02-09-2025
İsmet Berkan

Bir kız çocuk babası olarak en büyük korkum

Bir kız çocuk babası olarak en büyük korkum

İlk haber İstanbul’dan geldi. 15 yaşındaki bir kız çocuğu Hilal, üstelik de Boğaziçi Üniversitesi kampüsü içinde 20 yaşındaki “erkek arkadaşı” tarafından öldürüldü.

Dün bir haber de Mersin’den geldi. Bu kez 16 yaşındaki bir başka kız çocuğu Hiranur bir asker uğurlama gecesi sonunda erkek arkadaşı tarafından öldürüldü.

Bu haberler size ne ifade ediyor bilmiyorum ama 15 yaşında bir kız çocuğu babası olarak bana dehşet veriyor.

Anne-baba olmak demek zaten sürekli, kaç yaşında olurlarsa olsunlar çocuklarınız için yerli yersiz endişe etmek demek.

Miami’de üniversite öğrencisi bir genç kadın yatağında hayatını kaybedince bu haber size doğrudan yurt dışında bir başına okumakta olan oğlunuzu hatırlatıyor, hemen başlıyorsunuz endişelenmeye.

Biri İstanbul’da, biri Mersin’de iki kız çocuğu “erkek arkadaşları” tarafından öldürülünce daha büyük bir endişe başlıyor: Ya 15 yaşındaki kızınızın başına da böyle bir şey gelirse…

Bu endişelerin bir bölümü elbette mantık dışı, hatta saçma.

Ama bazıları maalesef gerçek olmaya çok yakın şeyler. Özellikle kızım için duyduğum endişe böyle.

Türkiye’de de, dünyada da büyük bir sosyo-kültürel değişim çağının göbeğinde yaşıyoruz. Tam tersi olması gerekirken erkek çocuklar arasında maço kültürü, hatta kabadayılık kültürü daha da yayılıyor.

Biz kadın cinayetleri sadece ülkemizin sorunu sanıyoruz, ama gelişmiş Batı ülkeleri dahil bütün dünyada maalesef kadın cinayetleri epey yaygın.

Kadın cinayetlerine bakın, ne dediğimi anlayacaksınız. Katillerin pek çoğu genç, hatta bir kısmı çocuk denecek insanlar. Maço kültürünün neredeyse meşru görülmesinin ve giderek yayılmasının bir uzantısı bu hiç kuşkusuz.

Etrafımda öyle tuhaf erkek kıskançlığı hikayeleri duyuyorum ki dehşete kapılmamak imkansız. Tanınmış, önemli ve saygın ailelerin çocukları liseli kız arkadaşlarının başka erkeklerin de bulunduğu herhangi bir ortama girmesine bile izin vermiyor mesela. Daha doğrusu vermemeye kalkabiliyor.

Özgüven eksikliğinin maçoluğa giden yolu bu kadar kolay kısaltması çok çarpıcı.

Snapchat’te konum paylaşmanın kısa süreliğine kapatılması veya yazılan bir mesaja anında cevap verilmemesi inanılmaz sonuçlar yaratabiliyor.

12-19 yaş arası çocukların bu konum paylaşma sosyal medyaları sayesinde 24 saat birbirini takip ettiği, edebildiği bir dönemde yaşıyoruz. Birbirlerini, kim kiminle aynı mekanda veya birbirine yakın görebildiği, Türkçeye “ısrarlı takip” diye çevrilen “stalking”in normal ve sıradan bir davranış haline geldiği bir kültür çağındayız.

Bütün bunların üzerine binen bireysel silahlanmanın yaygınlaşmasını, ateşli silahlara ulaşmanın kolaylaşmasını göz önüne aldığınızda 15 yaşındaki Hilal’in veya 16 yaşındaki Hiranur’un öldürülmesindeki kolaylığı anlamak da mümkün oluyor. Katiller de aslında “çocuk” denmesi gereken kişiler ve ellerinde tabancaları var.

“Toksik erkeklik” ve “toksik ilişki” diye kavramlar var hayatımıza yeni giren. Sanırsınız ki bu “toksik”likler (yani zehirlilikler) ender rastlanan durumlar. Hayır öyle değil. Genç kuşaklar içinde bu zehirli, kötücül kişilerin yaygınlığı insanı şaşırtacak kadar fazla. Çünkü yeni kültür bunu da destekliyor, yüceltiyor.

Kendi çocukluğunuzla bugünkü çocukları kıyaslıyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Bugünün çocukları ellerindeki akıllı telefonlar sayesinde dünyanın ve Türkiye’nin her yeriyle aynı anda bağlantı halinde, dünyada ve hayatta olup bitenler hakkında bilgileri inanılmaz boyutlarda. 

Sosyal medyaların algoritmaları sayesinde tanıdıkları dünya tamamen çarpıtılmış yanlış bir dünya aslında ama bunu siz biliyorsunuz, onlar değil. Algoritmaların öne çıkardığı trol paylaşımları ile gerçekte olması gereken dürüst, iyi ve güzel dünya arasındaki mesafe inanılmaz ve maalesef çocuklarımızın algıladığı dünya, daha fazla etkileşim almak uğruna inanılmaz şeyler yapan o trollerin ve adına “influencer” denen ne olduğu belirsiz kişilerin anlattığı dünya.

Peki anne-baba olarak bu sizin için yeni ve sık sık da korkutucu olan dünyada ne yapabilirsiniz?

Açıkçası herkes kendi yolunu bulmaya çalışıyor. Çocuğunuza güvenmekten vazgeçmemek, onu sizin “doğru” bildiğiniz yolda tutmak için sürekli iletişim halinde olmak gerek, evet doğru ama bunu başarmak kolay değil. Çünkü “kuşak farkı” ve “kuşaklararası iletişimsizlik” denen şey hiç bugünkü kadar elle tutulur somutlukta bir şey olmamıştı.

Siz anne-baba olarak Mars’tansınız, 15 yaşındaki çocuğunuz ise Venüs’ten. Birbirine paralel iki ayrı değerler evreninde yaşıyorsunuz. Bu iki değerler evrenini birbirine yaklaştırmaya çalışmaktan vazgeçmemek gerek. Ama bunun nasıl yapılacağını da kimse bilmiyor, herkes kendince el yordamıyla bir yol bulmaya çalışıyor.

Bir kız çocuk babasının bugünkü hezeyanları bunlardı işte.

Esas mesele değerli konut vergisi

Esas mesele değerli konut vergisi

Bugünlerde herkes oturduğu yerin, sokağın yeniden belirlenen emlak rayiç bedelini öğrenme, artış oranına bakıp dava açıp açmamayı düşünme aşamasında. Ülkede en çok konuşulan konunun bu olduğunu söylemek yanlış olmaz.

Rayiç bedel, bir gayrımenkulün o belediye sınırlarındaki en düşük satış bedeli anlamına geliyor. O yüzden, rayiç bedel aslında çoğu durumda “rayiç bedel” falan değil. Malum “rayiç” geçerli demek. Çoğunlukla gayrımenkullerin o gün için geçerli değeri, belediyenin belirlediği bu “rayiç bedel”in üzerinde.

Neyse o başka bir tartışma. Rayiç bedeller 4 yılda bir güncelleniyor. Bu güncelleme her seferinde bu yıl olduğu gibi tartışmaya sebep oluyor. Ama bir kere belirlendi mi, izleyen yıllarda rayiç bedel “yeniden değerleme oranı” denen ve Cumhurbaşkanı tarafından ilan edilen oranın yarısı kadar arttırılıyor, bir nevi otomatiğe bağlanıyor.

Bu bedel iki sebeple önemli: 1. Gayrımenkuller için her yıl belediyeye ödenen emlak vergisi bundan hareketle hesaplanıyor; 2. Gayrımenkulün alım satımında bu bedele dayalı olarak tapu harcı belirleniyor.

2026’da ödenecek emlak vergileri için rayiç bedellerde, özellikle de büyük kentlerin bundan 4 yıl önce tarım arazisi veya düz arsayken bugün konut imarına açılmış bölgelerinde yüzde 5 bine yakın artışlar var. Bu vergiler insanların canını sıkacak miktarlara yükseliyor bu bölgelerde. Ama şehirlerin sadece buraları değil, her yerinde ciddi artışlar var.

Aslında artışın bir bölümü normal. Çünkü hem enflasyon çok arttı bu son dört yılda hem de emlak değerleri. Ama tabii bunu o vergiyi ödeyeceklere anlatmak zor.

Fakat bu rayiç bedel artışlarının bir başka sonucu daha var, esas bence tartışılması gereken konu o.

Türkiye 2019 yılında büyük tartışmaların ardından düpedüz bir servet vergisi olan ve bu yüzden bana göre Anayasaya da, evrensel hukuka da aykırı yeni bir vergiyi devreye aldı: Değerli Konut Vergisi.

Bu vergi şu anda değeri 15 milyon 709 bin liranın üzerinde olan konutlara uygulanıyor. 15 milyon 709 bin lira dediğiniz, güncel kurla 400 bin dolar bile etmiyor. Bugün diyelim İstanbul’da 400 bin dolara 3 odalı bir ev bulmak hiç kolay değil. İstanbul’da bu anlamda zaten çok sayıda ev “değerli konut” sınıfına giriyor ve vergisi ödeniyor.

Ama şimdi, rayiç bedel artışıyla birlikte çok daha sıradan apartman daireleri de ansızın “değerli konut” sınıfına girecek ve emlak vergisinin yanı sıra bu evler için değerli konut vergisi de ödenecek.

Emlak rayiç bedelleri her yıl devletin ilan ettiği yeniden değerleme oranına bağlı olarak artsa bile işte görüyorsunuz 4 yılda bir yeniden de güncelleniyor. Oysa değerli konut vergisi rakamı hiç böyle bir güncellemeye tabi olmadı, bu rakam sadece yeniden değerleme oranına bağlı olarak arttırılıyor ve öyle olduğu için de neredeyse 1+1 daireleri bile kapsar hale gelmiş durumda. Seneye durum daha da vahimleşecek.

Emlak vergisi artışı neyse ama hiç değilse bu değerli konut vergisi rakamı sahiden “değerli” konutları kapsar hale getirilse…