06-12-2023
İsmet Berkan

İyi Parti’nin kararının yankısına bak, muhalefetin halini anla

İyi Parti’nin kararının yankısına bak, muhalefetin halini anla

O günü çoğu kişi hatırlıyor. Meral Akşener’in Altılı Masa’dan kalktığı, zehir zemberek bir basın açıklaması yaptığı günü yani.

Telefonlarım deli gibi çalmaya başladı. Benim siyasetten anladığımı düşünen arkadaşlarım ne olduğunu soruyordu. Biraz sonra sokağa çıktık, sıkışık trafikte caddeden karşıdan karşıya geçerken orada duran bir aracın sürücüsü beni tanıdı, hemen ayak üstü Akşener’in masadan kalkmasıyla ilgili yorumumu sordu.

Hatırlayın, sırf masadan kalktı, Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itiraz etti diye Meral Akşener’e açıkça hakaret eden yazılar yayınlandı, TV programlarında konuşmalar yapıldı.

O denli büyük bir heyecana neden oldu ve duygusal dalgalanmaya neden oldu Akşener’in o hareketi.

Konuşmadık bile

İki gün önce, pazartesi günü İyi Parti’nin Genel İdare Kurulu uzunca bir toplantı yaptı, sonunda CHP’den gelen işbirliği teklifi reddedildi.

Haber geldiğinde bir yemekteydim. Masada oturanlardan biri, İyi Parti’nin kurucularından olan, geçen dönem milletvekilliği de yapan ama artık partiden istifa etmiş olan yakın bir arkadaşımdı. Buna rağmen masada bu konu hemen hemen hiç konuşulmadı.

Bir Mart ayı başında Akşener masadan kalktı diye kopan gürültüye bakın bir de bugünkü tepkisizliğe? İyi Parti’nin red kararı büyük ölçüde bir kayıtsızlıkla karşılandı. Bu sabah gazetelerde ve web sitelerinde hepsi de usulen yazılmış gibi duran bazı analiz ve yorumlar var. Açıkçası ben de bu yazıyı aslında yazmam gerektiği, bu konuyu pas geçemeyeceğim için yazıyorum.

Büyük duygusal kırılma

Daha önce bu konuyu defalarca yazdım, 28 Mayıs günü Kemal Kılıçdaroğlu’na oy veren yüzde 48’lik kitle veya 14 Mayıs’ta ona oy veren yüzde 44,5’luk kitle, Haziran ayı başından beri çok derin bir duygusal kırılma yaşıyor.

Muhalefette yer alan partilerin yönetimleri de aynı kırılmadan nasiplerini aldılar.

El yordamıyla bulunan çözümler

O günden beri şunu söylüyorum: Hayat 28 Mayıs günü sona ermediğine ve devam ettiğine göre, kendini muhalefette tanımlayan bütün siyasi partilere ama en başta CHP ve İyi Parti’ye düşen görev, sadece o yüzde 48’in değil bütün Türk milletinin kendilerinden ne beklediğini merak etmek ve o beklentiye göre bir hareket tarzı seçmek olmalıydı.

Ama hayır, bu yapılmadı. 

İyi Parti, çözümü ‘küstüm ben oynamıyorum’ demekte buldu; tahmin ediyorum Meral Akşener siyaseti tamamen bırakacağı bir döneme doğru ilerliyor, bunu yaparken yanında partisini de sürüklüyor.

CHP ise çareyi genel başkanını ve yönetimini değiştirmekte buldu ama yeni seçilen genel başkan şu ana kadar ‘yeni’ hiçbir şey yapmadı, hatta tam tersine iyice eskiye, Deniz Baykal dönemine dönme eğilimi sergiliyor.

Halka kimse soru sormadı, onun ne düşündüğünü ve ne istediğini merak eden olmadı.

Yenilgi kaçınılmaz ama nedeni farklı

Şimdi oturulmuş kara kara düşünülüyor: 31 Marttaki yerel seçimde muhalefeti büyük bir yenilginin beklediği bugün gazetelerde yazı yazanların genel kanaati.

Evet ben de yenilgi bekleyenlerdenim ama bu yenilginin tek başına İyi Parti’nin işbirliği teklifini reddetmesinden kaynaklanacağını düşünmüyorum. Bence CHP’nin çok istediği o işbirliği yapılsaydı bile yenilgi kaçınılmazdı.

Yenilgiden neyi kastettiğimi de söyleyeyim: Ben İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nun, Ankara’da Mansur Yavaş’ın seçilmek için ciddi şansı olduğunu düşünüyorum. Seçilirler seçilmezler o ayrı mesele ama bu iki şehirde amansız bir yarış olacağına kuşkum yok. Zaten o sebeple olsa gerek, Ak Parti hala bu iki şehir için aday bulmuş değil.

Muhalefet açısından esas yenilgi, hem bu iki şehirde hem de Türkiye’nin geri kalanında belediye meclislerinde ve Hatay, Adana, Mersin gibi şehirlerde yaşanacak korkarım. Üstüne aslında kazanılabilir durumda olan Balıkesir, Denizli gibi şehirleri, sıkı bir yarış vaat eden Bursa’yı kazanamamanın alternatif maliyetini de eklemek gerekir.

Yerel seçim, genel seçimden farklı olarak hem katılımın düşük olduğu hem de seçmenin bloklarda buluşmak yerine atomize olup çok sayıda partiye dağıldığı bir seçim olacak bana göre. Ama elbette daha çok büyükşehir belediye başkanlığı kazanan parti, psikolojik olarak kendini seçimin galibi ilan edebilecek.

Esas sorun işbirliği değil seçmeni sandığa getirmek

CHP’nin yeni genel başkanı Özgür Özel tecrübesiz bir siyasetçi değil. Bu göreve geldiğinde karşısındaki en büyük sorunun bir heyecan yaratmak olduğunu biliyordu.

Kendisinin CHP’ye genel başkan olması da kamuoyunda genel bir ilgisizlikle karşılanmış, öyle büyük bir heyecana neden olmamıştı. Ama eğer İyi Parti ile seçim işbirliği yapabilirse bu aradığı heyecanı bir nebze yaratabileceğini düşündü. Ama görüyorsunuz işbirliği projesi suya düştü.

Bana soracak olursanız işbirliği yapılsaydı da heyecan yaratmayacaktı; çünkü işbirliğinin yokluğu da bir hayal kırıklığı yaratmadı esas olarak.

Mesele hala aynı: Seçmen artık yenilmekten ve hayal kırıklığına uğramaktan bıktı, siyasete olan ilgisini kopardı. Onları yeniden geçen yılın bu zamanlarındaki siyaset ilgisine çekmek pek mümkün durmuyor.

Kutuplaşma gazına basmak da çözüm olmayacak

Ama unutmayın: Aynı sorun Tayyip Erdoğan için de geçerli. Siyasetin o kanadında da genel bir ilgisizlik hali var.

Seçim yaklaştıkça göreceğiz, iktidardaki Tayyip Erdoğan da, ana muhalefetteki Özgür Özel de yeniden kutuplaşmaya oynayacaklar. Bu yolla seçmen ilgisini yeniden canlandırabileceklerini düşünecekler. Belki bir ölçüde başarılı da olacaklar. Ama ancak bir ölçüde.

Çünkü kutuplaşmanın gazına basmak, artık her iki taraf için de eskisi kadar kazanç getirmeyecek, seçmen konsolidasyonu sağlamayacak.

Tayyip Erdoğan’ın son seçim zaferinin ardından Türkiye’de halkın siyaset algısı tamamen yeni bir mecraya girdi ve oradan akıyor. Partilerimiz henüz bu yeni mecranın farkında değiller.

Farkına vardıklarında çok geç olacak!

Türkiye’nin PISA sonuçları: Ne değişti, ne değişmedi?

Türkiye’nin PISA sonuçları: Ne değişti, ne değişmedi?

Oldukça uzun zamandan beri Türkiye’de eğitimin kalitesi konusunda yazılar yazıyorum. Bu yazılarımda en çok başvurduğum kaynaklardan biri, üç yılda bir yapılan ve OECD tarafından düzenlenen PISA sınavları.

Bunların sonuncusunun raporu ve sonuçları dün açıklandı. Tabii hemen Türkiye sonuçlarına baktım. Evet, bir bardağın dolu tarafı var: Türkiye, son 10 yılda PISA sınav skorunu düzenli olarak yükselten az sayıda ülkeden biri.

15 yaşındaki çocuklarımızın bu sınavdan aldığı not ağır ağır da olsa artıyor ama özlenen seviyeden de henüz çok uzağız, bunu da görmek lazım.

Bana göre Türkiye’de eğitimin en büyük sorunu, kalite eşitsizliği. Yani yoksul kesimden gelen çocuklar iyi ve kaliteli bir eğitime ulaşamadığı için yoksulluk kuşaktan kuşağa taşınıyor.

PISA üç temel alanda beceri ölçüyor: Matematik, fen ve ana dilde okuma yazma.

Her üç alanda da öğrenciler sınav başarılarına göre 6 ayrı seviyeye ayrılıyor. İlk iki seviye, en temel ve en düşük seviye. Türkiye’de öğrencilerin en az yüzde 61’i bu seviyede. Yani yüzde 39, ‘Seviye 2’ denen seviyeye bile gelemiyor.

Oysa PISA sınavının en başarılı beş ülkesinde Seviye 2’ye erişemeyenler sadece yüzde 15; yani öğrencilerin yüzde 85’i en azından Seviye 2’deler.

Türkiye’de öğrencilerin sadece yüzde 5’i, matematikte en üst seviyede, yani 5 ve 6. seviyelerde ölçülmüş. Oysa aynı seviyenin OECD ortalaması yüzde 9. Altı Asya ülkesinde bu en üst seviyede olan öğrencilerin oranları bizim için moral bozucu: Singapur (% 41), Tayvan (% 32, Macao (Çin) (% 29), Hong Kong (Çin) (% 27), Japonya (% 23).

Eğitim kalitesi sorunumuz, evet düzelme yönünde ama bu düzelme maalesef çok yavaş. Dünyadaki rakiplerimiz ise gaza basmış gidiyor.

Osman Kavala konusunda gerçekle yüzleşme vakti

Osman Kavala konusunda gerçekle yüzleşme vakti

Avrupa Konseyi Dışişleri Bakanları Komitesi bugünden başlayarak üç gün boyunca toplantı halinde olacak. Toplantının önemli gündem maddelerinden biri, Konsey’in Türkiye’ye yaptırım uygulayacak olup olmaması, eğer yaptırım uygulayacaksa bunun ne olacağı…

Peki neden yaptırım uygulayıp uygulamamayı konuşuyor kurucu ülkelerinden biri olduğumuz Avrupa Konseyi?

Sebebi, Osman Kavala ile ilgili olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararı uygulamamış, kararın gereğini yapmamış olmamız.

Türkiye, bir süreden beri AİHM kararları eğer tazminata hükmetmişse bunları uyguluyor ama yeniden yargılamaya veya başka şeylere yol açacak kararları uygulamaktan geri duruyor.

Bu ‘yerli ve milli’ yargı davranışı sadece AİHM’ye karşı değil. İşte görüyorsunuz, bizim yargımız beğenmediği zaman Anayasa Mahkemesi’nin temel insan haklarıyla ilgili kararlarını da uygulamayabiliyor.

Ama bugün tartışma yargı içinde kalacak bir tartışma değil; çünkü Avrupa Konseyi’nin gözünde muhatap Türk hükümeti.

Eğer yaptırım kararı alınacak olursa (ki AK’nin Parlamenter Asamblesi bunu istiyor) bu yaptırım Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliğinin askıya alınmasına kadar varabilir.

Türkiye’nin Avrupalılığının tartışıldığı günlerdeyiz.