05-09-2025
İsmet Berkan

Bugün göreceğiz, Ankara’da hakimler var mı yok mu?

Bugün göreceğiz, Ankara’da hakimler var mı yok mu?

Gündemdeki siyasi meseleyi yazılı hukuk kurallarına bakarak, mahkeme kararlarına bakarak konuşmanın ne kadar anlamı var, sahiden bilmiyorum.

Güç siyaseti, reel politika veya benim adlandırmamla “Karanlık orman”ın kurallarının hakim olması hukuku konuşulmaz yapıyor.

Ama ben bugün son kez bir daha hukuk konuşacağım. Çünkü bugün, Ankara’da 11 yüksek hakim ve beş parti temsilcisinden oluşan Yüksek Seçim Kurulu, doğrudan kendi varlığını ve hepimiz açısından seçim güvencesini ilgilendiren bir konuda karar verecek.

Konu, zaten biliyorsunuz ama şu: İstanbul’da bir Asliye Hukuk Mahkemesi, CHP’nin 2023 yılında yapılmış İstanbul il kongresiyle ilgili bir ara kararı verdi, ortada “yaklaşık ispat” ve “ağırlıklı ihtimal” olduğunu belirterek CHP İstanbul yönetimini görevden alıp yerine bir kayyım heyeti atadığı gibi bir de CHP’nin İstanbul’da devam eden ilçe kongreleri sürecini de durdurdu.

Bu karar sonrası İstanbul’un üç ilçesinde ilçe seçim kurulları toplanıp CHP’nin kongrelerini iptal etti. Yani bir anlamda YSK’nın ilçe düzeyindeki temsilcisi hakimler mahkemenin kararının geçerliğini kabul etmiş oldular. CHP duruma itiraz etti, İstanbul’daki il seçim kurulu da aynı yönde davrandı, Asliye Hukuk’un daha önce aynı seçim kurullarının onayından gemiş olan CHP kongre sonuçlarını tedbiren engelleme ve geleceğe dönük kongreleri yasaklama yetkisi olduğunu düşündü.

Oysa birinci günden beri bütün tartışma bu Asliye Hukuk mahkemesinin kendisinde olmayan bir yetkiyi kullandığı, gerçekte yetkinin hakimlerden oluşan seçim kurullarında olduğu üzerinden yürüyordu.

CHP orada durmadı, konuyu Ankara’ya, Yüksek Seçim Kurulu’na taşıdı. İşte bugün YSK’yı oluşturan 11 yüksek hakim ve partilerden gelen beş temsilci tam bu konuyu konuşacak: Yetki kimde? Mahkemenin bir yetkisi var mı, yoksa YSK mı yetkili?

Burada kısa bir hatırlatma yapmam gerek: Seçimlerde hile iddiaları her zaman olur. YSK’nın tamamen matematiksel mantıktan kaynaklanan yerleşik bir uygulaması var: Hile iddiasına konu olan oyların toplamı seçimin o an mevcut sonucunu değiştirmeye yeterli mi değil mi? Eğer yeterli değilse YSK iddiaya hiç bakmaz bile, öyle ya, hileli olduğu söylenen oyların tamamı değişse bile sonuç değişmiyorsa zaten mesele yok. Ancak tersi olursa, sonucu etkileyecek kadar çok oydan söz ediliyorsa YSK konuya yakından bakar.

İstanbul’daki CHP il kongresinde oyların veya delege iradesinin sakatlandığı iddiaları hakkında karar alan Asliye Hukuk mahkemesi evet bir yandan “yaklaşık ispat” ve “ağırlıklı ihtimal” gibi tuhaf tanımlarla karar veriyor ama bu iddialara konu kişilerin veya oyların sonucu etkileyecek sayıda olup olmadığını incelemiyor bile kararında. Ama işte gördünüz, bu çarpıcı eksikliğe rağmen İstanbul’da üç ilçe seçim kurulu kararı yeterli gördü bile ve kendi eski kararlarını silip attı.

Şimdi bugün göreceğiz, YSK kanunların kendisine verdiği tartışmasız yetkiye rağmen mahkemenin kararını tanıyacak mı, tanımayacak mı?

Bu, bir anlamda Türkiye’de geçmişte yapılmış bütün seçimlerin sonuçlarının tartışılır kılınıp kılınmayacağına, YSK’nın varlığının anlamlı olup olmayacağına ve ülkemizde hukukun hala uygulanıp uygulanmadığına dair bir ilk sınav olacak.

YSK bugün “Mahkemenin böyle bir yetkisi yoktur, ilçe kongreleri yapılabilir” derse sorun ortadan kalkmayacak. Evet belki ilçe kongreleri yapılacak ama YSK’nın kararı Asliye Hukuk’un kararını ortadan kaldırmayacak. Çünkü YSK, Asliye Hukuk’un temyiz makamı değil.

O yüzden hukukun dar ve karanlık koridorlarında kaybolacağız ama hiç değilse bileceğiz, Ankara’da hakimler var.

Peki, YSK da mahkemeye uyup “İlçe kongreleri yapılamaz” derse ne olacak? İşte o zaman da bileceğiz ki ülkemizde hukukun bütün kalelerine girilmiş durumda (Bir tek henüz Anayasa Mahkemesi’nden emin değiliz ama orada da üye yapısı değiştiği için o kaleye de çoktan girilmiş olabilir).

Geriye bir hukuk kalmadığında “Karanlık Orman”a da artık inkar edilemez biçimde adım atmış olacağız. Bundan sonra haktan haklıdan haksızdan hukukun emrettiğinden değil sadece gücün kimde olduğundan konuşacağız.

Güç kimdeyse hukuk da onun elindeki bir araç olacak.

Şu anda gücün kimde olduğu belli: Tayyip Erdoğan’da.

Ama yine de o gücü kağıt üzerinde sınırlayacak bazı ufak tefek son kırıntılar var.

O kırıntılardan bir tanesi, daha doğrusu son çıkış noktası seçimler.

CHP’nin mevcut yönetimi bugün YSK’dan aleyhte bir karar çıkması durumunda takkesini önüne koyup bütün seçeneklerini konuşmak zorunda kalacak.

Çünkü YSK’nın kendi yetkisini Asliye Hukuk’a devretmesi halinde, Ankara’daki Asliye Hukuk mahkemesinin de benzer bir karar alıp Özgür Özel ve Parti Meclisi’ni görevden alacağına yerlerine de kayyum heyeti atayacağına dair geriye hiçbir kuşku kalmayacak. Bu sadece bir zaman meselesi haline gelecek.

Türkiye’de siyasi partiler böyle durumlarla ilk kez karşı karşıya gelmiyor. Bugün iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi tam olarak böyle bir durumun, yargı eliyle yapılan bir darbenin sonucu olarak kuruldu, Fazilet Partisi kapatılınca kalabalık bir grup bu partiden ayrılıp kendilerine yeni bir parti kurdular ve ilk seçimde de yüzde 35’le iktidar oldular.

Kürt siyasi hareketi aynı durumda kaç parti kurdu, saymıyoruz bile. Bugünkü DEM Parti bir zamanlar HDP’nin “yedek partisi”ydi. HDP henüz kapatılmadı ama onlar “Neme lazım” diyerek DEM’e geçtiler bile.

Şimdi aynı şey dört gün sonra 102. kuruluş yıldönümünü kutlayacak olan Cumhuriyet Halk Partisi’nde de yaşanır mı?

Düştüğümüz duruma bakın ki CHP yönetiminin önündeki seçeneklerden biri de bu.

Kolay değil CHP adını terk etmek, CHP’yi “sözde CHP’li” gördükleri eski genel başkan ve ekibine bırakmak. O yüzden zor bir karar.

Doğal lideri hapiste olan, onun yokluğunda ciddi bir lider olarak yükselen Özgür Özel’in koltuğunu kaybetmekte olduğu bir siyasi hareketten söz ediyoruz.

2002’de Ak Parti’yi kuran siyasetçilerin o zamanlar Fazilet Partisi içinde muhalefet yaparlarken isimleri “Erdemliler Hareketi”ydi. Medya onlara “Yenilikçiler” diyordu ama onlar kendilerine “Erdemli” demeyi tercih ediyordu (Erdem, biliyorsunuz fazilet demek).

Türkiye’de muhalif siyaset zaten bir darboğazda, o boğazın iyice daraldığı ve tarafların bir seçim yapmaya zorlandığı günlerden geçiyoruz.

Halit Yukay nasıl öldü, teknesi nasıl battı?

Halit Yukay nasıl öldü, teknesi nasıl battı?

Bu konuda daha önce iki yazı yazdım, bugün bir denizci dostumdan gelen bir bilgi notun ışığında yeniden yazacağım.

Halit Yukay 4 Ağustos günü saat 15.10’da Yalova Marina’dan çıkış yapıyor. Bu saati kesin olarak biliyoruz, çünkü kamera kaydı var.

Bundan yaklaşık 2 saat sonra, 17.09’da arkadaşı ünlü oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ ile telefonda konuşuyor. Bu saati de kesin olarak biliyoruz. Tatlıtuğ ondan ısrarla konumunu söylemesini istiyor, Halit Yukay ise geçiştiriyor.

Ama konuşmadan Yukay’ın Marmara Adası civarında olduğunu anlıyoruz.

Tam saatini bilmiyoruz ama 17.20 sularında Arel 7 adlı gemi Marmara Adası’nın kuzeyinden geçip Gebze limanına doğru yol alırken bir teknenin üzerinden geçiyor. Kaptan, denizde tahta parçaları da görülünce geri dönüyor, kaza yaptığı yerin etrafında bir tur atıyor ama sonra yoluna devam ediyor.

Arel 7’nin Yukay’ın teknesi Graywolf’un üzerinden geçip onu parçaladığı artık tartışılmıyor bile. Hem Arel 7’deki hem de Graywolf’un kalıntılarındaki boya izleri bu durumu kanıtlıyor.

Geriye kalan soru şu: Graywolf’u Arel 7 mi batırdı, yoksa Graywolf zaten denizde bir kaza geçirip alabora olmuştu, Arel 7 o ters dönmüş teknenin mi üzerinden geçti?

Şu an bütün şüpheler Arel 7’nin üzerinde ve zaten geminin kaptanı da tutuklu olarak cezaevinde. Ama denizcilik camiası henüz tam olarak tatmin olmuş değil.

Halit Yukay’ın kullandığı, zaten kendi tasarımı ve üretimi olan Graywolf adlı tekne iki adet 370 beygirlik Volvo Penta motora sahip, 1000 litre yakıt kapasiteli, maksimum hızı 34 deniz mili, seyir hızı ise 28 deniz mili olan bir tekne.

Teknenin bu teknik özelliklerine bakarak ilk söylenen şu: Bu teknenin Halit Yukay’ın Kıvanç Tatlıtuğ’a söylediği ve planladığı gibi 5 saatte, hava kararmadan Bozcaada’ya ulaşması mümkün gözükmüyor. Seyir hızında, yani 28 deniz mili hızda gidecek olsa saatte 220 litre yakıt yakacak ve 130 mil kadar yol kat edecek. Oysa Yalova marinadan Bozcaada liman yaklaşık 170 mil.

Halit Yukay daha yavaş yol almayı göze alsa 7-8 saatte Bozcaada’ya tek depoyla varabilir ama kazanın olduğu (Yukay’ın cesedinin de bulunduğu) yer, Yalova’dan itibaren çok hızlı yol aldığını, yani çok yakıt tükettiğini gösteriyor.

Zaten büyük olasılıkla bu yüzden Kıvanç Tatlıtuğ ondan konumunu söylemesini istiyor, o ise söylemiyor. Söylese Tatlıtuğ ona büyük olasılıkla “Yavaşla” diyecek. Denizde sürat çok tehlikeli bir şey çünkü.

Bu yüksek süratte göz önüne mutlaka alınması gereken bir başka faktör hava durumu. Meteorolojinin 4 Ağustos tarihinde Marmara Denizinin o kesimi için o saatlere dair bildirdiği hava durumu, rüzgarın 4-6 kuvvetinde, dalga yüksekliğinin ise 2 metreye ulaşabileceği.

Bu hava aslında pek sert olmayan, hele yelkenliler için neredeyse ideal rüzgar şartlarını veren bir hava. 2 metre dalga yüksekliği de, tecrübeli denizciler için seyirde rahatsızlık verse bile çok önemli değil.

Ama Graywolf unutmayalım ki tabanı düz, yani salması olmayan ve 12 metre uzunluğunda bir tekne. Normalde bu tekne için de 2 metrelik dalga bir tehlike oluşturmaz ama 20 milin üzerindeki süratlerde bu dalgalarla başa çıkmak kaptan tecrübesi ve denizin rahatsız etmesine rağmen yol alma azmi gerektirir. Yoksa süratini düşürerek daha az rahatsızlık veren bir ortamda da gidebilir tekne aslında.

Burada teknik bir bilgi: Rüzgarın 4-6 kuvvetinde olması, ‘Beaufort Ölçütü’ (Bofor) adı verilen çizelgeye göredir. 6 şiddetindeki rüzgar saatte 22-27 deniz mili (knot) esen kuvvetli rüzgar demektir. 6 şiddetindeki rüzgarda denizde dalgaların “serpinti” oluşturma ihtimali de artar (Kıvanç Tatlıtuğ’un Yukay ile konuşurken telefonda ‘sağanak rüzgar’ sesi gibi bir ses duyduğunu söylediğini unutmayın).

Tecrübeli denizciler, Halit Yukay’ın 6,5-7 deniz mili hızla karşı istikametten gelen Arel 7 gemisinden kaçınabilecek çeviklikte ve hızda bir teknesi olduğunu hesaba katıyor ve bu kaçınmanın olmamasının sebebi için o anda Graywolf’un hareketsiz durumda olmasına daha yüksek ihtimal veriyor.

Tekne bir motor arızası yaşıyor ve denizde öylece duruyor, sürükleniyor olsa bile Halit Yukay’ın Arel 7’yi fark edip can yeleğini giyip denize atlaması mümkündü aslında. Kaldı ki Arel 7’nin de Graywolf’u fark etmiş olması gerekirdi.

O yüzden denizciler Yukay’ın teknesinin alabora olmasına, su üstünde görünen kısmının çok küçülmesine ve Yukay’ın da teknede sıkışmış kalmış, yüzememiş olmasına daha fazla ihtimal veriyor.