08-09-2023
İsmet Berkan

Meral Akşener belki de doğrusunu yapıyordur

Meral Akşener belki de doğrusunu yapıyordur

Seçimden beri muhalefet cephesinde yaşanan dağınıklık herkesin malûmu. Bu dağınıklığın bir tane sebebi var: Seçimde alınan başarısız sonuçlar.

14 Mayıs günü seçimin ilk turu yapılırken genel muhalefet cephesi irili ufaklı çok sayıda ayrı partiye bölünmüştü. Zaten seçime 24 siyasi parti girdi. Ama bunlardan sadece 7’si Meclis’e milletvekili sokmayı başardı. Sonradan CHP listesinden giren 3 partinin milletvekilleri ayrıldı kendi partileri döndü vs.

Muhalefet partilerinden altısı, biliyorsunuz seçime ittifak halinde girdi. Ama 6 partiden biri, İyi Parti seçimde tek başına ve kendi listesiyle yarışırken diğer 5 parti CHP çatısı altındaydı. Sonuç olarak bu 6’lı ittifak toplamda yüzde 35’ten biraz fazla oy aldı. Buna karşılık iktidardaki Cumhur İttifakı yüzde 50 civarında oy alarak seçimin mutlak galibi oldu.

14 Mayıs gecesi büyük hayal kırıklığına uğrayan muhalefetin yegane ümidi, 28 Mayıs’ta yapılacak Cumhurbaşkanı seçimini kazanmaktı. Ama Kemal Kılıçdaroğlu o seçimi muhalefet adayı olarak kazansa bile 14 Mayıs seçimi kaybedildiği için Meclis’te azınlıkta kalacak, aslında yapmak istediği işlerin hiçbirini yapamayacaktı. Nitekim o seçimi de kazanamadı zaten, Tayyip Erdoğan yüzde 52 oyla yeniden Cumhurbaşkanı seçildi.

Fakat yine de, çıkmamış candan ümit kesilmez misali, muhalefet oy veren (en azından milletvekili seçiminde Cumhur İttifakı’na oy vermeyen) yüzde 50’ye yakın seçmen açısından travma 14 Mayıs akşamından 28 Mayıs akşamına ertelendi. Hatta öyle bir şey oldu ki, bu seçmen grubu sırf o travmadan kurtulabilmek ümidiyle 28 Mayıs öncesinde daha da fazla ümitlendi, daha da fazla çoşkulu davrandı.

Sonuç, 28 Mayıstaki yenilginin 14 Mayıs’takinden bile daha büyük bir travma yaratması oldu. Her büyük travma gibi bu travma da kendisine öfkesini yönelteceği bir yer aradı, çok da uzağa bakması gerekmiyordu zaten, öfke Kemal Kılıçdaroğlu ile CHP’ye patladı.

Daha geçen gün gelen PanaromaTR araştırmasında çok çarpıcı bir sonuç var. Seçimde Tayyip Erdoğan’a oy verenlerin kabaca üçte biri, bugün Tayyip Erdoğan’ı başarısız buluyor..

Seçimde oyunu Kemal Kılıçdaroğlu’na verenlerin ise yüzde 93’ü, evet yanlış okumadınız yüzde 93’ü onu başarısız buluyor.

Bu dehşet verici rakamı aslında sokakta, kahvede, berberde, hatta belediye otobüsünde etrafınızdaki konuşmalara bakarak siz de rahatça teyit edebilirsiniz. İnsanların Kılıçdaroğlu’nun adını duymaya bile tahammülü yok.

Ama bir bakıyorsunuz, partisi içindeki genel başkanlık yarışında Kemal Kılıçdaroğlu önde gidiyor.

Siyasetin gerçeklerden, sokaktan, gündelik hayattan ve vatandaştan kopukluğuna dair daha çarpıcı bir örnek olamaz herhalde.

CHP’yi benden daha yakın izleyen ve bilen kimi uzmanlara göre bu kopukluğun, daha doğrusu Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı bu desteğin arka planında, bu parti örgütlerinin giderek daha fazla belirli bir etnik ve mezhepsel bağlantıya teslim olması yatıyor. 

Adıyla söyleyelim, Aleviler, CHP yönetim kademelerinde toplumdaki temsillerini kat be kat aşan oranda temsil ediliyorlar. İlçe ilçe, il il ve milletvekili aday listeleri üzerinden verilen son derece çarpıcı yoğunlaşma örnekleri var.

CHP’nin hayatın ve toplumun gerçeklerinden kopukluğu, bu partideki ‘değişim’ arayışlarının bir yere varamayacağı yorumlarına neden oluyor.

Anlaşılan o ki, bu yorumu yapanlardan biri de Meral Akşener’in bizzat kendisi.

İyi Parti lideri Meral Akşener ardı ardına iki önemli çıkış yapıp pozisyonunu güçlü şekilde vurguladı. Akşener, ittifak sisteminden ve CHP ile yaptığı ittifaktan memnun değil, seçimi kaybetme pahasına yerel seçimde ittifak yapmayacak, en fazla ilçe düzeyinde işbirliklerine açık.

Akşener’in ‘Pazarlıkta el yükseltmek için yapmıyorum’ dediği, ‘İstanbu ve Ankara’yı kaybetmeyi göze aldım’ diye eklediği bu sert çıkışını iki düzeyde ele almak mümkün.

Birinci düzey, İyi Parti’den çok CHP’yi ilgilendiriyor. Akşener, ‘Eğer CHP değişmeyecekse, Kemal Kılıçdaroğlu ile yola devam edecekse biz yokuz’ diyor olabilir. Özellikle Ekrem İmamoğlu’na bu mesaj. İyi Parti’nin yokluğu halinde İstanbul’u yeniden kazanması mucizelere kalan İmamoğlu, ‘Öyleyse ben genel başkanlığa aday olayım’ diye düşünebilir, hatta belki Akşener o öyle düşünsün istiyor.

İkinci düzey, Akşener’in CHP’den tamamen ümidi kesmesi olabilir, ki şu an en gerçekçi durum bu zaten. O yüzden gidiyor Muharrem İnce ile ittifak değilse bile işbirliği olanaklarını araştırıyor, böylece yerel seçimde hem kısmi bazı başarılar kazanma hem de partisinin genel oy düzeyini yüzde 14-15’lere getirme hesapları yapıyor olabilir.

Eğer CHP değişmeyecek, şu kısa süre içinde silkinip kendi içinden yeni bir muhalefet anlayışı ve yeni bir liderlik çıkartmayacaksa, bu yolla yeniden küskün ve travma geçirmiş kitleleri motive edemeyecekse, belki de Meral Akşener kendisi ve partisi açısından en doğrusunu yapıyor.

İmamoğlu’nun İstanbul’da seçilme şansı zaten çok düşük

İmamoğlu’nun İstanbul’da seçilme şansı zaten çok düşük

Gerçekçi olmakta fayda var. İyi Parti ile seçim işbirliği yapılsa, yani bu parti İstanbul’da büyükşehir için aday çıkartmasa ve Ekrem İmamoğlu’nu açıkça desteklese dahi, İmamoğlu’nun 2024’te seçilme şansı oldukça düşük. Çünkü İmamoğlu’na sadece İyi Parti seçmeni yetmiyor, üstüne bir de Yeşil Sol Parti ile Türkiye İşçi Partisi’nin seçmeninin desteğine de ihtiyacı var. Bu partiler aday çıkardığı takdirde, İmamoğlu’nun potansiyel oylarını 6-8 puandan fazla eksiltebilirler.

Seçmen elbette olduğu yerde durmuyordur ama yine de 14 Mayıs seçim sonucuna bakmakta fayda var. Doğrudur, Kemal Kılıçdaroğlu hem 14 Mayısta hem 28 Mayısta İstanbul’da Tayyip Erdoğan’dan daha fazla oy aldı. Hatta 28 Mayıs’ta Kılıçdaroğlu yüzde 52’ye yakın oy almayı başardı.

Ama unutmayın, 14 Mayıs’ta partilerin aldığı oya bakınca Cumhur İttifakı’nın oyu Millet İttifakı’ndan 10 puan daha fazlaydı. YSP ve TİP’ten oluşan Emek ve Özgürlük ittifakının yüzde 12 oyuyla Millet İttifakı ancak öne geçebilir. Yani Kemal Kılıçdaroğlu’na verilen oyların en azından yüzde 10’luk bölümü bu ittifak seçmeninden gelmişti.

Şimdi o ittifak tek tek veya birlikte aday çıkarırsa, bu Ekrem İmamoğlu’nun yüzde 6-8 civarında potansiyel oyunun eksilmesi anlamına gelecek. Bu yüzde 6-8 yoksa, İyi Parti’nin İmamoğlu’nu desteklemesi anlamsızlaşacak. Kaldı ki desteklemiyor zaten. 14 Mayıs’ta CHP’nin İstanbul oyu yüzde 29 değildi. Ak Parti ise tek başına yüzde 36’ya yakın oy almıştı.

Burada iki şey var: 

Birincisi, belli ki İmamoğlu görev yaptığı 4 yılda kentte sınırlı ölçüde başarılı olmuş, Ak Parti oylarının yüzde 42’den 36’ya inmesinde belki rol oynamış ama CHP oylarını yüzde 27 civarından 29 civarına sınırlı bir biçimde yükseltebilmiş.

İkincisi ve daha önemlisi: Tipik İmamoğlu ve CHP seçmeni bu kez bırakın 2019 yerel seçimini 14 Mayıstaki kadar bile motive değil; en büyük zorluk o seçmeni sandığa gelip oy kullanmaya ikna etmekte.

Kaldı ki, muhalefet seçmenini en çok motive eden şeyin Tayyip Erdoğan ismi üzerinden yaşanan kutuplaşma olduğunu biliyoruz. Ya bu seçimde Tayyip Erdoğan eskisi kadar kutuplaştırıcı bir figür olmazsa, o zaman ne olacak? Bundan en büyük zararı Ekrem İmamoğlu görebilir.

Her şart altında şunu söylemek belki en önemlisi: Ekrem İmamoğlu’nun seçilmesini sağlayacak faktörlerin hemen hemen tamamı İmamoğlu’nun dışında, dolayısıyla onun kontrolunda olmayan faktörler.

Kendi gücü, geçmiş başarısı ve liderlik nitelikleri dışında bunca çok dışsal faktöre yaslanan bir kişinin seçilmesi kolay mı?

Borsadan başka gidecek yer olmayınca…

Borsadan başka gidecek yer olmayınca…

Türkiye’de para uzun süreden beri gidecek yer arıyor. Banka faizleri ve Hazine faizleri reel getiri getireceğine zarar ettirdiği için yüksek enflasyondan korunmak isteyen tasarruf sahipleri konuttan otomobile, altından dolara kadar pek çok yere paralarını yatırıyorlar. Paranın aktığı bir başka önemli kanal ise doğal olarak borsa.

Borsa İstanbul endeksi yıl başından bu yana yüzde 49,5 getiri sağlamış. Enflasyona karşı yenik kalmış olsa bile aslında en iyi performanslardan biri borsada. Bu yüzden şirketler de yağmur gibi borsaya açılmaya uğraşıyor, hisse senedi satarak sermaye sağlamaya veya patronlarına para kazandırmaya çalışıyor.

Son örnek çok çarpıcı: İlk olarak internet üzerinden bir satış kanalı olarak başlayan ama zaman içinde fiziki mağazacılığa da geçen ebebek adlı şirket halka açıldı. Bu şirkete öyle büyük bir bireysel yatırımcı talebi geldi ki, halka açılmaya aracılık edenler ne yapacaklarını şaşırdı. 3 milyon 800 bin bireysel talep demek, Türkiye’de 18 yaş üzeri yetişkin nüfusun yüzde 5’i, yani her 20 yetişkinden biri demek. Bu denli yüksek talep olunca yatırımcılar çok düşük hisselerle yetinmek zorunda kaldı ama buna rağmen ebebek daha ilk gün yükseldi.

Yalnız bir mesele var: Borsaya olan yatırımcı ilgisi, şirketlerimizin performansından çok paranın gidecek başka adresi olmamasından kaynaklanıyor. Bu da, hisse fiyatlarının ister istemez yapay biçimde yükselmesine neden oluyor.

Bu çeşit ‘balon’larda her zaman en büyük zararı küçük yatırımcı görür, o yüzden dikkatli olmakta fayda var.

10Haber’e hoşgeldin Bahar

10Haber’e hoşgeldin Bahar

Bugün 10Haber’de, tiyatroseverlerin yakından tanıdığı yeni bir imzamız var: Bahar Çuhadar.

Gazetecilik mesleğine ilk başladığı günden beri tanıdığım Bahar, 10Haber’e çok şey katacak önümüzdeki günlerde.

Bugün onun bu yıl sahnelenecek tiyatroları kısaca anlattığı ilk yazısıyla, onun klasik sezon başlangıç tanıtımıyla başlıyoruz. 10Haber, Bahar sayesinde tiyatro seyircisinin en önemli rehber yayın organı haline geldi bile. Önümüzdeki dönemde tiyatro eleştirileri ve oyuncu/yönetmen/yazar söyleşileriyle yayınlarımız çok daha zenginleşecek.

Yeni evine hoşgeldin Bahar Çuhadar.

Bu ne asabiyet? Değer miydi berber sırası kavgasına

Bu ne asabiyet? Değer miydi berber sırası kavgasına

İstanbul Kartal’da bir berber. Sırada traş olmayı bekleyen 18 yaşındaki Türkican Yıldırım ile bir başka kişi arasında sırada sen mi öncesin ben mi önceyim tartışması çıkıyor. Kısa zamanda tartışma kavgaya dönüşüyor. Öteki adam Türkican’a bir yumruk vuruyor. Yere düşen Türkican komalık hale geliyor, üç gün hastanede yaşam savaşı verip ölüyor.

İnanılmaz bir şey, ailesi ve yakınları için kabul edilmesi mümkün olmayan bir acı.

Ama öteki taraftan da bakın: Berberde sen mi ben mi önce traş olayım diye gencecik çocuğa yumruk atan adam da hapis yatmasının ötesinde ömür boyu bununla yaşayacak, bir insanı öldürmüş olmanın ağırlığı az şey midir?

Değer miydi, traş sırası için kavga etmeye… Değdi mi?