12-11-2024
İsmet Berkan

Memleketin birinde… Cennet vatanımızda propaganda medyası masalları

Memleketin birinde… Cennet vatanımızda propaganda medyası masalları

Memleketin birinde bir siyasi parti genel başkanı varmış. Bu genel başkanın yaklaşan seçimde mutlaka aday olmasını isteyen yardımcılarından biri küçük bir televizyon kanalını devralmış.

Aslında o genel başkanın partisini destekleyen daha büyük bir kanal daha varmış ama genel başkanın illa aday olmasını isteyen dar grup o kanalın bu girişime destek olacağından emin değilmiş, o yüzden kendilerine ait bir yer istemişler.

Küçük kanal el altından verilen destekle bir ölçüde adını duyurmaya başlamış. Sonra o genel başkan da zaten aday olmuş, ama seçimi kaybetmiş.

Partisinden ağır eleştiriler gelmiş, destekçi kanal bu eleştirilere yer vermemiş vs ama genel başkan yine de kongreye gitmek zorunda kalmış. Ve kazanacağından emin olduğu halde kongrede de genel başkanlığı kaybetmiş.

Kongreden önce de bu küçük kanalın mali olarak gücünün sonuna gelen eski yardımcısının elinden çıkıp bir başka güvenilir isme geçmesini sağlamış. Amacı genel başkanlığı kaybetse bile bu kanal aracılığıyla mücadeleye devam etmekmiş.

O küçük TV kanalın alımında öne çıkan güvenilir isim genel başkanın partisinden son seçimde milletvekili de seçilen bir eski belediye başkanıymış, ama kanalı alacak parayı kendisi ödememiş, bir mutemedine ödetmiş.

Seçim kaybedilip genel başkan da koltuğundan olunca kanal bocalamaya, kimi destekleyeceğini bilememeye başlamış.

Aynı partinin çok parlak başarılar kazanmış bir başka ismi var. Aslında o da o geçmiş seçimde aday olmak istiyordu ama bunu genel başkanına karşı savaş açarak yapamazdı.

Bu çok başarılı ve Türkiye’nin de yeni gözdelerinden olan siyasetçinin medyayla ilişkisi bir tuhaftı. Kendisine ve partisine yakın olduğunu düşündüğü medya organlarına talimat yağdıran, dost-düşman ayrımı yapan, mesela bir canlı yayına çıkmak istediğinde ‘Biz geliyoruz’ diye emreden basın danışmanlarına sahipti. 

Bu kanalların bazıları böyle talimat almaya alışkındı belki, ama içlerinden en azından biri o siyasi partiye ve siyasetçiye öyle göbekten bağlı bir kanal değildi. Bazı gerekmeyen gerginlikler oldu.

Her neyse, bu parlak siyasetçiye yakınındaki para sahipleri ‘Sadece bize ait bir TV kanalı olmalı’ dedi, o da kabul etti. Bir önemli iş insanının uyduda da olan bir yerel kanalı vardı. Ona gittiler, kanalını satın almak ve merkezi İstanbul’a taşıyıp ulusal kanal yapmak istediler.

Kanalın genel yayın yönetmenliğine o sıralar mecburen o siyasetçinin yanında çalışmakta olan, ama piyasada ismi saygın, geçmişte çok önemli bir kanalı yönetmiş bir gazeteciyi getirdiler. O gazeteci de olabilecek en iyi kadroyu kurmaya çalışarak işe girişti.

Ama bu girişim hükümetin kulağına gitti. Hükümet o yerel kanalın satılmasına engel oldu ve parlak siyasetçinin zengin çevresinin o siyasetçi için kanal kurma projesi suya düştü. Olan ümitlenip işe giren gazetecilere oldu.

Ama bizim siyasetçimiz hemen teslim olmadı. Kanal kurma girişimini başka bir isimle, hem önemli bir günlük gazetede köşe yazan, hem kendi web haber sitesi olan biriyle sürdürmek istedi. Yine olmadı. Ne var ki, bu tarif ettiğim kişi siyasetçinin yanında yakınında kalmaya, etkin olmaya devam etti.

O sırada siyasetçi zaten kendi partisi içinden öyle bir kampanyayla karşılaştı ki aday olma ümidini kaybetmeye başladı. Nitekim olamadı zaten.

O seçimde olamadı ama bir sonraki seçimde aday olmayı kafasına koymuştu. Bir sonraki seçime daha beş yıl vardı ama iş şansa bırakılamazdı… 

Muhtemel bir rakibi vardı, el altından onu yıpratmak, adaylıktan caydırmak gerekiyordu.

Bunun için kirli oyunlar başladı. Muhtemel rakip bu oyunları gördü, benzer yöntemlere o da başvurmak istedi ama kendine uygun bir haber sitesi veya kanalı bulmakta zorluk çekiyordu.

Bu yıpratma savaşında zaman zaman belden aşağı hamleler yapıldı, zaman zaman ateşkesler ilan edildi ama bir mesele vardı: Bizim genç parlak siyasetçimizin kendine rakip gördüğü isim ‘Ben aday değilim’ demiyordu, hatta tam tersine kendisine soru soruldukça ‘Partim gösterirse şeref duyarım’ diye cevap veriyordu.

Zaten kaybedilen bir önceki seçimde de, ileride yapılacak bir sonraki seçimde de en güçlü aday olarak o gözüküyordu, bütün anketlerde aldığı oy daha fazlaydı, giderek de artıyordu.

Bu durum, genç siyasetçiye giderek daha fazla tehdit gibi gözüküyor ama kendini kontrole çalışıyordu. Partisine genel başkan olmasında büyük rol oynadığı yeni isim de onu açıkça kayırmaktan uzak duruyor, ‘Ben teknik direktörüm, iki santrforumuz var, maçta kimin oynayacağına partimiz karar verecek’ diyor, iki ismi eşit görüyordu.

Belli ki adaylık altın tepside gelmeyecekti. Kavga şarttı. Genç siyasetçinin yakın çevresi yeniden devreye girdi, yeniden arayış başladı.

Şans bu ya, tam o sırada bir önemli gazetede patronla genel yayın müdürü arasında bir süredir var olan anlaşmazlık derinleşti, genel yayın müdürü kadrodan bazı isimlerle birlikte istifa etti. Amacı bir yatırımcı bulup kağıda basılı gazete çıkartmaktı.

Kısa sürede o yatırımcıyı da buldu; o genç siyasetçinin finansörü olan ismlerdi o yatırımcılar. Aynı yatırımcılar bu masalın başında anlattığım küçük kanalı da almak için girişimlerde bulunmaya başladılar, bugünlerde bu ‘işin biteceği’ herkesin dilinde.

***

Masalımız aslında bitmedi ama benden bugünlük bu kadar. Bu heyecanlı hikayenin sonunu da nasıl olsa bir gün anlatacağım.

Ama isterseniz bugün, her masaldan sonra adet olanı yapıp ‘kıssadan hisse’ çıkarmaya çalışalım.

Sizler siyaseti halk için ve halkla yapılan bir şey; gazete-web-TV yayıncılığını ise gerçek tutkusuyla yürütülen bir iş sanıyor olabilirsiniz.

Hayır, maalesef artık sayıları çok azalan bazı istisnalar dışında ikisi de öyle değil. Siyasetçi için ‘halk’ bir teferruat. Anlattığım masaldakiler için şu an önemli olan kendilerini aday yapacak 80-100 kişiyi etkilemek.

Nasıl etkileyecekler? Gerekiyorsa tehdit ve şantaj dahil her yöntemle. Bazen göklere yüceltme, bazen de tehdit ve şantaj dahil belden aşağı yöntemler nasıl uygulanıyor? Sosyal medya trol çeteleri ve propaganda medyası aracılığıyla.

Şimdi, yakın zaman içinde Türkiye’nin siyasi propaganda medyasına bir gazete ve bir TV daha geliyor. Sanmayın ki bu gazete ve TV’nin esas amacı ‘halkın bilgi sahibi olma hakkına sahip çıkmak.’

Geçmiş ve mevcut tecrübemiz bize yeni bir propaganda savaşının kapıda olduğunu, masalda anlatılan (ve adını hepinizin tahmin ettiği) siyasi parti içinde aday olma mücadelesinin daha da sertleşeceğini gösteriyor.

Aday olma savaşları, neden bilmem, böyle propaganda organları eliyle yürütülecek cennet vatanımızda.

Bağımsız gazetecilikten en az Tayyip Erdoğan kadar hoşlanmayan başka bir kadro ona alternatif olma ümidiyle şu sıralar birbirini yemekle meşgul.

Yarın gelin biraz da iktidar medyası masallarına bakalım… Acaba öbür cephede durum ne ve neler oluyor?

Geçen hafta Amsterdam’da ne oldu?

Geçen hafta Amsterdam’da ne oldu?

Geçen hafta perşembe akşamı Amsterdam’da UEFA Avrupa Ligi maçı için Ajax ile Maccabi Tel Aviv takımlarının maçı vardı.

Maccabi taraftarları çarşamba gününden itibaren maçı izlemek için Amsterdam’a gelmeye, onların gelmesiyle de Amsterdam karışmaya başladı.

İlk taşı kimin attığını aradan bir hafta geçmesine rağmen hala net olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz şu:

Amsterdam Belediyesi ciddi bir Müslüman nüfus barındıran şehre Maccabi taraftarlarının gelmesinin gerginliğe neden olacağı konusunda uyarılmıştı. Aslında maçın seyircisiz veya hiç değilse Maccabi seyircisi olmadan oynanması istenmişti. Ama şehrin Yeşiller Partili Belediye Başkanı bunu kabul etmemişti.

Etmemesi de normal aslında. ‘İsrailli taraftar gelirse Müslüman Amsterdamlılar sinirlenebilir’ diye bir şey kabul edilemez. Kaldı ki Amsterdam hala ciddi bir Yahudi nüfusun da yaşadığı bir yer.

Her neyse, geçen hafta çarşamba günü ilk tatsızlıklar başladı ve sosyal medyaya yansıdığı kadarıyla tatsızlıkları çıkaranlar Maccabi taraftarlarıydı. Bir binada asılı Filistin bayrağını indirip olmadık şeyler yaptılar, Müslüman bir taksi şoförünü dövdüler, arabasını tahrip ettiler.

Ertesi gün, yani maç günü ortalık daha da gergindi. Maccabi taraftarlarının maç öncesi toplandığı her yerde Müslüman kalabalıklar da vardı. Olaylar çıktı, polis bu sokak kavgalarını bastırdı.

İlginçtir, maç neredeyse olaysız tamamlandı. Ama Maccabi taraftarları maç sırasında inanılmaz ırkçı sloganlar attı.

Ama esas olaylar maçtan sonra yaşandı. Bir grup Filistin yanlısı maç çıkışında İsrailli taraftarları bekliyordu. Çok sayıda İsrailli taraftar saldırıya uğradı, polis Maccabi taraftarlarını otellerine götürene kadar akla karayı seçti.

Sonraki gün, yani cuma günü işe bizzat İsrail hükümeti dahil oldu, Amsterdam’a tahliye uçakları gönderdi ve her yeri ‘Amsterdam’da anti-semitik saldırılar oldu’ haberleri kapladı.

İlk gün olayları gayet net biçimde ‘anti-semitik saldırı’ diye niteleyen Batı medyasında bugün dahil haberler var; onlar da hala işin içinden çıkmaya, haberlerini bir ölçüde dengeli hale getirmeye çalışıyor.

Futbol ve ırkçılık maalesef çok kolay yan yana gelebilen şeyler. Ama burada taraflardan biri sadece futbol taraftarı. Amsterdam’da toplanıp Maccabi taraftarı avına çıkanların maçla ilgisi yok.

Amsterdam, İsrail’in Gazze’ye saldırıya başladığı günden beri tam 2700 kez İsrail karşıtı, savaş karşıtı ve Filistin yanlılarının başını çektiği gösteriye tanık olmuş. Bu gösterilerin ezici çoğunluğu barışçıl olmuş, pek azında polisin müdahalesi gerektiren olay çıkmış.

Ama bu son olay vahim tabii. Maccabi taraftarının inanılmaz tahrikine izin veren Amsterdam polisi ertesi gün çıkacak olayları da hesaplayamamış, benim anladığım bu. Oysa maç sabahı Maccabi taraftarlarına kısıtlama uygulansa ve onlar maça koruma altında götürülüp aynı şekilde geri getirilse bu olayların hiçbiri yaşanmazdı.

Aynı Maccabi Tel Aviv’le şimdi Beşiktaş karşılaşacak. Programa göre bu maç İstanbul’da oynanacaktı ama başından beri biliyoruz, Maccabi İstanbul’a gelmeyecekti. Aynen o Maccabi’nin basketbol takımının EuroLeague’de Fenerbahçe ile oynamak için İstanbul’a gelmediği gibi.

Her iki maç için de önlemi alan Türkiye oldu; güvenlik gerekçesiyle bu maçlar yurtdışına alındı. Beşiktaş şimdi Maccabi ile Macaristan’da oynayacak.