10-05-2024
İsmet Berkan

Gelin dedektiflik yapalım: İçinden pis kokular gelen iki dosya, Sinan Ateş cinayeti ve Ayhan Bora Kaplan soruşturması

Gelin dedektiflik yapalım: İçinden pis kokular gelen iki dosya, Sinan Ateş cinayeti ve Ayhan Bora Kaplan soruşturması

Bu ülkede emniyet müdürü olmak da, savcı olmak da çok zordur. Sadece mesleki zorluklardan söz etmiyorum, esas büyük zorluk siyasetin elinin hep bu iki mesleğin üstünde olmasından kaynaklanır. Herhangi bir suçu araştırırken gerek polis olarak gerekse savcı olarak o suçun siyasi bir kişiye değip değmemesi polis ile savcının hayatında fena halde belirleyici olur.

Emniyet müdürü ve savcı olmak zordur; ama bu iki işi Ankara’da yapmak iyice zordur. Çünkü bu şehirde siyasetçi sayısı başka her yerdekinden daha çoktur ve soruşturduğunuz suçların bir siyasetçiye değme olasılığı çok daha yüksektir. O yüzden bu şehrin emniyet müdürleri ve savcıları her zaman yoğurdu bile üfleyerek yemiştir.

Gelin, içinden feci kokular yükselen iki dosyaya bugün yakından bakalım; Ankara polisinin ve savcılarının bu dosyalarda ne yaptığını görelim. Aslında birbiriyle hiç ilişkisi olmayan bu iki dosya poliste ve savcılıkta siyasi etkinin ne seviyede olduğunu gösteren örnekler.

Bakacağımız dosyalardan ilki, Sinan Ateş cinayeti dosyası.

Polis koca örgütü kısa sürede çözdü ama…

MHP’nin gençlik örgütü olan Ülkü Ocakları’nın eski genel başkanı Sinan Ateş 30 Aralık 2022’de Ankara’nın göbeği sayılabilecek bir yerde profesyonel bir tetikçi tarafından öldürüldü.

Aradan 17 ay geçtikten sonra bugün nihayet bu cinayetin bir iddianamesi var. Ben dahil pek çok kişinin eleştirdiği iddianame yargılama yapacak hakimler meseleyi kolayca anlayabilsin ve yargılamayı da hızla yapabilsin diye değil, aksine yargıcın kafasını daha da karıştırmak, meselenin içinden çıkmasını zorlaştırmak için yazılmış adeta.

İddianamenin olayı anlamayı zorlaştıran, bir sürü de boşluk bırakan bu yazım tarzına rağmen şunu görüyorsunuz: Polis bu cinayeti neredeyse saatler içinde çözmüş. Şimdilik 22 kişinin yargılanacağı bir dava var. Savcı 17 kişiyle ilgili dosyayı da ayırmış, onları soruşturmaya devam ediyor. Ama polis bu 39 kişilik koca organizasyonu gerçekten çok kısa süre içinde saptamış, saptamalarını da delillendirmiş.

O otomobillerin sahibi belli

Örneğin cinayeti işleyen tetikçinin Ankara’dan İstanbul’a nasıl kaçırıldığını, hangi araçların kullanıldığını dakika dakika biliyoruz bugün. Çünkü polis işini iyi yapmış.

Yapmış ama siyaset bir yerinden devreye girmiş işte. Örneğin tetikçiyi Ankara’dan alıp götüren araç 06 AT plakalı. Yine olayda adı geçen bir başka araç da 06 DB plakalı. Harf grubu AT Alparslan Türkeş’ten, DB ise Devlet Bahçeli’den geliyor.

Ankara’da MHP’yi takip eden gazeteciler bu harf gruplarına çok aşinadır. Bu araçlardan birçoğunu MHP Genel Merkezinin önünde park halinde görebilirsiniz, nitekim bugün arşivden çıkmış çok sayıda fotoğraf var. Bu araçların bazıları makam aracıdır, bazıları koruma aracı.

Cinayette kullanılan imkan ve kabiliyet havuzu

Sinan Ateş cinayetinde en azından şunu görüyoruz: Bu cinayetin işlenmesinde MHP’nin ve ona bağlı Ülkü Ocakları’nın imkan ve kabiliyetlerinin kullanıldığı görülüyor.

Bu imkan ve kabiliyetlerin her ikisi de legal siyasi örgütlenmeler olan bu devasa kurumlar tarafından kurumsal bir kararla cinayete tahsis edildiğini iddia ediyor değilim; bu çok büyük bir iddia olur. Ama ne MHP’den ne de Ülkü Ocakları’ndan bu konuda bir iç soruşturma, açıklama duyduk; onu da hatırlatmak isterim.

Savcı açtığı davada ‘suç işlemek için bir araya gelen insanlar’dan söz ediyor ama suçu ‘örgütlü suç’ saymamış. Oysa ilk anda 22 kişiye dava açtı. Bunlar içinde tetikçi de var, cinayete azmettirenler de, öncesinde ve sonrasında cinayetin işlenmesine yardım yataklık edenler de…

Savcının MHP ve Ülkü Ocakları’na ait imkan ve kabiliyetin cinayette kullanılmasını araştırıp araştırmadığını bilmiyoruz. Belki dosyası ayrılan şüphelilerle ilgili soruşturmasında bu konuya da girecek savcı, ama ilk iddianamede o imkan ve kabiliyetler neredeyse özenle arka plana atılmış.

Şimdi gelin de buradan kötü kokular yükseldiğini düşünmeyin… 

Diyorum ya Ankara’da polis olmak da, savcı olmak da zor iş. Bir de öteki dosyaya bakalım, Ayhan Bora Kaplan dosyasına.

Ayhan Bora Kaplan’ın tuhaf itirafçısı

Son 8-10 yılda Ankara’nın yeraltı dünyasında hızlı bir yükseliş gösteren ve neredeyse şehrin yegane mafyası haline gelen Ayhan Bora Kaplan’ın bu yükselişini Ankara polisine borçlu olduğu çok konuşulan bir iddiaydı. Ali Yerlikaya’nın içişleri bakanı olmasından sonra Ankara Emniyeti’nin yönetici kadroları baştan aşağı değişti ve bu yeni yönetimin ilk işlerinden biri Ayhan Bora Kaplan’ı yaka paça yakalayıp ters kelepçeyi takmak oldu.

Savcılık dosyasına göre bu Ayhan Bora Kaplan örgütünün bir de iki numarası var, adı Serdar Sertçelik.

Ayhan Bora Kaplan’a operasyon başladığında Kıbrıs’taydı bu Serdar Sertçelik ve aslında Kaplan’la arası da açıktı. Ayhan Bora Kaplan’dan şikayetçi olan ve savcılık soruşturmasının başlamasına neden olanlardan biri Antalyalı oto galericisi N.K. isimli kişiydi. İşte Serdar Sertçelik KKTC’den bu N.K. ile temasa geçti ve ona ‘Polise gidip Kaplan aleyhine ifade vermek istiyorum, bana aracılık et’ dedi. N.K. de teklifi polise iletti.

Elektronik kelepçeli ama sevgilisiyle Ankara gecelerinde

Ankara polisi bu teklif üzerine Serdar Sertçelik ile telefonda temas kurdu. Sertçelik bir ceza anlaşması yapmak istiyor, karşılığında da Kaplan örgütünü çökertecek bilgi vermeyi vaat ediyordu. Bazı bilgiler aktardı. Aktardığı kimi bilgiler doğru, ama kimileri tartışmalıydı.

Sonunda savcılık da itirafçılık anlaşmasını kabul edince Ankara polisi dört görevliyi KKTC’ye gönderdi, Sertçelik’i alıp gizlice getirdi. Sertçelik savcı huzurunda ifadesini verdi, bunun karşılığında tutuklanmadı ama elektronik kelepçeyle evine yollandı.

İlginç olaylar bundan sonra başladı. Sertçelik evinde oturması gerekirken bir biçimde kelepçesini çıkartmayı başarıyor, sık sık Ankara gecelerinde arz-ı endam ediyordu. Yanında bir sosyal medya fenomeni olan kız arkadaşı da oluyordu. İkili bir gece sabaha karşı bir işkembecide çorba içerken mekanda ilgisiz iki grup arasında silahlı çatışma çıktı, ama bu iki gruptan kimseye bir şey olmazken Sertçelik’in bacaklarına dört kurşun birden isabet etti.

İtirafçı olduğu için bir nevi polis korumasında olması gereken Sertçelik’in o gece nerede olacağını mafya biliyordu ve bir bahaneyle onu kurşunlamışlardı. Polisin ise bütün bunlardan haberi yoktu.

Kelepçeye rağmen Yunanistan’a kaçıyor

Bu olaydan sonra Serdar Sertçelik’in bir bacağı tamamen alçıya alındı, yeniden elektronik kelepçe takıldı ama Sertçelik kelepçeyi bir kez daha çıkardı; işkembecide verilen mesajı almıştı, hemen Ankara’dan ayrıldı, Bodrum üstünden Yunanistan’ın Kos adasına kaçtı. Polisin yine haberi olmadı.

Şimdi o Sertçelik sosyal medya üstünden video yayınlayıp Ankara polisiyle ilgili bazı iddialar ortaya attı, iki gündür bu konu gündemde. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya konuyla ilgili müfettiş görevlendirdi, Ankara Emniyeti’nde soruşturma devam ediyor ve üst düzey bazı polisler dün itibariyle açığa alındı.

Olay başından sonuna büyük skandal aslında. Polisin ve savcının soruşturmanın iki numaralı şüphelisini itirafçı yapması da, o itirafçının sonraki davranışları ve başına gelenler de polisin içinde yaşananlara dair çok ibretlik olaylar.

Ayhan Bora Kaplan’ın rüşvet Rolex’i

Bir başka ibretlik olayı bu sabah Sözcü yazarı Saygı Öztürk’ün köşesinde okudum. Buna göre Ayhan Bora Kaplan da İzmir’de ek ifade vermek istiyor. Bunun üzerine biri komiser dört polis gidip ifade alıyor. Kaplan bir eski emniyet müdürünün adını da vererek, ‘Onun sevgilisine Rolex marka saat alıp verdim’ diyor. Saatin garanti belgesiyle birlikte N.K. adlı kadına teslim edildiğini, faturayı da avukatının polise teslim edeceğini söylüyor.

İfadenin ardından polislerle Kaplan’ın avukatı bir lokantada buluşuyor, avukat yemek eşliğinde polislere faturayı teslim ediyor. Şimdi o polisler lokantada hesabı avukata ödettikleri iddiasıyla soruşturma altında. Polislerse faturayı kendilerinin ödediğini söylüyor.

Daha kim bilir neler işiteceğiz bu soruşturmalardan…

Merkez Bankası güvenirlik inşa etme peşinde

Merkez Bankası güvenirlik inşa etme peşinde

Merkez Bankası bu yılın sonuna ilişkin enflasyon hedefini dün yükseltti, yüzde 36’dan yüzde 38’e getirdi. Zaten yüzde 36’lık hedef daha geçen ay açıklanan enflasyondan itibaren inandırıcılığını tamamen yitirmişti, piyasada beklentiler yüzde 45 seviyesinde.

Bankanın hedefi yükseltmesi akademik anlamda inandırıcılığı için sembolik bir öneme sahip. Banka geçen yıl da enflasyon hedefini yükseltmiş, gerçek enflasyona daha yakın bir tahminde bulunmaya çalışmıştı.

Bu çaba sürdürülecekse gelecek açısından önemli. Çünkü aslında enflasyonla mücadele en temelde tuhaf biçimde Merkez Bankası’nın yapacağı doğru tahmine dayalı. Banka tahminlerini (ve tabii hedeflerini) tutturabildiğini iç ve dış bütün kamuoyuna gösterebiliyorsa bir sonraki tahmininde inandırıcı olabilir. Merkez Bankası’nın yaptığı tahmine eğer kimse inanmıyorsa enflasyonla mücadele de mümkün değil.

O bakımdan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın aslında yolun başında olduğunu söylememiz lazım. Bu kuruma hepimiz güvenimizi o kadar kaybettik ki ülkemizde bir Merkez Bankası bırakmadık.

Yıllar önce S&P ve Moody’s gibi kredi derecelendirme kuruluşları Türkiye’nin kredi notunu kırarken ‘kurumsal kapasite kaybı’ndan önemle söz etmiş, ama içeride kimse onları dinlememişti.

Kurumsal kapasite sahiden de kayboldu, Merkez Bankası yok hükmüne indirgendi. Şimdi sıfırdan güven inşa etmeye çalışıyor kurum.