevdet İmer  vardı.

Durdum kaldım. Büyük ihtimalle siz adını bile bilmiyorsunuz ama Necdet Seçkinöz çok önemli bir insandı. Bütün hayatı devlet memuru olarak geçmiş, devlette çalışmaya devam edebilsin diye 1992 yılında hakkında özel kanun çıkarılmış bir bürokrattı.

Ben kendisiyle Süleyman Demirel’in Cumhurbaşkanlığı döneminde, o Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri’yken tanıştım. Devletin, ciddiyetin, Cumhuriyet ideallerinin, kalkınmacılığın, her zaman bilimin yol göstericiliğine inanmanın, nezaketin, kanundan kuraldan ayrılmamanın cisimleşmiş haliydi Seçkinöz.

Süleyman Demirel’in en yakın ve en güvendiği bürokratların önde geleniydi. 70’li yıllarda Demirel hükümetleri döneminde Bayındırlık Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı müsteşarlıkları yapmıştı. 1991-93 arası Demirel’in Başbakanlık Müsteşarıydı. Sonra onunla birlikte Köşk’e çıkmış, onunla birlikte inmişti.

Tanıyanları, yakınları çok eğlenceli, çok espirili biri olduğunu söylerdi ama ben gazeteci olarak hep karşımda devlet ciddiyeti gördüm. Karşısına önünüzü iliklemeden gidemezdiniz. Hayır o öyle söylediği için veya iliklemezseniz size kızacağı için değil, onu görünce eliniz gayri ihtiyari gider ceketinizi iliklerdi. Uyandırdığı saygı böyleydi.

2004 yılında Darüşşafaka’nın Yakacık’taki yaşlı bakım evi pansiyonlarında öldüğünü, hayattaki bütün mal varlıklarını karı-koca Darüşşafaka’ya bağışladıklarını biliyordum Necdet Beyin ama Darüşşafaka Mezunu olduğunu bilmiyordum.

1927’de Bulgaristan’da doğmuştu. Çok küçük yaşta babasını kaybetmiş, annesi ve dayısıyla İstanbul’a göç etmiş, “muhacir” olmuştu. Hayatı hep zorluklarla geçti. Öksüz bir çocuk olarak Darüşşafaka’ya (Şefkat Kapısı) girmeye hak kazandı, bu muhteşem kurumun okulunda hayırseverlerin burslarıyla okudu ve yaşıtları arasında müthiş bir şansa sahip oldu. Sonraki ömrü boyunca da hep ‘Daçka’nın yanında oldu.

1952 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’nden inşaat yüksek mühendisi olarak mezun oldu ve hemen ardından devlette işe girdi. İlk çalıştığı kurum, kendisinden üç yıl önce İTÜ’den mezun olan Süleyman Demirel’in de çalıştığı Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü idi. 1953-55 arası Bolu’da başmühendis olarak görev yaptı. Sonra devlet aldı, onu sulama projeleri konusunda bilgisini ve görgüsünü arttırsın diye Amerika’ya yolladı.

Başbakanlık Müsteşarlığı günlerinde, bir toplantıda dönemin genç DPT Müsteşarı İlhan Kesici ile birlikte.

1962 yılına kadar DSİ’de çeşitli önemli görevlerde çalıştı, pek çok önemli projede rol aldı ama 27 Mayıs sonrasının devlet düzenine isyan etti, memurluktan ayrılıp 1968’e kadar özel sektörde çalıştı.

Kendi deyimiyle “Özel sektör hiç hoşuna gitmedi” ve Süleyman Demirel’in çağrısıyla yeniden devlete döndü. Bayındırlık Bakanlığı bünyesinde önce Limanlar ve Demiryolları Genel Müdürlüğünde çalıştı, sonra Hava Meydanları ve Akaryakıt Tesisleri İnşaat Genel Müdürlüğü yaptı. 1973 sonunda iktidar değişince kızağa çekildi ama 1975’te Demirel yeniden başbakan olunca Bayındırlık Bakanlığı Müsteşarı oldu.

1978’de Demirel hükümeti istifa edince yine kızağa çekildi ama 1979 sonunda kurulan Demirel’in azınlık hükümetinde bu kez Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı müsteşarı oldu. 1981 Ocak ayında, 12 Eylül sonrasında emekliye ayrıldı, köşesine çekildi. On yıl sonra 1991’de Demirel yeniden başbakan olduğunda ilk aradığı isim oldu. Başbakanlık Müsteşarı olarak geri döndü.

Ama bir sorun vardı: 1992’de 65 yaşını tamamlayacaktı ve devlette çalışmaya devam etmesine imkan yoktu. DYP-SHP hükümeti sırf onun için kanun değişikliği yaptı, Seçkinöz’e 3 yıl daha devlette çalışma imkanı verildi.

Amerikan Başkanı Clinton’un Ankara ziyaretinde Köşk’te Mine Seçkinöz Clinton’la el sıkışıyor, arkada Necdet Seçkinöz

Rivayet odur ki, yıllar önce Demirel bir seferinde Necdet Seçkinöz’e “Sen parayı sevmiyorsun” demişti, “Onun için benim yanımdan hiç ayrılma.” 

Demirel’in en güvendiği, çekinmeden arkasına dönüp işleri teslim ettiği isimdi.

1993’te Turgut Özal’ın ölümü sonrası Demirel Cumhurbaşkanı olunca yanına Seçkinöz’ü de aldı, onu Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri yaptı. 2000 yılında Demirel’le birlikte o da Köşk’ten indi.

Hayatının önemli bölümünü devletin en yatırımcı, en kritik bakanlıklarında genel müdürden müsteşara kadar çok yüksek seviyelerde geçiren, Başbakanlık Müsteşarı olarak devletin en kritik makamında oturan, sonrasında da Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği gibi müthiş bir görevi sürdüren bu adam, Ankara’da Kavaklıdere’de bir apartman dairesinde oturuyordu. Sadece Çankaya yıllarında Genel Sekretere tahsis edilen lojmanda yaşamıştı, hayatının geri kalanını 50’li yıllarda edindiği bu apartman dairesinde geçirdi.

Parkinson hastasıydı. Ayrılmak istemiş ama Demirel onu bırakmamıştı. 2000 yılında Köşk’teki görevi tamamlandıktan sonra eşi Mine hanımla birlikte bir bayram tatili için İstanbul’a gelmişti. Aslında kendilerine otelde yer ayırtmışlardı ama davet üzerine Darüşşafaka’nın İstanbul Yakacık’ta inşa ettiği pansiyonlarda bir gece kaldılar, sonra o uzadı, iki gece, üç gece derken bütün bayram tatillerini burada geçirdiler.

Ankara’ya dönüşte Seçkinöz eşine “Gel gidelim oraya yerleşelim” diye teklif etti. Burası aynı zamanda hasta bakım merkezi gibiydi ve Seçkinöz’ün Parkinson’u ilerliyordu, bakıma ihtiyaç duyacağını biliyordu.

Mine ve Necdet Seçkinöz, Mine hanımın öğretmenlik yaptığı Bolu’da tanıştı.

Küçük bir çocuk olarak kendisine kucak aşan Darüşşafaka, şimdi yaşlılığında da onun evi olacaktı. Karı koca bütün mal varlıklarını (ki çok bir şey değildi) Darüşşafaka’ya bağışladılar. Kendisi 2004’te ölene kadar hayatının son iki yılını, eşi Mine Seçkinöz ise 2021’e kadar kalan ömürlerini burada, gösterişten uzak, sakin biçimde geçirdiler.

2004 yılında Necdet Seçkinöz’ün Ankara Kocatepe Camiindeki cenazesine ben de gittim, sırf ona olan saygımdan, yoksa özel bir yakınlığım, ahbaplık etmişliğim yoktu. Cenazede Süleyman Demirel çok üzgündü, ayakta durmakta zorluk çekiyordu. Kabristana kadar gitti Demirel, arkadaşının mezarına iki kürek toprak attı. Gözlerinden yaş geliyordu.

***

Bir pazar günü bit pazarında gördüğüm bir eski kitap beni nereden aldı, nereye getirdi.

Eski Türkiye nasıl bir yerdi diye merak edenler veya yeniden hatırlamak isteyenler varsa, Necdet Seçkinöz’ün hayat hikayesine baksınlar.

Keşke birisi bize KKM’nin her şeyini anlatsa…

Keşke birisi bize KKM’nin her şeyini anlatsa…

Merkez Bankası dün akşam kararını duyurdu, bugünden başlayarak bankalarda kur korumalı mevduat hesabı açılamayacak, mevcut hesaplar yenilenmeyecekti. Türkiye’nin KKM macerası sona ermişti.

KKM 2021 yılı sonunda bir iflas bayrağının, bir politika yanlışlarını kabul etmenin nişanesi ama aynı irrasyonel yanlışta ısrar etmenin akıl dışı bir sembolü olarak uygulamaya girdi.

Tayyip Erdoğan’ın faizi yapay olarak düşürme, bunu da dinin emri olarak satma girişimi piyasanın duvarına çarpmıştı, ülke durduk yerde bir yıldan kısa sürede ödemeler dengesi krizi yaşayacak seviyeye getirilmiş, en temel ihtiyaçlar için bile ithalat yapamaz hale gelinmesi tehlikesi belirmişti.

Faizi düşürdüğünüzde para en istemediğiniz yere, dövize yönelmişti ve dövizin fiyatı durmaksızın artıyordu. Bu kanamayı durdurmanın yolu aslında akla dönmek, faizi yükseltmek ve enflasyonla mücadeleyi ciddiye almaktı ama Erdoğan bunu yapmadı, bir duvara çarptığını bile bile KKM adı verilen cin fikirliliğe soyundu, ülkeye bir büyük kötülük daha yaptı.

KKM’nin faturasının 67 milyar dolara ulaştığı hesaplanıyor ama bu dışarıdan yapılan bir hesap, keşke devlet şeffaf olsa ve tam faturayı hesaplayıp bize söylese.

KKM’nin çok sayıda sakıncası var ama herhalde en büyük ve en temel sakıncası, bir grup yüksek miktarlı mevduat sahibinin edineceği faiz gelirinin doğrudan kamu kaynaklarından ödenmesi oldu. Devlet parayı bastı, o mevduat sahiplerine ya faiz olarak ya da kur farkı olarak para ödedi.

Devletin o bastığı paraların karşılığı yoktu, onları da biz enflasyon olarak bugün ödemeye devam ediyoruz, daha kim bilir ne kadar süre daha ödeyeceğiz.