04-08-2024
İsmet Berkan

Şişman adamı öldürür müydünüz?

Şişman adamı öldürür müydünüz?

Meşhur düşünce deneyini bilirsiniz:

Bir üst geçittesiniz. Karşıdan tramvay geliyor. Aşağıda beş kişi rayların üstüne bağlanmış durumda ve tramvayın sürücüsünün onları zamanında görüp durması imkansız. Kesin ölecek olan bu beş kişiyi kurtarmanın bir yolu var. Yanınızda duran şişman adamı kaldırıp üst geçitten aşağı, tramvayın önüne atarsanız evet şişman adam ölecek ama yerdeki beş kişi kurtulacak.

Bu durumda şişman adamı aşağı atar mıydınız?

Bu basit, hatta saçma soru ilk olarak 1967 yılında İngiliz filozof Philippa Foot tarafından ortaya atıldığından beri dünyanın her yerinde etikle uğraşan felsefeciler, psikologlar ve ilginç biçimde yapay zekayla uğraşanlar arasında tartışılıyor. İnternete girip ‘Trolley problem’ yazarsanız karşınıza çıkacak sayfa sayısına şaşar kalırsınız.

Daha önceden Wittgenstein’s Poker adlı kitabını (Türkçe’de Wittgenstein’ın Maşası adıyla yayımlandı) okuyup çok beğendiğim İngiliz belgeselci ve yazar David Edmonds tam da bu problemi anlatan çok güzel bir kitap da yazdı: ‘Would You Kill the Fat Man?’ (Şişman Adamı Öldürür Müydün, maalesef Türkçesi henüz çıkmadı).

Bu arada hala Netflix kolleksiyonunda duran The Good Place adlı dizinin ikinci sezonundaki bölümlerden birinin adı ‘Trolley Problem’di, izlememiş olanlara dizinin  tamamını tavsiye ederim.

***

Beş kişinin canını kurtarmak için bir kişiyi öldürür müydün sorusu uzaktakilere sorulduğunda pek çok kişi rahatça ‘Evet’ diyebilir ama bir de kendinizi sahiden o şişman adamı tramvayın önüne atacak kişinin yerine koyun. Aynı gönül rahatlığıyla yine ‘Evet’ der miydiniz? Deseniz bile yapar mıydınız? 

Bir şeyi uzaktan söylemekle onu yapan kişi olmak aynı şey değil, kabul edin.

Bu tuhaf ahlak sorusu hafta içi aklıma yeniden geldi, çünkü bir an kendimi Almanya Başbakanı Olaf Scholz’un yerine koydum.

Düşünün, Vadim Krasikov diye bir Rus ajanı geliyor, Berlin’in göbeğinde bir parkta, üstelik de o parktaki çocuk oyun alanının hemen dibinde bankta oturan bir Çeçen ayrılıkçıyı herkesin gözü önünde öldürüyor, parktan kaçmaya çalışırken de yakalanıyor.

Suç üstü yakalanan Krasikov tabii ki cinayetten ömür boyu hapse mahkum ediliyor ve hapse atılıyor. Ama siz başbakan olarak bu tartışmasız katili serbest bırakıyorsunuz. Evet, o katilin karşılığında Rusya’da hapishanelerde öleceği hemen hemen kesin olan pek çok kişiyi kurtarıyorsunuz ama netice ortada: Bir katili serbest bıraktınız.

Daha ilginci şu, haberi dün 10Haber’de okudunuz, Almanya Başbakanı’nın uğruna bir katilin serbest kalmasını göze aldığı ve Rusya’dan ‘kurtardığı’ isimlerden üçü, ‘Bizi niye kurtardınız, biz ülkemizde kalmak, mücadele etmek, gerekiyorsa ölmek istiyorduk’ dedi. Üçü de ‘Bizim özgürlüğümüz uğruna bir katilin serbest kalmasını kabul edemiyoruz’ diyordu; üstelik artık mülteci durumunda oldukları Almanya’da ‘özgür’ olduklarını da düşünmüyorlardı.

Anlayacağınız Almanya Başbakanının durumu çok zor.

Fakat bu dünya işte yazının başında anlatılan ahlak problemindeki kadar basit değil, bunu da her gün görüyoruz.

Alın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’yu. 40 bin Filistinlinin kanı elinde. Bunların yarıdan fazlası kadın ve çocuk. Ama o gönül rahatlığıyla Amerikan Kongresi’nin önüne çıkıp ‘Hiç sivil öldürmedik’ diyebiliyor; o Kongreyi oluşturan çoğu da pek ahlakçı, neredeyse püriten Hıristiyan inancına sahip Kongre üyeleri ayağa kalkıp onu alkışlayabiliyor.

Büyük ihtimalle ‘Başka hayatları kurtarmak için şişman adamı öldürdük’ diyorlar kendilerine durumu savunurken. 40 bin Filistinli 7 Ekimdeki katliamda olduğu gibi daha çok Yahudi öldürülmesin diye öldürüldü onların mantığına göre ve doğrusu da buydu.

Bir başka göreli ahlak örneği bizden. Geçen gün Tahran’da bir suikaste kurban giden Hamas siyasi büro şefi İsmail Haniye için bayraklarımızı yarıya indirdik, yas tuttuk. Bize göre Haniye kutsal bir dava uğruna öldü, yani şehit oldu.

Ama Haniye’nin eli de kanlıydı. Hamas’ın pek çok kanlı eylemine onay vermişti, en son 7 Ekim saldırıları olmak üzere. Biz onun öldürdüklerine üzülmedik ama onun ölümüne üzüldük. Öldürenlere de lanet okuduk. Bize göre İsmail Haniye tramvay rayının üzerinde bağlı duranlardan biriydi, köprünün üzerindeki şişman adam değildi. Batı dünyası şişman adamı feda edip çok sayıda insanı ölümden kurtarmaktansa şişman adamı korumayı seçiyordu bize göre, isyanımız bunaydı.

Bu tarif etmeye çalıştığım duruma etikle uğraşanlar ‘göreli ahlak’ adını veriyor. Sana göre ahlak bana göre ahlak yani.

Şunu unutmayın, ahlaki görelilik hep içimizdeki birinin hepimizden daha ahlaklı olduğunu iddia etmesiyle başlayan bir şey.

Ben uzun zamandır ahlaki üstünlük taslayan biriyle karşılaştığımda hemen oradan uzaklaşıyorum. Size de tavsiye ederim.

Instagram’ın sansür algoritmasıyla ümitsiz savaş

Instagram’ın sansür algoritmasıyla ümitsiz savaş

Her şey 2016’da Donald Trump’ın daha önce kimsenin aklına gelmemiş bir yöntemle ve sadece 300 bin kişinin sandığa gitmesini sağlayarak ABD’ye başkan seçilmesiyle başladı.

Trump’ın ekibi bunu sosyal medya sayesinde, daha çok da, adıyla söyleyelim Facebook sayesinde başarmıştı. Amerika’da ‘swing state’ adı verilen, Demokratlar ile Cumhuriyetçiler arasında sürekli salıncak gibi sallanan bazı eyaletler var. Bu eyaletlerden bazılarında Trump ekibi Hillary Clinton’dan nefret eden ama zahmet edip Trump’a oy verip vermeyeceği şüpheli gruplar saptadı.

Sadece o gruplara özgü reklam ve yalan haber kampanyaları yapıldı, o grupların Clinton korkusu ve nefreti harekete geçirildi. Birkaç eyalet minicik oy farklarıyla kazanıldı. Sonuç, koca Amerika seçiminin kaderini sadece 50 bin kadar seçmenin belirlemesiydi.

Bu anlaşılınca seçim sonrasında kendilerine ‘ilerici liberal’ diyen çevreler birdenbire sosyal medyanın ne fena bir şey olduğunu anladı. Sosyal medya meğer insanları manipüle edebiliyormuş, bir günde bunu öğrendiler.

Başlayan tartışmalara kendisi de özü itibarıyla ‘liberal’ olan Facebook teslim olmak zorunda kaldı, o güne kadar hiç yapılmayan içerik filtrelemesi, doğruyu yalandan ayıracak, kışkırtıcılığı önleyecek filtreleme yolları aranmaya başlandı.

Tabii Facebook’ta her gün milyarlarca insan milyardan fazla şey paylaşıyor. Bunlara tek tek bakmak, bazılarında doğruluk kontrolu yapmak imkansız değilse de Facebook’un bütün kârlılığını yok edecek kadar masraf çıkaracak bir şey. O yüzden bu işi makinalarla, yani algoritmalarla yapmaya karar verdiler. Aslında bir çeşit yapay zekayla yani.

Unutmayın, Instagram da Facebook’un bir uzantısı. Çoğu zaman iki uygulama paralel çalışıyor. Reklam vermek istediğinizde tek kapıdan ikisine birden verebiliyorsunuz, paylaşımlarınızı iki tarafta birden yapabiliyorsunuz.

Facebook’un sansür algoritmasının hukukla şununla bununla bir ilgisi yok. O algoritma kendisine verilen ölçütlerle sizin paylaşımınıza bakıyor, mesela koymak istediğiniz bikinili fotoğrafınızı ‘pornografik’ bulabiliyor, mesajınızda yer alan siyasetçi fotoğrafını beğenmeyip paylaşımı tümden engelleyebiliyor, hatta zaman zaman size belli bir süre paylaşım yapma yasağı getiriyor. Biz medya çalışanları haberlerimizi Facebook ve Instagram üstünden de paylaştığımız için bu algoritmanın hassasiyetlerini zor yoldan öğrendik, ona göre hareket ediyoruz.

Algoritma zamanın ruhundan da çok etkileniyor. Örneğin 7 Ekimdeki Hamas katliamı sonrası İsrail Gazze’ye acımasızca saldırınca bu ülke kamuoylarında eleştirilmeye başlandı. Onun üzerine özellikle Amerika’da İsrail’e ve siyonizme yönelik her türlü eleştiri ‘Yahudi düşmanlığı’ olarak tanımlanır oldu. Filistinlilerin onlarca yıllık ‘Nehirden Denize Özgür Filistin’ sloganı birden bire ‘şiddet çağrısı’ oldu, Hamas sembolleri, hatta Filistin bayrağı, Filistinlilere özgü poşu bile ‘Yahudi düşmanı’ olarak nitelendi.

Harvard, Columbia, UPenn gibi saygın üniversitelerin bile direnemediği bu mahalle baskısına  Facebook’un direnmesi zaten mümkün değildi, algoritma bu yeni durumu da kapsamaya başladı.

Ama yanlış anlamayın, İsmail Haniye öldürüldükten sonra olmadı bu. Aylardır böyle. Aylardır Instagram’da ve Facebook’ta Hamas ve sembollerini paylaşmak isteyenler yapay zeka tarafından engelleniyor. Yani sansüre uğruyor. Etraf bu sansürden şikayet edenlerle dolu. Sansüre uğrayanlar arasında milyonlarca takipçisi olan Bela Hadid, David Chapelle gibi isimler de var. Eminim Türkiye’den de çok sayıda insan aynı algoritma sansürüne takıldı.

Ama aynı sansüre Türkiye’nin İletişim Başkanı takılınca konu birden büyüdü ve şimdi biz Instagram’ı yasakladık. Facebook şimdilik hala açık. Oysa aynı sansürü Fahrettin Altun orada da yemiş olmalı.

İşin ilginci, Instagram ve Facebook bütün Arap ülkelerinde açık durmaya devam ediyor. Onlar sansüre alıştı, Instagram’da yemek paylaşmaya devam ediyorlar. Yasaklamak bir tek bizim aklımıza geldi.

Ama savaştığımız şey bir algoritma. İnsan değil. Şirket değil. Elle tutulur bir şey değil. Bir dizi rakamdan oluşan bir şey.

Korkarım Instagram ülkemizde uzun süre kapalı kalacak.