30-09-2024
İsmet Berkan

İsrail’in Hizbullah’a yaptığı, Türkiye’nin PKK’ya yaptığı

İsrail’in Hizbullah’a yaptığı, Türkiye’nin PKK’ya yaptığı

İsrail’in sadece birkaç hafta içinde Hizbullah’ı ne hale getirdiğini bilmem izliyor musunuz?

Önce en önemli askeri komutanını ofis olarak kullandığı apartman dairesinde öldürdü.

Ardından en az üç bin Hizbullah mensubunun cebinde veya belinde taşıdığı çağrı cihazlarını patlattı. Bir anlamda o Hizbullah mensuplarını ‘işaretledi’.

Hemen ertesi gün bu kez Hizbullah’ın telsizleri militanların elinde patladı.

Ardından hava harekatına başladı, Hizbullah’ın füze rampalarını ve mühimmatını hedef aldı.

Ve son büyük darbeyle de örgütün 32 yıllık lideri Hasan Nasrallah’ı örgüt yöneticileriyle yaptığı toplantı sırasında öldürdü.

İsrail sivil öldürmekten çekinmiyor

Bütün bunları yaparken uluslararası hukuk veya savaş hukuku falan dinlemedi, kendisi açısından ‘üst düzey’ gördüğü bir hedefi yok etmek için sivilleri öldürmekten çekinmedi.

O üst düzey hedefler İsrail’in saldırmakta tereddüt edeceği varsayımıyla karargâhlarını sivil binalarda oluşturmuştu, bir anlamda o sivilleri kendilerine kalkan gibi kullanıyorlardı; İsrail bir süreden beri sivil ölümlerini önemsemiyor, dünya da ona söz geçiremiyor zaten. 

Baksanıza Gazze’de belki birkaç bin Hamas militan ve yöneticisini öldürmek için aralarında kadın ve çocukların da olduğu 40 binden fazla sivili öldürdü, dünya seyrediyor. Tam da bu sebeple, askeri hedef/sivil hedef ayrımı yapmaksızın Gazze’yi bombaladığı için Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde soykırım suçlamasıyla yargılanıyor İsrail.

‘Terörle mücadele’ kılıfı

İsrail bu yaptıklarını ‘terörle mücadele’ olarak adlandırıyor karşısındaki örgütler devlet dışı aktörler olduğu için.

‘Terörle mücadele’ ABD dahil pek çok ülkenin zaman zaman kullandığı kullanışlı bir kılıf; ABD mesela bu bahaneyle Afganistan ve Irak’ı işgal etti, işgalci güç olarak bu ülkeleri yıllarca yönetti, arkasında da büyük enkazlar bıraktı.

İsrail, geçmişte önce FKÖ, sonra Hizbullah’la mücadele adı altında Lübnan’ı defalarca işgal etti. Evet, 80’li yılların başında FKÖ’yü bu ülkeden çıkartmayı başardı, Suriye’nin Lübnan üstündeki etkisini çok geriletti ama bu kez ortaya doğrudan İran etkisindeki Hizbullah’ın çıkmasını engelleyemedi. Lübnan’daki Şii nüfus Hizbullah’ın temeli oldu.

Araplar 50 yıldır İsrail’le savaşmıyor, onun yerini terör aldı

İsrail 1948 yılında Arap toprağının ortasında bir zorlamayla kurulduğunda haliyle etrafında pek dostane bir coğrafya bulmadı. Etraftaki Arap ülkeleri, başta Suriye, Ürdün ve Mısır için İsrail işgalci bir güçtü.

Uzun yıllar boyunca defalarca savaşlar yaşandı, ama son 50 yıldır Arap ülkeleri İsrail’e karşı savaşmıyor. İsrail’le askeri mücadele işini 1973’teki son savaştan itibaren Filistin örgütleri sürdürmeye başladı. İsrail düzenli ordusu olan ve Batı dünyasından da destek alan bir devlet; Filistin örgütleri bu yüzden yöntem olarak gerilla savaşını ve terörü benimsedi.

FKÖ silahı bırakınca Hamas çıktı

Filistinlilerin ana örgütü olan ve İslamcı bir kimliği olmayan Filistin Kurtuluş Örgütü, yani FKÖ Oslo barış süreci içinde silahlı mücadeleden vazgeçince bu kez ortaya radikal İslamcı görüşleriyle bilinen Hamas çıktı. Böylece Filistin mücadelesi de İslamcı bir boyut kazandı. Hatta başka başka vesilelerle başka yerlerde ortaya çıkan El Kaide’den DAEŞ’e bütün radikal İslamcı örgütlerin hedefleri arasında İsrail’i yok etmek de vardı.

Radikal İslamcı bir devlet olarak 1979’dan beri varlığını sürdüren İran İslam Cumhuriyeti Ortadoğu coğrafyasında yayılan bu İslamcı silahlı örgütlerin zaman içinde hamisi oldu. 

Hepsinin hamisi İran

İran İslam Cumhuriyetini ayakta tutan temel güç olan Devrim Muhafızları’nın içinde özel bir birimin bu dış örgütlere özel destek verdiği, onlara silah ve para sağladığı artık neredeyse resmileşmiş bir durum. 

İran zaten Gazze’deki Hamas, Lübnan’daki Hizbullah ve Yemen’deki Husi’leri ‘Direniş ekseni’ olarak tanımlıyor. Bunlara Irak’ta doğrudan Devrim Muhafızları tarafından yönetilen milis grupları da eklemek yanlış olmaz (ABD Devrim Muhafızları’nın bu dış birimlerinin komutasından sorumlu insan olan Kasım Süleymani’yi Irak’ta öldürdü, unutmayın).

Radikal İslam’la mücadele et, sempati kazan

Biz beğenelim beğenmeyelim fark etmiyor, ‘terörle mücadele’ adını verdiğiniz silahlı mücadele ‘radikal İslamcı teröre karşı’ ise Batı aleminde ciddi bir destek alıyorsunuz. 

Bu konuda en çarpıcı örnek, DAEŞ’le mücadele ettiği için PKK’nın gördüğü destek ve sempati. En az onun kadar çarpıcısı, 2015’te Batı dünyasının bir çeşit ‘parya’ muamelesi yaptığı Rusya ve Vladimir Putin’in Suriye’de iç savaşa askeri müdahalesini DAEŞ’le mücadele olarak adlandırması ve bu sebeple Batı’da meşruiyet görmesiydi. Şu sıralar Beşar Esad bile ‘radikal İslamcı terörle mücadele eden insan’ olarak görülüyor Batı’da, bugünkü iktidarını da büyük ölçüde bu görüntüsüne borçlu.

Dediğim gibi biz beğeniyor olalım veya olmayalım, dünyanın reel politiği böyle.

PKK’nın kurucu lideri 25 yıldır hapiste ama…

Buradan sözü Türkiye’nin PKK ile mücadelesine getireceğim. PKK ayrılıkçı bir örgüt ve bunu gizlemiyor. Hedefine de gerilla savaşı taktikleriyle ve terör eylemleri sayesinde yarattığını düşündüğü propaganda gücüyle erişmek istiyor. Türkiye 40 yılı aşkın süredir bu örgütle mücadele halinde.

Örgütün kurucu lideri 1999 yılı sonundan beri Türkiye’de cezaevinde. Az değil, 25 yıldır.

Fakat kurucu liderin bu şekilde bertaraf edilmesi PKK’yı sona erdirmedi. Artık yaşları da bir hayli ileri bir lider kadrosu örgütü yönetmeye devam ediyor.

Türkiye aynen İsrail’in Hizbullah’a yaptığı gibi, yerini tespit ederse PKK’nın üst düzey isimlerini öldürüyor. Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan en az haftada bir böyle bir suikastin duyurusu haber ajanslarına iletiliyor. Ancak MİT’in bu suikastlerinde henüz sahiden lider kadrodan kimse öldürülmüş değil.

Esas PKK tehdidi artık Suriye’de

Türkiye PKK ile mücadeleye büyük bir maddi kaynak ve insan kaynağı ayırıyor. Bu gayretler sonunda uzunca bir süreden beri PKK Türkiye sınırları içinde eylem yapamaz hale geldi, propaganda gücü bu sayede sınırlanınca Türkiye’den eleman devşirmesi de zorlaştı.

Ancak örgüt aynı dönemde Suriye’nin Kuzeyinde ciddi bir dizi kazanım elde etti. Amerika’nın yardımına sonradan Rusya’nın ve Beşar Esad’ın yardımları eşlik etti, PKK bugün Suriye’nin üçte birini kontrol edip yöneten bir yarı devlet niteliğinde, emrinde de 60 bin kişilik bir silahlı güç var. Elinde ağır silahlar, mesela top ve tank olması da kimseyi şaşırtmaz doğrusu.

O bakımdan Suriye’deki PKK tehdidi her bakımdan Irak’takinden daha büyük ve kapsamlı.

Mutlaka askeri hesaplaşma olacak

Türkiye bugün değilse yarın bu tehditle askeri bir hesaplaşmaya girmek zorunda kalacak.

Ve karşımızda ‘radikal İslamla mücadele ettiği için’ sempatik bulunan, resmen askeri yardım gören ve aslında halen Amerika’nın koruma kalkanı altında olan bir örgüt var. 

Türkiye bu siyasi ortamı değiştirmedikçe, haklı olduğunu istediği kadar bağıra bağıra söylesin, Suriye’deki PKK’ya karşı mücadelesine taraftar bulamaz. Hele İsrail’in bugün Hizbullah’la savaşına bulduğu gibisini hiç bulamaz.

Lübnan’da yaşananların benim aklıma getirdikleri bunlar.

Eric Adams davası pek çok Türk’ü New York’a gidemez hale getirebilir

Eric Adams davası pek çok Türk’ü New York’a gidemez hale getirebilir

Baksanıza olana, NEF Holding’in patronu Erden Timur holdinginin desteklediği ve adını verdiği filarmoni orkestrasının bir konseri için New York’a gittiğinde uçaktan iner inmez karşısında FBI ajanlarını bulmuş. FBI Eric Adams’la ilgili sorular sormuş Timur’a.

New York Belediye Başkanı Eric Adams’a açılan davaya ilişkin pek çok detayı ve iddianamede isimleri açıkça yazılmasa da adı geçen Türklerin bir bölümünü biliyoruz, ama Erden Timur’un adı hiç söz konusu olmamıştı.

Buradan da, bugün Cansu Çamlıbel’in T24’te de yazdığı gibi iddianamede yer alan ama henüz resmen suçlanmamış, belki hiçbir zaman suçlama yöneltilmeyecek başka Türkiye kökenli isimler de var.

Tabii biz bu isimleri bilmiyoruz ama kendileri büyük olasılıkla biliyor. Erden Timur’un başına gelen şey pek çok ismin hiç değilse bir süre Amerika toprağına ayak basmamasına neden olabilir gibi duruyor.

Dediğim gibi bu isimlere resmen bir suçlama yöneltilip yöneltilmeyeceği meçhul esas olarak. Bu isimlerin çoğunun kendilerini masum hissetmesi de normal. Ama Amerikan yargısı ve soruşturma süreçleri korkutucu olabilir.