29-08-2025
İsmet Berkan

Türkiye Varlık Fonu ne iş yapar, ne işe yarar?

Türkiye Varlık Fonu ne iş yapar, ne işe yarar?

Hiç merak ettiniz mi, ‘Amerika Varlık Fonu’ diye bir fon neden yok? Veya Birleşik Krallık Varlık Fonu, Fransa Varlık Fonu, Almanya Varlık Fonu?

Ama Norveç’in bir Varlık Fonu var.

Diğerlerinin neden yok, Norveç’in neden var? Bu sorunun cevabı bir başka Batı Avrupa ülkesinin, Hollanda’nın yaşadığı tecrübede gizli.

Hollanda petrol gelirlerini doğrudan bütçesine gelir olarak yazmanın, bu sebeple yaşadığı geçici zenginleşmenin cezasını çok ağır ödedi.

İşte bu yüzden, ülkeler petrol başta olmak üzere doğal kaynaklardan eğer gelir elde ediyorlarsa bunları ulusal bütçelerinin dışında değerlendirmeyi tercih etti.

Bakıyorsunuz, hep böyle petrol geliri, gaz geliri olan ülkelerin varlık fonları var. Bu gelirler fonda toplanıyor ve dünya finans piyasalarında değerlendiriliyor. Norveç’in varlık fonu dünya çapında çok önemli bir yatırımcı. Singapur’un, Birleşik Arap Emirlikleri’nin, Suudi Arabistan’ın varlık fonları da öyle.

Bu fonlardan bazıları ana sermayeleri olan ülkelerine ait doğal kaynaklardan gelen gelirlerin bazen çok ötesine geçen başarılı yatırım getirileri elde ediyor. Ayrıca bu ulusal fonlar sayesinde elde edilen siyasi etki gücü de cabası.

Peki ama Türkiye’nin neden bir varlık fonu var? Bu sorunun cevabını o fonun kurulduğu 2016 yılından beri kimse vermedi.

Hangi ihtiyaca binaen veya eldeki hangi avantajı daha iyi değerlendirmek için bu fonun kurulduğunu bilmiyoruz. 

Türkiye Varlık Fonu’nun ana sermayesi, bu fona devredilen başta kamu bankaları olmak üzere bazı kamu şirketleri. Üstüne fonun kendisinin devraldığı bazı özel şirketler eklendi, mesela Türk Telekom, Turkcell gibi. Sonra mahkemeler tarafından el konup TMSF bünyesine geçmiş kimi şirketler de fon tarafından satın alındı. Dolayısıyla Türkiye Varlık Fonu bir “holding”e dönüştü.

Ama bir de fonun fon olmaktan kaynaklanan fonksiyonları olması gerek… Tabii o fonksiyonları yerine getirmesi için fonun kasasında likit para olması lazım.

Şimdi eski hazine bürokratı Çoşkun Cangöz’den öğreniyoruz, bu likiditeyi de Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi temin etmiş TVF’ye ve 216,7 milyar liralık devlet iç borçlanma senedini ödünç vermiş.

Buradaki tuhaflığı görüyorsunuz değil mi? Arkadaşınızdan borç alıyorsunuz ve ona borç senetleri veriyorsunuz ama arkadaşınız size aslında hiç para vermiyor. Sonra arkadaşınız dönüyor, sizin verdiğiniz borç senetlerini piyasada ciro ediyor veya kendi gerçek parasal borçlanmasına güvence gösteriyor.

Orijinal borçlu sizsiniz, senedin günü geldiğinde onu siz gerçek para ile ödeyeceksiniz ama parayı size borç veriyor gözüken arkadaşınız cebine atıyor, o kullanıyor. Günü geldiğinde size başlangıçta vaat ettiği o parayı verecek, ona güveniyorsunuz.

Bu tuhaf yöntem bir finansman yöntemi; devlet bunu çok nadir durumlarda ve ciddi yasal kısıtları içinde kullanabiliyor. Ne bileyim, kamu bankalarına böyle kağıtlar veriyor ve onların sermayesini arttırıyor mesela. Her gün ve her şey için kullanılan bir araç değil bu.

Varlık Fonu Hazine’den kendisine verilen borç senetleriyle kasasına koyduğu parayı ne iş için kullanıyor? Gidiyor mesela 1 milyar 650 milyon dolara Türk Telekom’un yüzde 55 hissesini bankalardan satın alıyor. Gerçekte devletleştirme yapılıyor ama yine de yapılan aslında devletleştirme değil, çünkü alan devlet değil devletin kurduğu fon.

Bu fon salt iktisadi amaçlarla, ülke kalkınması ve refahı için veya ulusal varlıkların sakıncalı yabancıların eline geçmemesi için mi çalışıyor? Kağıt üzerinde evet öyle.

Ama mevcut siyasal iktidarın bekası ve başarısı için kullanıldığına dair de çok sayıda söylenti var. Mesela, borsa düşerken borsaya giriyor, bir takım şirketlerin hisse senetlerini alarak borsadaki düşüşü yavaşlatıyor veya durduruyor. Hangi şirketi böyle kurtarmaya, hangisini ölüme terk etmeye nasıl karar veriyor, neye göre karar veriyor? Belli değil. Çünkü hesap vermiyor.

Fonun Yönetim Kurulu Başkanı bizzat Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Yönetimde sözde bazı “bağımsız” isimler de var. Ama Cumhurbaşkanı masanın başında otururken diğer isimler nasıl “bağımsız” kalabilir, mesela Cumhurbaşkanıyla çatışmayı göze alıp bir karara direnebilir, belli değil. Fon yönetim kurulunun ne sıklıkla toplandığını, düzenli toplanıp toplanmadığını bile bilmiyoruz. Oysa bu fakir ülkenin muazzam kamu kaynaklarını kullanan bir kurumdan söz ediyoruz. Şeffaflık hak getire.

Fonun bir bürokrasisi, çalışanları ve yönetimi var. Bunların bir bölümü bir dönem bazı kişisel saltanat iddialarına konu oldu, fonun yönettiği şirketler ve fonun kendisi Sayıştay, dolayısıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi denetimine açık olmadıkları için, mesela bu şirketlerde yönetim kuruluna atananların kaç para huzur hakkı aldıklarını ya da yönettikleri şirketlerden ne gibi imkanları kullandıklarını bilmiyoruz.

Varlık Fonu’nun mesela bir “private equity” fonu gibi çalışıp çalışmadığını, hissedar olup içine sermaye koyduğu şirketlerin değerlerini arttırıp sonra satıp satmayacağını da bilmiyoruz. Şimdilik bu fon ardı ardına şirket devralıyor, henüz bir satışı yok. Kaldı ki eğer satmaya kalkacak olursa o zaman ne şekilde satacağını da bilmiyoruz.

Varlık Fonu ilginç biçimde dış borçlanma da yapıyor. En son İslami finansta ‘sukuk’ adı verilen kira sertifikaları ihraç edip 750 milyon dolar borç aldı. Bu borca yüzde 6,95 faiz ödenecek. Fonun elde ettiği bu kaynakla ne yaptığını da bilmiyoruz.

Bu Varlık Fonu meselesi önümüzdeki dönemlerin en çok konuşulan meselesi olacak ve büyük olasılıkla fon tasfiye edildiğinde ortaya çıkan borcu da yine biz ödeyeceğiz.

Halit Yukay’ın neden ve nasıl öldüğünü belki hiç öğrenemeyeceğiz

Halit Yukay’ın neden ve nasıl öldüğünü belki hiç öğrenemeyeceğiz

Yaşanan vahim bir deniz kazası. Hikayeyi herkes biliyor ama ben tekrar edeceğim. 

Kendisi yat tasarımcısı olan ve tersanesi de bulunan Halit Yukay, 4 Ağustosta saat 15.10’da Yalova Marina’dan ayrıldı. Hedefi o akşam hava kararmadan yaklaşık 170 deniz mili mesafede olan Bozcaada’ya ulaşmaktı. 

O gün Bozcaada’da gün batımı yaklaşık saat 20.25’te gerçekleşecekti. Yani kabaca 5 saatte bu mesafeyi almak istiyordu Yukay. Bu durumda bütün yolu saatte ortalama 34 mil gibi denizde muazzam bir süratte gitmesi gerekiyordu.

Nitekim, yakın arkadaşı oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ ile saat 17.09’da yaptığı son telefon konuşmasında Marmara Adası civarında olduğunu söyledi. Burası aşağı yukarı yolun yarısıydı, neredeyse 80 deniz mili. İki saatte bu mesafeyi kat etmişti bile.

Ama unutmamak gerek: Sonrasında Çanakkale Boğazı’nda kurallar gereği yavaş seyretmek zorundaydı. O yüzden orada kaybedeceği zamanı daha sakin bir deniz olan Marmara Denizi’nde telafi etmeye çalışıyordu büyük olasılıkla.

Kullandığı tekne yazdığım gibi son derece hızlı ve çevikti. Böyle bir teknenin sürati 7-8 mil olan yük gemisi Arel 7 tarafından batırılması için denizde bir motor arızası veya başka bir sebeple hareketsiz duruyor olması gerekirdi.

Ama Arel 7’nin Yukay’ın teknesinin üstünden geçip onu parçaladığına neredeyse kuşku yok artık. Hem Arel 7’de Yukay’ın teknesinin boya ve çarpma izleri var, hem Yukay’ın batık teknesinde Arel 7’nin izleri.

Peki öyleyse ne oldu, nasıl oldu da Yukay’ın teknesi denizde öylece kalakaldı, Arel 7’nin de o sırada mangal yakmakla vs meşgul olan personeli denizdeki bu tekneyi görmedi, üstünden geçti?

Akla gelen yegane izah Yukay’ın teknesinin Arel 7 çarptığında zaten alabora olmuş, yani ters dönmüş olarak denizde durduğu ve batmak üzere olduğu.

Yoksa tekne düz dursa hem Arel 7’den fark edilirdi, hem de tecrübeli bir denizci olan Halit Yukay en azından suya atlayarak kendini kurtarırdı. Kaldı ki Yukay’ın 17.09’da Kıvanç Tatlıtuğ ile telefonu kapattıktan sonra bir daha telefonuna ulaşılamamış olması teknesine 17.09 ile Arel 7’nin çarptığı düşünülen 17.20 arasında bir şey olduğu izlenimini kuvvetlendiriyor.

Yukay’ın teknesi 17.09’da Kıvanç Tatlıtuğ ile konuşurken olduğu gibi yaklaşık 40 mille yol almaya devam ediyor olsa Arel 7 ile yolu zaten çok daha önce kesişirdi. Tekne hareket halinde olsa, bu çarpışma hiç yaşanmazdı, çünkü Yukay’ın teknesinin radarı çok önceden Arel 7’yi görür, büyük olasılıkla o sırada devrede olan otopilot onu dakikalar öncesinden başlayarak uyarırdı. Son saniyeye kadar bir dalgınlık olsa bile o çevik tekne rahatça gemiden kaçardı.

Peki ne oldu Halit Yukay’ın teknesine? Bir spekülasyon bugün 10Haber’de var, acaba ani ve yerel bir hortum çıktı, Yukay’ın teknesini alıp ters mi çevirdi? Bu çeşit iklim olaylarının Marmara’da çok nadir ama Ege ve Akdeniz’de sıcak yaz aylarında sık sık yaşanabildiğini biliyoruz. Bu olaylar açık denizden çok kıyıya yakın kesimlerde yaşanıyor. Yukay’ın teknesi de kaza anında Marmara Adası ile Tavşan Adasının arasında seyir halindeydi.

Ama tabii bu spekülasyon. Belki hiçbir zaman Halit Yukay’ın ölüm sırrı çözülemeyecek.