Her konu dönüp dolaşıp Ak Parti ile MHP arasındaki gizli bilek güreşine dayanıyor
Türkiye siyasetini düne kadar adına ’15 Temmuz ruhu’ diyebileceğimiz bir anlayış yönetiyordu.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve MHP lideri Devlet Bahçeli, Ak Parti ile MHP bu anlayışın başlıca temsilcileri. Onların ortaklığında Türkiye son sekiz yıldır tam da 15 Temmuz gecesi olduğu gibi sürekli beka endişesi yaşayan, o yüzden güvenliğe neredeyse paranoya seviyesinde önem veren, devleti önceleyen bir anlayışla yönetiliyor.
Bu anlayış toplumdan da destek görüyor. Veya görüyordu demek lazım.
Çünkü başından beri temelinde aşırı güvenlikçilik yatan, ‘devletin bekası tehlikede’ diyen ve bizden bekamızın sürdürülmesinin yegane güvencesi olarak Tayyip Erdoğan’ı görmemizi isteyen anlayışa muhalefet yok değildi. Ama hep birlikte gördük, ‘başka bir Türkiye mümkün’ diyen muhalefet geçen yıl önce 14 Mayıs’ta, ardından 28 Mayıs’ta yenilgiye uğradı.
Muhalefet yenildi ama aslına bakacak olursanız seçimi ’15 Temmuz Ruhu’ kazanmadı. Cumhurbaşkanı olarak beş yıl daha Türkiye’yi tek başına yönetme yetkisi alan Tayyip Erdoğan bunun farkına daha seçimden önce varmıştı.
Kendisini iktidarda tutan o ‘ruh’ son yedi yıldır yönettiği gibi yönetmeye devam edemezdi. Çünkü o yönetim biçiminin bizatihi kendisi Türkiye’yi gerçekte beka krizine sokuyordu. Ekonominin altı üstüne gelmiş, Türkiye’nin her türlü sosyal ve ahlaki dengesi bozulmuş, çok sayıda irili ufaklı iktidar odağı ortaya çıkmış, herkes güç kullanarak diğerlerini ezmeye başlamıştı.
Tayyip Erdoğan arayışına 28 Mayıs seçiminin ertesi günü başladı. Tam olarak neyi aradığını da bilmiyordu aslında ama bir değişim peşindeydi. Yerel seçimi de görmek istiyordu, ittifakını bozarak veya zayıflatarak yerel seçimi riske atmak istemiyordu, ama karşıda yükselen dalganın da farkındaydı.
31 Mart yerel seçimi düne kadar iktidar denklemlerinde yer almayan veya değişmez bir sabit gibi duran toplumu yeniden denkleme soktu (Bu konuda aydınlatıcı bir yazı okumak isteyenlere bugünkü Karar gazetesinde Ali Bayramoğlu’nun yazısını tavsiye ederim).
O yüzden 31 Marttan itibaren Tayyip Erdoğan’ın arayışı da değişmeye, hızlanmaya başladı. Bu hızlanma en çok Devlet Bahçeli’yi rahatsız etti ve o da Tayyip Erdoğan’a ittifakı bozacak olursa ne kaybedeceğini hatırlatacak bir dizi direnişe geçti, bir nevi bilek güreşine başladı.
Bir basit örnek: Tayyip Erdoğan, Mehmet Şimşek’i göreve getirerek ekonomide ‘normalleşme’ye geçmeyi deniyor. Ama bu normalleşmenin önünde ekonomiyle dolaylı olarak ilişkili çok sayıda engel var. Bunlardan biri Osman Kavala dosyasında kristalleşen hukuk devleti uygulamalarıysa bir diğeri OECD’nin kara parayı önleme gücü açısından Türkiye’nin ‘gri liste’ye alınmış olması.
Mehmet Şimşek belki Kavala dosyası konusunda bir şey yapamıyor ama bu gri listeden çıkmak, böylece yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmesinin önündeki engellerden birini kaldırmak istiyor ve İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ile işbirliği içinde hareket ediyor. Son bir yılda bunca mafyanın yakalanması, yasadışı bahisle mücadelenin hızlanması, yabancı suç örgütlerinin Türkiye’ye yerleşmesinin önüne geçilmeye çalışılması boşuna değil. Hepsi bu gri listeden çıkış programının unsurları.
Mehmet Şimşek ve Ali Yerlikaya bunları kendileri öyle istediği için değil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’dan geçen yıl haziran ayında talimat aldıkları için yapıyorlar.
Bu iki bakanın ama özellikle Ali Yerlikaya’nın icraatına karşı bir direniş de yok değil. Bu direnişi hep görüyorduk ama son haftalarda direniş başka boyuta erişti, Ali Yerlikaya’nın koltuğu bugün ciddi tehdit altında.
Yerlikaya yönetiminde polis teşkilatı son bir yılda onlarca suç örgütüne ve çeteye operasyon düzenledi. Bu operasyonların pek çoğunda sanıklar arasında bazıları rütbeli polisler de yer alıyor. Ancak bu operasyonlardan biri özellikle çok hassas. Ankara’daki Ayhan Bora Kaplan çetesine yönelik operasyon.
O dosyada da şüpheliler arasında bazıları rütbeli polisler var ama kamuoyundaki genel izlenim daha yüksek rütbeli isimlerin henüz operasyona dahil edilmediği veya şüphelenilen daha yüksek rütbeliler için henüz delil bulunamadığı.
Sorsanız bazıları o ‘yüksek rütbeliler’ sıralamasında en tepeye eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun adını da yazıyor. Ama tabii, böyle büyük iddialar ancak çok ciddi kanıtlarla dile getirilebilir, emareyle veya izlenimle hareket edilemez.
Süleyman Soylu’nun adının kolayca akla gelip telaffuz edilmesi, en azından şimdilik adli olmaktan çok siyasi nedenlere dayanıyor. Malum Soylu geçen dönemin ’15 Temmuz Ruhu’nun güvenlik politikalarının başlıca uygulayıcısı ve sembol ismiydi. Tayyip Erdoğan o sembolü arka plana iterek yeterince büyük bir mesaj verdi zaten, ama onu bir de adli olarak suçlamak deprem etkisi yaratacak çok büyük bir şey olur.
Süleyman Soylu’nun rolü bir yana, işte günlerdir 10Haber’de ayrıntılarıyla takip ediyorsunuz ve büyük olasılıkla kafanız çok karışık, Ayhan Bora Kaplan soruşturması üstünden tam da ‘FETÖ yöntemleri’ denebilecek yöntemlerle dışa vurulan bir büyük tartışmamız var.
Devlet Bahçeli iki gün önce bu tartışmaya göbeğinden girdi ve aynen şöyle dedi:
“Birkaç emniyet müdürünün açığa alınmasıyla geçiştirilemeyecek bir komplo devrededir; nitekim hedef MHP, AK Parti, Cumhur İttifakı ve son tahlilde Türkiye’dir. 17-25 emniyet ve yargı ortaklı darbe girişiminin tekrarını planlayanlara boyun eğersek boyumuz devrilsin, göz yumarsak gözümüz çıksın, eyvallah edersek de kanımız kurusun.”
Bahçeli’nin ne demek istediği gayet net anlaşılıyor: Ankara Emniyet Müdürü de, onu oraya atayan İçişleri Bakanı da bu olaydan sorumludur, ‘komplocu’dur, görevden alınmalıdır!
Bu bunca yıllık Cumhur İttifakı, pardon ’15 Temmuz Ruhu’ iktidarında iki ortaktan birinin diğerine yönelik en sert çıkışıydı.
Peki Cumhurbaşkanı bu çıkışa ne cevap verdi? Gelin onu da okuyalım:
“Bürokratik vesayetin tekrar nüksetmesine fırsat vermeyiz, vermeyeceğiz. Son dönemde gündeme gelen her hadiseyi tüm boyutlarıyla en ince detayına kadar takip ediyoruz. Kanunun dışına çıkan, hatası, kastı veya marazı olan kim varsa hukuk zemininde hesabını mutlaka soruyoruz.”
Bahçeli’nin araştırmış-soruşturmuş-yargılamış-infaz bekleyen tutumuna karşılık Erdoğan ‘Durun bir sakin olun, araştırıyoruz’ diyor. Kelle vermeyi, en azından bugün için doğru bulmuyor.
Ayhan Bora Kaplan soruşturmasının detayları hakkında çok yazdım, bu soruşturma çerçevesinde yaşananlar iktidarın iki kanadı içinde bir örtülü çatışma/bilek güreşi olarak da siyasete yansıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan dün Cumhur İttifakı için de iman tazeledi, ‘Surlarımızda gedik açamazlar’ dedi ama bu söylediği ’15 Temmuz Ruhu’na yönelik ‘dış saldırılar’ için geçerliydi. Oysa bu ruha bugün en büyük tehdit kendi içinden geliyor. Erdoğan bunu görmezden gelmeyi tercih etti.
Bakalım bu heyecanlı gelişmeler bizi nerelere taşıyacak.