19-09-2025
İsmet Berkan

Kültürel hegemonya savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör

Kültürel hegemonya savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör

Amerikan televizyonlarında radyo zamanlarından kalma bir gelenek var. Gece geç vakitte komedyenlerin talk-show programları başlıyor. Bunlar adı üstünde sohbet programları ve ama başlangıçlarda hep programın sahibinin bir de monologu oluyor.

Komedi, komedyenlerin stand-up adı verilen şovları binbir çeşit elbette. Komedyen de malzemesini hayatın her alanından topluyor.

Son yıllarda malzemesini siyasetten alan şovlarda ciddi bir artış var. Bu artış tesadüf değil, gelişmeye bakınca siyasetten komedi çıkartmak sadece komedyenlerin kişisel tercihi de değil.

Örneğin Jimmy Fallon veya Seth Meyers gibi siyasi rengi pek olmayan komedyenler bile ağırlıkla siyasetten söz etmeye başladılar.

Aslında Jimmy Kimmel de öyle siyasi bir kişilik değildi geçmişte, ama son iki gündür bir siyasi fırtınanın ortasında. Çünkü programında, Amerika’da geçen hafta öldürülen aşırı sağcı Charlie Kirk’ten birilerine göre saygısızca söz etti diye programı yayından kaldırıldı.

Öyle durduk yerde de kaldırılmadı; Amerikan yönetimi programı yayınlanan kanalın patronu olan Disney’i de, bu programı yayınlayan yerel TV istasyonlarını da açıkça tehdit etti. Amerikan Başkanı Donald Trump da programın yayından kaldırılması sonrası sevincini gizlemedi, hatta daha ileri gidip kendisini eleştiren bütün kanalların yayın lisanslarının iptal edilmesi gerektiğini söyleyecek kadar ileri gitti.

Televizyon mecrası giderek önemini kaybetse de hala etkili olmaya devam eden bir mecra ve Türkiye’de de Amerika’da da iktidarın gözü bu mecranın üzerinde.

Kimmel’in programının yayından kaldırılması Amerika’da bekleneceği gibi hemen bir ifade özgürlüğü tartışması başlattı. Dün gece yayınlanan bütün geç vakit komedi programlarında program suncusu komedyenler Jimmy Kimmel ile dayanışma halindeydi, bazıları bir hayli ağır sözlerle ve yayınlarda Başkan Trump’ı eleştirdi.

Aslında evet, konu elbette ifade özgürlüğüyle ilgili ama esas nedeni biz Türkiye’den çok daha iyi biliyoruz: Esas mesele kültürel hegemonya savaşı.

Kapitalist dünyada medya para kazanmak için var. Para kazanmak için reklam yayınlamalı ve reklamverenlerin tercih ettiği tüketim gücü görece yüksek kesimlere hitap etmeli.

Tam da bu yüzden, toplumun en altındaki kesimlerinin, reklamverenlerin hiç ilgisini çekmeyen büyük kalabalıkların medya tarafından fazla önemsenmemesi veya sadece alay konusu olarak ele alınması biraz eşyanın tabiatı gibi.

Önce ülkemizde, sonra dünyanın geri kalanında yükselen yeni popülizm ise kendisine oy deposu olarak medyanın bu görünmez kıldığı kalabalıkları hedef seçti. Dikkat edin, Tayyip Erdoğan’dan Victor Orban’a ve Donald Trump’a kadar bütün bu son 20-25 yılın popülist liderleri ülkelerindeki ana akım medyayla açıktan kavga ederek seçim kazandı.

Ama yine eşyanın tabiatı gereği, seçim kazandıktan sonra en büyük hatalarını yaptılar, kendilerine düşmanca davranması sayesinde seçim kazandıkları o medyaları değiştirmeye giriştiler, kendilerine yandaş medya yarattılar.

Bugün Türkiye’de ölçmek çok kolay değil ama herhalde yerleşik medyanın yüzde 90’dan fazlasında hükümet eleştirisi duyamazsınız. Medya artık reklamverenlerin değil doğrudan iktidarın arzusuyla yayın yapıyor, para kazanmayı ikinci plana alıp esas iktidarla arasını iyi tutmaya çalışıyor, çünkü parasını iktidarla iyi ilişkileri sayesinde kazanıyor.

Reklamverenlerin yerleşik medyadan çekilmesi de ülkemizde bu koca endüstriyi yok olma aşamasına getirdi. Bakın, koca koca TV kanalları artık eskisi kadar para kazanamadıkları için maliyetleri çok artan dizileri teker teker iptal etmeye başladı. Yakında o alıştığımız pahalı yapımların yerini çok daha ucuza maledilen başka yapımlar almaya başlayacak. Çünkü ülkemizde TV sektörü reklamsızlıktan ötürü ölüyor.

Reklamverenlerin tercih ettiği TV seyircisi başka yerlere kaçtı; eğlence/kültür sektöründe hegemonya savaşı bu savaşın kaçınılmaz parçası olan sansür ve diğer anlatım kısıtları ortaya neredeyse tek tip bir eğlence anlayışı çıkarınca pek çok kişi eğlence ihtiyacını dijital kanallarda ve platformlarda gidermeye başladı.

Amerika’da Trump iktidara geleli daha bir yıl bile olmadı ama bakınca bu ülkede yaşananlarla son 25 yıldır ülkemizde yaşananlar arasında ciddi benzerlikleri görüyor insan. Amerikan medyası da Türk medyası olma yolunda emin adımlarla ilerlemeye başladı bile.

Göreceksiniz, günü gelecek Trump TV’lerin yayınladığı dizilere de karışacak; o dizilerde de “Amerikan değerleri” görmek istediğini söyleyecek. Bizdeki ahlak polisi RTÜK gibi tercihlerini belirtecek ve bu tercihlerin yerine gelmesi için devlet gücünü kullanmaktan geri durmayacak.

Çok uzun değil yakın zamanda Amerikan televizyonlarının seyirci tercihleri değişecek, bu onların reklam gelirlerinin azalmasını beraberinde getirecek.

Tabii böyle sonuçlar Türkiye’de olduğu gibi Amerika’da da siyasetçinin hiç umurunda olmayacak. Yerleşik medyanın veya “merkez medya”nın en önemli fonksiyonlarından biri toplumu bir arada tutan temel direk olması. Türkiye bu direğini kaybetti, siyasetçinin bu hoşuna bile gitti, seçimleri toplumdaki keskin bölünme sayesinde kazandığını düşünüyor çünkü.

Şimdi aynı filmin Amerika’da neredeyse bire bir oynanıyor olması bu ülkenin geleceği hakkında da hepimize fikir veriyor aslında.

Bir haftada 11, toplamda 60 milyar dolar

Bir haftada 11, toplamda 60 milyar dolar

Hepimizin aylardır bildiği, kuruş kuruş hesabının yapıldığı bir konu dün Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek tarafından da resmen kabul edildi.

Şimşek geçenlerde enflasyon programının “her şeye rağmen” başarılı olduğunu anlatmak için “Bu yıl başımıza gelmeyen şey kalmadı” demişti. işte o başa gelen şeylerden biri de Ekrem İmamoğlu’nun hapse atılması şokuydu.

Mehmet Şimşek dün bir CHP milletvekilinin sorun önergesine verdiği cevapta ilk hafta Merkez Bankası’nın piyasaya 11 milyar dolar sattığını doğruladı. Şimşek’e sorulmayan ve sorulmadığı için cevaplanmayan konu döviz rezervindeki kanamanın sadece bir haftalık bir şey olmadığı, neredeyse temmuz ayına kadar bu kanamanın devam ettiği ve toplamda 60 milyar dolar satıldığı.

Evet Merkez Bankası temmuz ortasından itibaren kaybettiği rezervi yerine koydu ama gelen para o çıkan para değildi. Çıkan 60 milyar dolar henüz güveni geri kazanmış değil, çoğunlukla hala dolarda durmaya devam ediyor.

Evet elbette sonunda Türkiye serbest piyasa ekonomisi ve isteyen parasıyla istediğini yapar ama rezervlere bir anda ve siyasi kaygılarla böyle bir zarar vermek, kaçınılmaz biçimde makro ekonomik düzelmeyi erteler. Nitekim Merkez Bankası 19 Marttan aylar sonra o sabah geçerli olan faiz oranının altına inmeye cesaret etti, o da sadece yarım puan altına.

Adli olmaktan çok siyasi bir operasyon olan 19 Mart’ın elbette bir siyasi maliyeti de olacak ama ondan önce ekonomik maliyeti oldu ve o ekonomik maliyet de ödenecek siyasi bedeli arttıracak.