31-10-2025
İsmet Berkan

Bugün yaşadığımız Türkiye tam olarak ‘Ankara kriterleri’ zaten

Bugün yaşadığımız Türkiye tam olarak ‘Ankara kriterleri’ zaten

Tayyip Erdoğan ilk kez Kopenhag Kriterleri yerine “Ankara kriterleri” dediğinde ondan birkaç metre ötede bir sandalyede oturuyordum.

Bir gazeteci arkadaşımız, evet o zamanlar Tayyip Erdoğan’a gazeteci sorusu sorulabilirdi, Kopenhag Kriterlerinin uygulamasını ve Avrupa Birliği’nin buna rağmen Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerini başlatmama ihtimalini sormuştu.

Erdoğan da, temel demokratik değerlere, hukuk devletine ve insan haklarıyla azınlık haklarına verdiği değeri, bu değerleri savunmak için Avrupa’ya ihtiyaç olmadığını, bu değerlerin hayata geçmesini Avrupa istiyor diye değil Türkiye için iyi olduğundan ötürü savunduklarını anlatmak amacıyla “Biz de o zaman yolumuza ‘Ankara Kriterleri’ ile devam ederiz” demişti.

Erdoğan aynı basın toplantısında benim sorum üzerine “İşkenceye sıfır tolerans uygulayacağız” da demişti mesela.

Bu sözlerin söylenmesinden sadece bir yıl sonra Avrupa Komisyonu, Türkiye’nin Kopenhag Kriterleri adı verilen demokratikleşme ve insan haklarına uyum sağlama kriterlerini “yeterince yerine getirdiğini” söyledi ve AB liderlerine Türkiye ile tam üyelik müzakerelerinin başlamasını tavsiye etti.

Şimdi tarih öncesi çağlar gibi geliyor ama Türkiye çok kısa sürede öylesine önemli ve büyük demokratikleşme reformları yaptı, aynı zamanda bu reformların uygulamasını da gerçekleştirdi ki, ünlü The Economist dergisi bu yapılanlara “Sessiz devrim” adını verdi, bugün aynı dergiden hiç hoşlanmadığını bildiğimiz Tayyip Erdoğan o “Sessiz devrim” lafını benimsedi, yıllarca dilinden düşürmedi, “Biz sessiz devrim yaptık” dedi.

Sonra ne oldu peki?

2013’te Gezi olaylarıyla birlikte birden bire Tayyip Erdoğan’ın içinden “dediğim dedik, öttürdüğüm düdük” diyen birisi çıktı, baskının ve otoriter yönetimin gazına bastıkça bastı. Kendisine karşı gördüğü her itirazı kaba güç kullanarak susturan bir insana dönüştü.

17-25 Aralık operasyonlarını “Bana karşı darbe yapılıyor” diye savuştururken eğer canı isterse mahkeme kararları uygulamayabileceğini, buna gücü olduğunu fark etti.

15 Temmuz darbe girişimini “Rabbimin bir armağanı” olarak görmesi boşuna değildi; FETÖ’yü bastırmak için elde ettiği olağanüstü meşruiyeti kullanarak bütün muhalefeti baskı altına aldı, kamudan FETÖ ile ilgisi olmayan onbinlerce insanı işten attı. Kendine sadakatle bağlı bir yargı, bir ordu ve bir polis gücü inşa etme fırsatına çevirdi FETÖ mücadelesini.

Kopenhag Kriterleri, o olmazsa ondan bile ileri olacağı söylenen “Ankara Kriterleri” çoktan unutulmuş, uzak geçmişten hoş bir seraba dönüşmüştü. Arada Avrupa Birliği Komisyonu’nun “Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti geriledi, Kopenhag Kriterleri artık yerine getirilmiyor” diyen raporu Türkiye’de tartışma gündeminde bir madde bile olamadı.

Dün hem Kopenhag Kriterlerini hem de bu vesileyle Ankara Kriterlerini hatırlamamıza vesile bir olay yaşandı. Türkiye’nin AB üyeliğine neredeyse temel engel ülke olan Almanya’nın Başbakanı Ankara’ya geldi ve “Sizi AB’de görmek istiyoruz, Kopenhag Kriterleri temelli diyalog başlatalım” dedi.

Bir Alman gazeteci çıktı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir gazeteci sorusu sordu, Ekrem İmamoğlu’nun başına gelenleri de hatırlatarak “Türkiye, Avrupa Birliği’nden ne istiyor ve birliğe ne sunuyor?” diye sordu.

Erdoğan, kendi 20 küsur yıl öncesini unuttu, ‘Ankara kriterleri’ni yarım ağızla yeniden tanımladı, “Çünkü biz Kopenhag kriterleri noktası için hep ‘Kopenhag kriterleri bizim için olumsuz bir yaklaşım süreci değil, eğer bu kriterler noktasında Türkiye’ye yaklaşılıyorsa bizim de Ankara kriterlerimiz vardır’ dedik. Ankara kriterleriyle biz Avrupa ve dünyaya açılırız” cevabını verdi.

Almanya Başbakanı onun gibi düşünmüyordu. Aynı soruya o “Türkiye’de verilen kararlar Kopenhag koşullarını yerine getirmiyor. Hukuk devleti, demokrasi konusunda Avrupa’da anladığımız şekilde… Diyaloğun sürdürülmesi gerekecek. Türkiye’nin önemli bir rol oynamasını istiyoruz. Böyle bir perspektif için Komisyon’un da raporları gerekiyor, bu sadece Almanya’nın değerlendirmesi değil tüm AB’nin değerlendirmesi. Bu diyaloğu sürdüreceğiz. Ayrıntılı bir şekilde görüştük, endişelerimi ifade ettim. Örneğin yargının bağımsızlığıyla bizim anlayışımızla bağdaşmayan konular olduğunu söyledim” cevabını verdi.

Bu basın toplantısıyla gördük ki, Tayyip Erdoğan kendisine atılan AB paslarını artık görmezden geliyor. Alman Başbakanı konuyu açmasa içeride AB konusunun ve Kopenhag Kriterlerinin konuşulduğundan haberimiz olmayacaktı, çünkü Erdoğan bundan hiç söz etmedi.

Bugün içinde yaşadığımız Türkiye’nin hukuk düzeni ve demokratik standartlarından Tayyip Erdoğan’ın hiç şikayeti yok. Oysa 25 yıl önce çok şikayetçiydi.

Çünkü bugünkü Türkiye tam da Erdoğan’ın istediği “Ankara Kriterleri” ülkesi. Dünyanın geri kalanından hukuk, demokrasi, insan hakları gibi temel değerler söz konusu olduğunda tamamen ayrı, adeta kendi başına bir gezegen ülkemiz.

Bir güvercin tedirginliğindeki Türk ekonomisi

Bir güvercin tedirginliğindeki Türk ekonomisi

Hrant Dink’in öldürülmezden önce yazdığı yazının başlığıydı “Bir güvencin tedirginliği…” Ben de ondan ödünç aldım.

Bu sabah 10Haber’de bir haber var: Muhalefete yönelik yargı baskısı yüzünden son bir haftada Merkez Bankası bir kez daha 10 miyar dolardan fazla rezerv satmak zorunda kalmış.

19 Mart operasyonu sonrası banka rezervlerinden 60 milyar dolar satılmış, Merkez Bankası faiz arttırmak zorunda kalmış, aynı rezervi yerine koymak aylar sürmüştü.

Şimdi casusluk operasyonu sonrası yeniden piyasa tedirgin oldu ve yeniden insanlar TL’den kaçıp dolara yönelmeye başladı.

Bu sarkaç hareketinin dünyada bu kadar sık yaşandığı kaç ülke vardır? Üstelik bu sarkaç bir takım ekonomik sebeplerle değil tamamen siyasete dayalı sebeplerle gidip geliyor sürekli.

CHP’ye yönelik kurultay iptali davası ortadan kalkıyor. Hop bir iyimserlik geliyor. Yoksa yeniden hukuk devletine mi dönülüyor ümitleri… Ama bu iyimserlik fazla sürmüyor, son derece tartışmalı br casusluk soruşturması açılıyor. Hop sarkaç geri gidiyor, TL varlıklardan çıkılıyor, dolara koşuluyor.

Bu kadar sık ruh hali değişen, bu kadar ürkek olan bir piyasadan ekonomiyi düzeltmeye, hele hele istikrar elde etmeye imkan ve ihtimal yok.

Dün giden para yarın Merkez Bankasına geri gelir elbette ama ne pahasına?