08-10-2025
İsmet Berkan

Erdoğan iktidarı kendi içine doğru bir çöküş içinde mi?

Erdoğan iktidarı kendi içine doğru bir çöküş içinde mi?

Bana soracak olursanız Türkiye ve Tayyip Erdoğan iktidarı son bir yıldır çok ilginç bir döneme girdi.

Bu dönemin baskın özelliği, pek çok icraatın sanki son derece kısa bir vade için yapılıyormuş gibi gözükmesi ama bir yandan da iktidarın uzun vadeli, en azından 2028’deki seçime kadar yerinden kıpırdamayacak gibi durması.

Eğer ufukta bir seçim yoksa, durduk yerde Cumhuriyet Halk Partisi’ni bu kadar yoğun bir yargı baskısına almak gerekmiyordu. CHP’ye yönelik baskı belki kısa vadede iktidar için kazanç getirici gibi durabilirdi ama orta uzun vadede kaybettireceğine kuşku yoktu.

Ama iktidar bu kısa vadeli baskıya girişti, bakın bu baskı sayesinde veya baskı yüzünden bugün Ekrem İmamoğlu hapiste olmasına rağmen inkar edilemez, hatta tartışılamaz biçimde CHP’nin doğal karizmatik lideri oldu.

Bu ülke tarihinde kaç kişi 15,5 milyon yurttaşın oyuyla bir makama aday gösterildi? Bu ülkede kaç kişi için ortada bir seçim bile yokken 24 milyon imza atıldı?

Hapisteki Ekrem İmamoğlu bugün her gün karşımızdaki Tayyip Erdoğan’dan çok daha popüler, çok daha büyük halk desteğine sahip bir lider. Bunun ayan beyan bu hale gelmesinin yegane sebebi, Tayyip Erdoğan iktidarının son bir yıldaki davranışları.

İmamoğlu’nun bu olağanüstü popülerliğinin bana göre ortaya koyduğu en büyük gerçek, Tayyip Erdoğan ve kurmay ekibinin stratejik düşünmeyi tamamen unuttuğunu artık inkar edilemez bir gerçek olarak karlımıza koyması. Erdoğan ve ekibinin kararlarına artık geniş bir açıdan ve en azından orta vadeyi gözeten bir aklın değil, neredeyse günü birlik yaşayan tepkisel bir aklın hakim olduğunu net biçimde görüyoruz.

Hepimiz öteden beri biliyoruz, Tayyip Erdoğan her zaman her şeyin merkezinde yer alan bir lider. Karar verme mekanizmalarında da 2003’te başbakan olduğundan beri merkezde o var.

Ama 2018’de başlayan başkanlık rejimi, Tayyip Erdoğan’ın geçmişteki yönetme biçimi için bile büyük bir merkezilik getirdi. Artık gerçekten her şeyin merkezinde sadece bir kişi var, bu yöntemin “Tek adam yönetimi” diye eleştirilmesi boşuna değil, gerçekten de tek adam yönetimi.

Merkezde tek kişinin belki yakın çevresindeki danışmanlara sorarak belki sormayarak aldığı kararların stratejik derinliği olan şeyler olmaktan çıkıp günü birlik tepkisellikler haline gelmesini sadece onun muhalifleri fark etmiyor. Hatta herkesten önce Tayyip Erdoğan’ın geniş yakın çevresinde yer alanlar bu durumu görüyor.

Epey bir zamandan beri biliyoruz ki, artık Tayyip Erdoğan’ın kala kala bir tane stratejik önceliği kalmış durumda: Kendini yeniden seçtirmek.

Ülkeye hizmet, ne bileyim mesela enflasyonu düşürmek, mesela refahı arttırmak, mesela kendisinin de şikayetçi olduğu eğitimdeki aksaklıkları gidermek vs bunların hiçbiri artık stratejik hedef falan değil. Bu konuların tamamı gündelik kararlara, kimi siyasi pazarlıklara, hatta çoğu zaman tepkiselliklere emanet edilmiş konular.

Benim görüşüm, bu yakın çevrenin (ki aslında hayli kalabalık bir grup bu) merkezdeki, yani Tayyip Erdoğan’daki stratejik aklın yok olmasını fark eder farketmez en temel iç güdülerine döndüğü, ortak iyilikten çok kendi kişisel güvenliklerini, refahlarını ve güçlerini düşünmeye başladıkları.

Lidere ihanet veya ondan ayrı hareket etmek akla gelen bir şey değil, hepsi elbette Tayyip Erdoğan’a tam anlamıyla biat etmiş kişiler bunlar ama Erdoğan’da yaşanan değişimi kendi lehlerine kullanmak için de yarış halindeler.

İşte bu yarış hali artık o kadar belirginleşti ki, zaman zaman bu gruplar veya kişiler arasında ciddi çelişkiler yaşanabiliyor. Ve bu çelişkiler de dışarıya “Tayyip Erdoğan sonrası için yarış var” izlenimi veriyor. 

Geçen gün yazmaya çalıştım, “Erdoğan sonrası” diye bir şey yok. En azından Tayyip Erdoğan’ın kafasında böyle bir şey yok.

Ama şu doğru: Stratejik derinliğini kaybeden Tayyip Erdoğan’ı o tarafa veya bu tarafa çekme çabası gösteren bazı aktörler var.

Çeşitli yargı operasyonlarından bir ucu dış politikaya değen konulara kadar pek çok konuda bu çekiştirme hali giderek daha belirgin olarak gözüküyor.

Erdoğan’ı yeniden seçtirmekten başka hiçbir siyasi veya ekonomik projesi olmayan, bu yeniden seçtirme arzusu dışında onları birbirine yapıştıran hiçbir şey kalmamış bir geniş topluluktan söz ediyoruz.

Bu topluluk bazen çok acımasızca yaşanan kendi iç çekişmelerini veya çelişkilerini gizleyemezse, kendi içine doğru çökmeye başlayacak.

Bazen böyle çöküşler hiç umulmadığı kadar hızlı da olabilir.

Bizim devletimiz tek bir düğüm atmak, tek bir kilit koymakla yetinmez

Bizim devletimiz tek bir düğüm atmak, tek bir kilit koymakla yetinmez

Kimse hatırlamaz büyük ihtimalle, bundan 20 yıl önce artık AB’ye tam üye olan Güney Kıbrıs’ın Türkiye ile gümrük birliğine dahil olup olmayacağını tartışıyorduk.

AB bizden limanlarımızı vs Kıbrıs gemilerine açmamızı ve bu ülkeyle gümrük birliği uygulamamızı istiyordu; Türkiye ise bunu yapmayacaktı.

O günlerde benim aklıma sahiden limanlarımızı Kıbrıs gemilerine açacak olsak bunun için ne yapmamız gerektiğini, hangi mevzuatın değişmesi gerekeceğini öğrenmek düştü.

Bu konularla ilgili üst düzey bir diplomatın cevabını hiç unutmam: “Bizim devletimiz bir konuyu yasaklamak istediğinde tek bir düğüm atmakla, kapıya tek bir kilit takmakla yetinmez. Üst üste düğümler, üst üste kilitler kullanır. Limanların açılması da öyle neredeyse imkansız hale getirilmiş bir mesele, yarın sabah siyasi irade olsa bile bu konuyu çözmek aylar alır.”

Bu hikayenin aklıma gelmesinin sebebi dün Selahattin Demirtaş konusunda yaşananlar. Demirtaş 2016’dan beri cezaevinde. Kendisi bile artık takip edemez hale gelmiş olabilir, o kadar çok sayıda ayrı davada yargılanıyor, o kadar çok defa tutuklandı, o kadar defa mahkumiyet aldı ki, onu yarın sabah serbest bırakmak isteyen bir siyasi irade oluşsa bile bunu başarmak kolay değil.

Birkaç gündür Demirtaş’ın bugün, yani 8 Ekim günü için serbest kalmasıyla ilgili bir takım haberler dolaşımdaydı. Ben de bana soranlara buna hiç ihtimal vermediğimi söylemiştim. Çok şey bildiğimden değil, Demirtaş’ı serbest bırakmanın sadece bürokrasisinin bile son derece karmaşık olduğunu bildiğim için.

Ben kendi adıma Demirtaş’ın birinci günden beri haksız yere hapiste tutulduğunu, aldığı mahkumiyetin haksızlık olduğunu düşünenlerdenim. Hakkındaki en büyük suçlama Kobani konusunda Demirtaş bırakın kışkırtıcı olmayı ciddi anlamda yatıştırıcı rol oynadı, bunu da o dönemin başbakanı dahil herkes gayet iyi biliyor.

Ama işte devletimiz onu hapse atarken tek bir düğüm atmadı, üst üste onlarca düğüm attı ki, serbest kalması hiç kolay olmasın.

Maalesef 9 yıldır onu hapiste tutmaya devam ediyoruz.