30-04-2023
İsmet Berkan

Türkiye’de neden mikro çip yapmayı başaramadı? Çok acıklı bir öykü

Türkiye’de neden mikro çip yapmayı başaramadı? Çok acıklı bir öykü

Yıl 1976. Tek yumurta ikizi kardeşiyle birlikte ABD’de Missouri Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans eğitimini daha yeni tamamlamış olan Önder Kefoğlu, Ankara’da babasıyla birlikte Kızılay’da yürürlerken Recai Kutan’la karşılaşırlar.

O sırada Türk Hava Yolları’nda yönetim kurulu üyesi olarak görev yapan Recai Kutan ile Önder Kefoğlu’nun babası tanışmaktadır. Baba, ‘Bizim çocuklar’ der Kutan’a, ‘Amerika’da elektrik-elektronik mühendisliği okudu, daha yeni döndü, onları THY’de işe alsanıza…’

Recai Kutan düşünür, ‘Yok’ diye cevap verir, ‘Bu çocuklar THY’ye değil yeni kurulan TESTAŞ’a gitsinler…’

Testaş, yani Türkiye Elektronik Sanayi AŞ, kamu sermayesiyle ama sanki bir özel şirket gibi kurulmuştur. Başında da, İngiltere’de elektrik-elektronik mühendisliği eğitimi almış olan Dr. Yıldırım Aktürk vardır.

İki genç adam Yıldırım Aktürk’ten randevu alır ve giderler. Aktürk onlara iş teklif eder ve onlar Türkiye’de bir elektronik sanayisinin kurulması için oluşturulan şirkette işe başlarlar.

Babaları Recai Kutan’ı tanımasa veya o gün onunla Kızılay’da karşılaşmasalar, Kefoğlu kardeşlerin yolu belki de TESTAŞ’la hiç kesişmeyecek, Önder Kefoğlu, bir yerde Türkiye’nin 21. yüzyılı ıskalamasının ve geri kalmasının da tarihi olan trajik ama aynı zamanda komik öyküsünü hiçbir zaman anlatmayacaktı. Testaş’ın bir türlü olamamasının öyküsünü şuradan okuyabilirsiniz veya hemen aşağıya koyduğum videoyu izleyebilirsiniz.

Ben Testaş diye bir şirketin varlığını da, öyküsünü de bilmiyordum. Kısa süre önce burada yayınlanan, yarı iletken teknolojisini buluşuyla var eden Muhammed Attala’yı yazdıktan sonra bir okuyucumun dikkatime getirmesi sayesinde Testaş’ın öyküsünü öğrendim.

Transistörden MOS’a, radyodan bilgisayara

Dünyada ilk transistör 1947 yılında icat edildi. ABD’deki ünlü Bell Laboratuvarlarında çalışan William Shockley başkanlığında John Bardeen ve Walter Brattain’den oluşan ekip, bu minik devreyi o sıralar radyolar başta olmak üzere ama radarlar dahil var olduğu kadarıyla elektronik endüstrisinde kullanılan vakumlu lambaların yerine geçmek üzere tasarlamıştı.

Transistör, temelleri 2. Dünya Savaşı sırasında atılan bilgisayarlar için de kullanılabilirdi. Kısa süre içinde birden fazla transistörle belli algoritmaların, yani mantıklı işlem sıralarının yapılabileceği fark edildi.

60’lı yıllarda Muhammed Attala sayesinde bugün adına MOS dediğimiz yarı iletken teknolojisi ortaya çıktı. Bugün her yıl 1,1 trilyon adet yarı iletken üretiliyor dünyada. Bunların yarattığı toplam ciro 500 milyar doların üzerinde. Şu an bu yazıyı akıllı telefonunuzdan veya bilgisayarınızdan okuyorsunuz, elinizdeki cihazın içinde her biri üzerinde milyarlarca transistör barındıran onlarca yarı iletken var. Ama konu sadece bilgisayarlar veya telefonlarla sınırlı da değil, çamaşır makinenizden bulaşık makinenize, otomobilinizden kolunuzdaki saate kadar hemen hemen her şeyin içinde yarı iletkenler, yani ‘çip’ var.

Aselsan ve Tusaş yaşadı, Testaş öldü

Dünyanın 50’li ve esas olarak 60’lı yıllarda geliştirmeye başladığı bir endüstriye Türkiye’nin de 1976’da girmeyi düşünmüş olması, evet ortada bir gecikme olmakla birlikte oldukça parlak bir fikir.

Düşünecek olursanız, bugün bu alandaki dünya devi Samsung da yarı iletken işine aslında 60’ların sonu 70’lerin başında girmişti. Fakat tabii bizim Testaş’ımız Türkiye’ye özgü traji komik sebeplerle yarı yolda nefesini tüketip kalırken Samsung bugün bildiğiniz Samsung oldu işte.

İlginçtir, Türkiye Testaş ile aynı zamanda Aselsan ve Tusaş’ı da kurmuştu. Aselsan, yani ‘Askeri Elektronik Sanayii’ ve Tusaş yani ‘Türkiye Uçak Sanayii.’

Bugün Aselsan da Tusaş da yaşıyor ve olağanüstü başarılarıyla Türkiye’yi gururlandırıyor. Ama Testaş yaşamıyor.

Bana kalırsa bu iki şirketin yaşıyor, Testaş’ın ise yaşamıyor olmasının arkasında, bizim devlet ve birey olarak zihnimizin 21. yüzyılda veya gelecekte değil tam tersine 19. yüzyılda, sanayi devrimi çağında yaşıyor olması yatıyor.

Zihnen 19. yüzyılda yaşıyor olmaktan kastım şu: Türkiye, elle tutulabilir, fabrikalarda üretilen ve ‘ağır sanayi’ adı verilen şeyleri önemli görüyordu da, başka makinelerin çalışması için gereken bir eleman olan yarı iletkenleri o kadar önemli görmüyordu. Daha doğrusu bunların önemini anlamamıştı.

Bugün de bakın, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Fatih adını verdiği ve ilan edildiği tarihte dünya çapında bir büyük ileri adım olan projesinin başarısız ve yarım kalmasının en büyük sebebi, bizde devleti yönetenlerin bu projeyi bir ‘tablet üretme projesi’ sanmasıdır. Buna bir yazılım ve içerik projesi diye bakmayı başarsalardı, Fatih projesi çoktan tamamlanmış olurdu, salgın sırasındaki uzaktan eğitim de bugünkü kadar feci sonuçlar doğurmazdı.

Aselsan 10 yıl önce çip fabrikası kurdu

Testaş’ın yapamadığını bugün aradan 50 yıl geçtikten sonra yapmayı çok istiyor Türkiye. İlginçtir, en çok isteyen de aslında Aselsan’ın kendisi. Çünkü Aselsan, üretmeye uğraştığı başta radarlar olmak üzere neredeyse bütün elektronik ürünlerde en temel malzeme, tasarımını ve üretimini kendinizin yapacağı yarı iletkenler, yani çipler.

Bu amaçla Aselsan ve Ankara’daki Bilkent Üniversitesi 2014’te bir ortak şirket de kurdular ama bu şirketin yarı iletkenleri ancak önümüzdeki yıldan itibaren bazı askeri cihazlara takılmaya başlanabilecek.

İşin askeri boyutu elbette ulusal egemenlik ve bağımsızlıkla ilgili bir boyut. Ama yarı iletkenlerin esas kullanım alanı sivil alan, ev elektroniği alanı.

Ev elektroniği konusunda Türkiye’nin dev firmaları var; Arçelik/Beko ve Vestel gibi şirketler acaba bunca zamanda neden yarı iletken üretmek konusunda bir inisiyatif kullanmadı? Güney Koreli Samsung’un 70’li yıllarda başladığı işe bizim şirketlerimiz mesela 80’lerde, 90’larda neden başlamadı?

Çok acıklı bir öykü bu.

Kendi çip’inizi yapmıyorsanız, bağımsız savunma sanayii bir hayal

Kendi çip’inizi yapmıyorsanız, bağımsız savunma sanayii bir hayal

Modern savaş ve silahlarını herkes bombalar ve mermiler sanıyor ama öyle değil. Modern savaş neredeyse tamamen elektronik. Bombalarınız ve mermileriniz ‘akıllı’ değilse, etkileri son derece sınırlı.

Türk savunma sanayi son yıllarda gösterdiği olağanüstü başarıyla sadece Türkiye’de değil dünyanın pek çok yerinde anılıyor ama bu dalda benim 19. yüzyıl zihniyeti dediğim ‘ağır sanayi’ye dayalı ürünlerin yapımında Türkiye geldi ve bir eşiğe dayandı.

TGC Anadolu gemisini tersanede yapmak, üzerine bir motor koymak ve suya indirmek 19. yüzyılın zihniyetiyle becerilebilir bir şey. Ama bu geminin seyrü sefer cihazlarını yapmak ve en önemlisi geminin kendi öz savunmasını başarmak için 21. yüzyıl teknolojisine ihtiyaç var.

Türkiye’nin bu konudaki ana şirketi Aselsan bu durumun fazlasıyla farkında. Öyle olduğu için de yarı iletken, yani MOS ve MOSFED çipleri ‘Sürdürülebilir bir tedarik’le sağlamak istiyor. Yani, diyelim radarlarınızı çalıştıran yarı iletken çipleri eğer başka ülkelerden almak zorundaysanız bu ‘sürdürülebilir’ değil; o ülke kolayca ambargo koyabilir, satışı geciktirebilir, fiyatı çok arttırabilir.

O yüzden Aselsan ile Ankara’daki Bilkent Üniversitesi 2014 yılında bir ortak şirket kurdular. Bu şirket tarafından üretilen GaN teknolojisine dayalı çipler daha yeni, önümüzdeki yıldan itibaren kullanılmaya başlanabilecek. Bazı radar sistemleri tasarımı ve üretimi Türkiye’de yapılan bu çiplerle donatılmaya başlanacak.

Radarlar bir başlangıç. Açıkçası Türk savunma sanayiinin neredeyse bütün elektroniğinin zaman içinde yerlileşmesi gerekiyor. Bir çip fabrikası kurmak ve oradan özel tasarım çipler almak 10 yıl sürdü.

Kat etmemiz gereken daha çok mesafe var.

Sadece askeri alan değil, esas büyük alan sivil

Sadece askeri alan değil, esas büyük alan sivil

Acaba sivil Türk sanayisi dünyadan her yıl kaç milyar dolarlık yarı iletken ithal ediyor?

Dünyada yarı iletken pazarı geçen yıl 500 milyar doları aşan bir büyüklükteydi. Türkiye’nin tam ithalat rakamını bulmak kolay değil ama ülkemizdeki sanayi kuruluşlarının çok yüksek miktarlarda yarı iletken ithal etmek zorunda olduğunu tahmin etmek zor değil.

Geçen yıl dünya çapında bir yarı iletken darlığı yaşandığında Türkiye’nin otomobil fabrikaları haftalarca üretime ara vermek zorunda kalmıştı hatırlayın.

Şöyle basitçe düşündüğümde, örneğin Koç Holding’e bağlı şirketlerin (Ford ve Tofaş gibi otomotiv şirketleri ile Arçelik-Beko gibi ev elektroniği şirketleri) ciddi miktarda yarı iletken kullandığını tahmin etmek mümkün.

Elbette bu şirketlerin kendilerine göre fizibilite hesapları vardır ama belki Koç Grubu, aynen Güney Koreli Samsung gibi daha 70’li yıllardan itibaren yarı iletken işine girmeyi düşünmeli ve hayata geçirmeliydi.

‘Avrupa’nın en büyük televizyon üreticisi…’

‘Avrupa’nın en büyük televizyon üreticisi…’

Türkiye bir süreden beri ev elektroniği konusunda, yani beyaz ve kahverengi eşya konusunda Avrupa’nın en büyük üreticilerinden biri. Televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi ürünler Avrupa orta ve orta alt sınıfının evlerini dolduruyor.

Yalnız bir problem var: Türk şirketlerin üretip Avrupa’ya sattıkları bu ürünlerden elde ettikleri katma değer çok düşük.

Neden düşük? Çünkü Türk şirketleri diyelim TV üretirken, esas olarak başkasının teknolojisini ona lisans bedeli ödeyerek kullanmak zorunda, o yüzden de TV başına elde edilen katma değer düşük kalıyor.

Günümüz dünyasında hiç kimse hiçbir ürünü tek başına yapamaz; mutlaka içinde çok sayıda dışarıya lisans parası ödediği bazı unsurları kullanmak zorunda. Ancak ürettiğiniz üründe kendinize ait patentler ve teknolojilerin sayısı arttıkça elde ettiğiniz katma değer de artıyor.

‘En büyük üretici’ olmak güzel bir şey tabii ama orada takılıp kalmamak, en yüksek katma değerin peşinde olmak, yani yeni icatlar yapmak, o icatlara patent almak, o patentleri başkalarına lisanslamak da lazım.

‘Dünyanın en iyi analog çiplerini yapan şirket…’

‘Dünyanın en iyi analog çiplerini yapan şirket…’

Yıllar önce İstanbul’da İTÜ’nün teknokentinde bir şirketi ziyaret etmiştim. Bu şirket o sırada dünyanın en iyi analog çiplerini tasarlıyordu. ‘Analog çip’ terimi sizi yanıltmasın, bu çipin işlediği veri analog, yoksa kendisi elbette dijital.

Ben ziyaret ettiğimde bu şirket, dünyada bu alanın en büyüğü olan bir Amerikalı şirket tarafından fark edilmiş ve satın alınmıştı. O sırada Mercedes’in S serisi lüks araçlarındaki video sensörler ve video işlemciyi yapıyorlardı. Bugün hemen hemen bütün Mercedes otomobillerde İTÜ’de tasarlanmış olan çipler kullanılıyor.

Demem o ki, Türkler böyle konularda elinden iş gelmeyen, hiçbir şey yapamayan ve geri kalmaya, hep başkasının teknolojisini kullanmaya mahkum bir millet değil. İşte bu şirket gösteriyor, en iyisini de yapabiliyor Türkiye eğitimli mühendisler.

Mesele şu ki, o mühendislere ihtiyaç duydukları sermaye Amerika’dan geliyor, Türkiye’deki sermaye o mühendislerin önemini bir türlü anlamıyor.