16-04-2024
İsmet Berkan

İran’ın saldırısına ‘tiyatro’ diyenler kafalarını kuma gömmeye devam etsin

İran’ın saldırısına ‘tiyatro’ diyenler kafalarını kuma gömmeye devam etsin

Neymiş efendim, İran İsrail’e saldıracağını 72 saat önceden herkese haber vermiş, bu ‘kontrollu bir gerginlik’miş, zaten silahlarının İsrail’i vuramayacağını da biliyormuş.

Yani Şam’daki konsolosluğu vurulduğu için ‘onurlu bir çıkış’ arayan İran’ın İsrail’e 300’ü aşkın dron ve füzeyle saldırması için uluslararası sistem (ve elbette İsrail) resmen veya zımni olarak yeşil ışık yakmış, ‘Sen merak etme, biz İsrail’i dizginleriz, sana cevap vermez’ demiş.

Bu senaryoya ciddi ciddi inananlar var. Mahalle kavgasında bile olmayacak bir danışıklı dövüşün iki ülke arasında ve ölümcül silahlar kullanılarak yapıldığını öne sürenler bence kafalarını kuma gömmeye devam etsin.

Çünkü gerçekte yaşanan şey çok farklı ve geleceği de biçimlendirecek kimi önemli unsurlara sahip.

Bilmemiz gereken en önemli konu Amerika açısından İsrail’i askeri anlamda koruma görevinin bundan iki yıl önce Amerika’nın Avrupa kuvvetleri komutanlığından alınıp ‘Merkez Komutanlığı’na bağlanmış olması.

Amerikan askeri düzeninde ‘Merkez Komutanlık’ bizim için pek meşhur bir komutanlık. Irak’ın işgalinden Afganistan’ın işgaline kadar, önce El Kaide ile mücadeleden sonra DAEŞ’le mücadeleye kadar bizi de yakından ilgilendiren, halen Suriye’yi de kontrol eden Amerikan komutanlığı bu. Hani komutanları zaman zaman Suriye’deki PKK/YPG unsurlarıyla birlikte fotoğraf çektiriyor, toplantı yapıyor diye, Türk askerinin başına çuval geçirdi diye pek kızdığımız komutanlık.

İran’ın cumartesi günü düzenlediği yoğun hava saldırısını durdurmak için çaba gösteren ülkelere bir bakın: ABD, İngiltere, Fransa, Ürdün ve Suudi Arabistan.

Bu koalisyonun güçleri Doğu Akdeniz’den Irak’a kadar yayılan geniş bir coğrafyada konuşlu uçakları ve hava savunma füzeleri aracılığıyla İran saldırısını etkisiz hale getirdi. Amerika bu savunma koalisyonunu İsrail’i Merkez Komutanlığı’na devrettiği 2022 yılının Mart ayından beri oluşturuyor. Bunun öyküsü bugünkü The Wall Street Journal’da var, meraklısına tavsiye ederim.

Bunca farklı ülkenin birbirleriyle anlık radar bilgisi paylaşmasını gerektiren son derece karmaşık bir savunma harekatını başarıyla yapmış olması sırf askeri planlama açısından bakıldığında bile büyük bir olay. Demek bu ülkeler geçmişte bu konuda tatbikatlar yaptı; ortak hareket etme idmanına sahipler.

Peki böyle bir koalisyon oluştuğundan Ankara’nın haberi var mıydı? Yoktuysa bile bugün öğrendi. Ankara bugün ‘İran saldırısı nedeniyle dikkatlerin Gazze’den uzaklaşması’ndan şikayetçi ama bu koalisyon tam da bunu yapıyor: Dikkatlerin İran’a yoğunlaşmasının önüne geçmeye çalışıyor.

Aynı koalisyon İsrail’in İran’a misilleme yapmasını da engellemek istiyor. İsrail savaş kabinesinin günlerdir üst üste toplandığı halde hala ‘Bu saldırıya bir cevap vereceğiz’ demek dışında bir karar alamamasının sebebi bu. Binlerce kilometre öteye saldırmak için İsrail’in de bir koalisyona ihtiyacı var, bunu dün İsrail ordu sözcüsü neredeyse açıkça söylemiş zaten.

İsrail’i İran’a karşı koruyan bu koalisyonun varlığı bu ülke açısından da, bütün Arap alemi açısından da Ortadoğu’da İsrail tabanlı bütün diplomatik oyun çerçevesinin yeniden kurulduğunu gösterir. Bunu en önce İsrail’in anlaması ve ‘Benim varlığım tehdit altında’ hezeyanından çıkıp başka bir seviyeye geçmesi beklenir. İşte gördük, Suudi Arabistan bile İsrail’in varolma hakkını askeri olarak savundu. Daha ne olsun?

Bu saatten sonra İran’a sadece nükleer zenginleştirme çabalarını engellemek için saldırı yapılır, basit bir gurur meselesi için değil. O yüzden Amerikan Başkanı Joe Biden’ın İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’ya ‘Zafer elde ettin, keyfini çıkar’ demesi çok önemli. Biden, Netanyahu’ya ‘Zafer senin, başka bir şey yapma’ diyor esas olarak. Gerçekten de İsrail hiç beklemediği büyük bir zafer elde etti İran’a karşı, bunun keyfini çıkartması gerek. Tersini yapıp İran’a saldırmaya kalkması ülkesi açısından çılgınlık olur.

Dün yazmaya çalıştım, İran kendisi açısından tarihi bir hata yaptı İsrail’e saldırarak. Bazı silahlar kınından hiç çıkarılmadığı zaman daha korkutucu olabilir; bugün İran’ın korkutuculuğu düne göre artık çok daha az, çünkü silahını kınından çıkarıp ateşledi ve hiçbir yeri vuramadı.

‘İran devlet aklı büyüktür’ diye terennüm edip bu ülkenin kapasitesini abartanlar son akılsızlığı görmek yerine bunda da bir ‘akıl’ arıyor ve tiyatro söylemini piyasaya sürüyor.

Peki ama ya İsrail’in Demir Kubbe’si oraya kadar gelen füzelerden birkaçının geçip sivil yerleşimleri vurmasına kasıtlı veya kasıtsız olarak izin verse ne olacaktı bu tiyatro söylemi? Ne yani, İran kendi onurunu kurtarmak için İsrail’e mi güvendi?

Şimdi önemli olan şu: ‘İsrail’in var olma hakkı’ Suudi Arabistan ve Ürdün tarafından da garanti altına alındığına göre Filistin meselesinin geleceği ne olacak?

Hamas akılsızlığında değil ama akıllı bir Filistin yönetimine de, Arap ve Müslüman alemine de çok geniş bir yeni pazarlık ve oyun alanı açıldı cumartesiyi pazara bağlayan geceden beri.

Ankara bu yeni oyun alanının farkında mı? Bu alanda üstlenebileceği pek çok olumlu rol olabilir çünkü…

Çok ama çok zor günler ufukta

Çok ama çok zor günler ufukta

Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sisteminde sergilediği yönetimin bu ülkeye yaptığı kötülüğü anlatmanın kolay bir yolu yok. Bu yönetim en yaygın ve en büyük hasarını hepimizi daha da fakirleştirerek, fakirleştirirken bizim cebimizden aldıklarını başka birilerine inanılmaz biçimde aktararak verdi. Bu servet transferi bugün dahi devam ediyor, bizim cebimizden eksilenler sayısı 100 bin bile olmayan küçük bir azınlığın cebine akmaya devam ediyor hala.

Tayyip Erdoğan’ın sanki para ağaçta yetişiyormuş gibi para saçtığı dönem artık sürdürülemiyor. İşte gördünüz, daha bir yıl önce sadece bir kalem darbesiyle sayısını 1,5 milyondan fazla arttırdığı emeklilere ilave para veremedi Erdoğan. Olsa vermez miydi, verse seçim kaybeder miydi?

Nitekim dün açıklanan bütçe uygulama sonuçlarına bakınca aslında elde avuçta olan bir miktar paranın daha mart ayında seçim için harcandığı anlaşılıyor.

Umalım ki şimdi gerçekle yüzleşilmiş, bu ülkeye ve bu halka yapılan kötülüğün farkına varılmış olsun.

Dün Hazine 21 milyar liralık bir borçlanmaya gitti, faiz neredeyse yüzde 50 oldu. Bu bütçe açığı rakamlarına ve Hazine’nin nakit açığı rakamlarına bakınca Hazine borçlanma maliyetlerinin, yani faizin daha da artacağını söylemek için kahin olmak gerekmiyor. Türk hazinesi yeniden yüzde 60’lı faizleri görecek.

Bütçe üstünde ve daha önemlisi Merkez Bankası üstünde Tayyip Erdoğan’ın 2018’den beri sürdürdüğü para saçma döneminin bütün yükü yetmiyormuş gibi geçen yıl bir de deprem yaşadık ve deprem için de 100 milyar dolardan fazla para harcayacağız.

O yüzden geleceğin bugünden çok daha karanlık ve kötü olacağını, bu ekonomik zorluklardan sanki hiçbir şey yokmuş gibi davranarak çıkmamızın mümkün olmayacağını hepimizin görmesi lazım.

Türkiye tarihinin en ağır buhranlarından birinin içinde ve bunun tek bir sebebi var: Tayyip Erdoğan’ın kasıtlı derecede kötü yönetimi. Şimdi bu buhrandan aynı Erdoğan’la ve onun bu sefer iyi yöneteceğini varsayarak çıkmaya çalışmamız da işin trajedi tarafı.

Merkez Bankası nasıl ve neden zarar eder?

Merkez Bankası nasıl ve neden zarar eder?

Merkez Bankaları elbette kâr etsin diye var olan yerler değildir ama zarar etmeleri de istenmez. Oysa bu yıl Merkez Bankamızın zararını hesaplamak bile kolay değil. Baksanıza Erdal Sağlam yazmış, daha muhasebeleştirilmemiş zararları var Merkez Bankası’nın, muhasebeleştirilen tarafı ise dehşet verici: 812 milyar lira.

Bankanın normalde inanılmaz bir gelir kaynağı var. Buna ‘Senyoraj geliri’ adı veriliyor. Nedir o? Banka, para basmaya yetkili olduğu için, örneğin piyasaya sürdüğü 200 liralık banknotun kağıt, mürekkep ve diğer yönetim maliyetlerini düştüğünüzde ortaya çıkan fark Merkez Bankası’nın ‘senyoraj geliri.’ Öyle ya, banka kağıtların üstüne bir değer yazıyor, o kağıt mutlaka üstünde yazılı değerden çok daha ucuza mal oluyor, aradaki fark ‘kâr’.

Bu denli avantajlı bir kâr etme yöntemine sahip olmasına rağmen Merkez Bankası’nın zarar etmesi akıl alır gibi değil aslında, ama etti. Neden etti? 

Bir kere üstüne 200 TL yazdığı kağıt parçası artık 200 TL değil, enflasyon yüzünden çok daha düşük bir değer ifade ediyor. İkincisi kendisine ait olmayan dövizleri har vurup harman savurdu, şu an 60 milyar dolardan fazla borcu var. Döviz değer kazandıkça bankanın borcu TL cinsinden büyüyor (Bankanın rezervleri pozitifken döviz değer kazandığında banka ‘kâr etmiş’ sayılırdı). Üçüncüsü, banka kasasına bile girmeyen bazı dövizlere, yani KKM hesaplarına da kur garantisi ve faiz garantisi verdi. Eh döviz yükseldikçe bunlar da zarar yazıyor bankaya. Bu KKM hesapları sadece 100 bin kişiye ait. Yani banka onlara para vermek için bize verdiği paranın değerini düşürüyor ister istemez. Bir anlamda bizim cebimizden alıyor, o 100 bin kişiye veriyor.

Peki bu zarar nasıl kapanacak? ‘Almadan vermek Allah’a mahsustur’ denir, Merkez Bankası da almadan veremez. O zararı da biz ödeyeceğiz; ama enflasyon vergisi yoluyla ve fakirleşerek, ama doğrudan vergi yoluyla, sonunda olan yine bize olacak, Tayyip Erdoğan bizim kesemizden iktidarını sürdürmüş olacak.