22-01-2025
İsmet Berkan

Nasıl yaşadığına değil nasıl öldüğüne

Nasıl yaşadığına değil nasıl öldüğüne

İnternette elden ele dolaşan bir ‘meme’ var. Sözde Fransız yazar Albert Camus “Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın” demiş.

Camus böyle bir laf etmiş midir bilmiyorum, pek sanmıyorum, ama bu lafın “meme” olması boşuna değil: Bir anlamda gerçeği ifade ediyor, hepimizin yüreğine dokunuyor, o sayede de beyinden beyine yayılıp duruyor.

Kartalkaya’daki Grand Kartal aslında “otel” bile değil; bunu öğrenmek için koca binanın yanması, içinde çoluk çocuk 76 kişinin dışarı çıkamadıkları için ölmesi gerekti.

Ne demek “otel değil”? Bu kadar devasa bir tesis nasıl olur da otel olmaz?

Burası cin olmadan adam çarpanlar memleketi olduğu için hepimizin en iyi becerdiği işlerin başında kanuna karşı hile yapmak gelir.

Grand Kartal, Kartalkaya diye bir kış turizmi merkezinin var olmasını sağlayan adamın burada açtığı ilk tesis. Geçmişi 70’li yıllara kadar gidiyor. O yıllarda büyük ihtimalle “konaklama tesisi” ruhsatı alındı, bu bina “oberj” adı verilen sınıfa dahil edildi ve bir daha da kimse orayı sorgulamadı.

New York’taki rüşvet suçlaması neydi?

Şimdi gündemden düştü ama New York Belediye Başkanı Eric Adams’ın suçlandığı şeylerden birini hatırlıyor musunuz?

Birleşmiş Milletler’in karşısında inşa edilen TürkEvi inşaatı tamamlanmıştır ve Tayyip Erdoğan New York’a gelmektedir. Açılışı da yapmak ister Erdoğan. Onun gelişine yetişsin diye New York’a yeni seçilen ama henüz göreve başlamamış olan Erik Adams şehrin itfaiye müdürüne baskı yapar, bina için bir geçici kullanım ruhsatı alınır. O sayede Erdoğan binanın açılışını yapabilir.

Dikkat edin, bitmiş bina itfaiye “tamamdır” diye rapor vermeden kullanım ruhsatı alamıyor.

Avrupa’yı çok bilmem ama İngiltere ve Amerika’da bu yangın meselesi çok ciddiye alınır; itfaiyeden izin almadan lokanta da açamazsınız, apartman da, otel de.

Gayrettepe’deki gece kulübünü hatırlayan var mı?

Bizde ise 2012 yılından beri bir binaya kullanım ruhsatı almak için itfaiyeden rapor alma zorunluğu bulunmuyor. Gayrettepe’de içinde 28 kişinin öldüğü gece kulübü yangınını hatırlıyor musunuz? O zaman da bu konuyu tartıştık.

Orada da yangın çıkışları yetersiz ve yanlıştı, yangın söndürme sistemi devreye girmemişti ve 28 kişi yanarak, boğularak ölmüştü. İktidar açısından Beşiktaş Belediyesini sıkıştırmanın bir aracıydı bu yangın, dönüp yönetmeliklere bakmadılar bile.

Şimdi Grand Kartal yangını var. Aralarında şahsen tanıdığım insanlar da var ölenlerin ve bu yazıyı yazarken öfkemi kontrol etmeye çalışıyorum.

İlla devlet kuralına da gerek yok, insanlık bunu gerektirir

Devletin kuralları olması ve yangınla ilgili bu kurallara uyulup uyulmadığını sık sık denetlemesi elbette gerekli. Ama şunu da sormadan edemiyor insan: Sezonda on binlerce kişiyi ağırlayan dev gibi bir binaya yangın emniyeti almak için illa devletin sizi zorunlu tutması mı gerekir?

10Haber hesaplamış, odalara ve koridorlara duman dedektörleri kurup bunları ortak bir yangın alarmı sistemine bağlamak o binada 50 bin lira bile tutmayacak bir yatırımdı. Sadece bu yapılmış olsa hiç kimse ölmeyebilirdi.

Londra’da kaldığım otelde çalan yangın alarmı

Yıllar önce Londra’da bir otelde kalırken yangın alarmı çaldı. Uyku sersemi insan tam anlamıyor. Ne yapsam diye düşünürken kapım yumruklandı ve açıldı; otel çalışanıydı gelen, giyinmeme bile izin vermedi, beni aşağı indirdi. Gideceğimiz yol koridorun ne tarafından yürümemiz gerektiğine kadar belliydi. Daha önce mutlaka tatbikat yapmış olmalıydı o çalışanlar.

Grand Kartal’da çalışanlar ölümü göze alıp canla başla insan kurtarmaya uğraşmış, ama anlatımlarından anlıyorum, aslında ne yapacaklarını bilmiyorlar, bir yangın kaçış planı yok, eğitim yok. Zaten yangın iyice yayıldıktan sonra insanların haberi olmuş. Oysa o 50 bin liralık alarmlar olsa, çalışsa hiç kimse ölmeyebilirdi yangında.

Polat Kulesi yangını hatırlayan var mı?

İstanbul’da Ihlamur’daki Polat Kulesinde üst katlarda bir yangın çıktı kaç yıl önce. Bu yangını daha itfaiye oraya gelmeden binanın kendi yangın söndürme sistemleri söndürdü.

Demek paraya kıyıp gerekli önlemi alınca oluyor bu işler. Bu iyi örneği hatırlatmak özellikle istedim.

İtfaiyesi bile olmayan yer

Ama biz kendi kötü örneğimizden kopmayalım.

Daha fecisini 10Haber dün yazdı; 2000’den fazla yatak kapasitesi olan Kartalkaya’nın kendine ait itfaiyesi de yoktu. Bir arkadaşım kendi başından geçeni söyledi dün, Kartalkaya’da ambulans ve doktor da yoktu. Oysa kayak ciddi yaralanmaların mutlaka yaşandığı bir spor, burada doktor ve ambulans olmaması inanılmaz.

Neden o oteller bir itfaiye istasyonu kurmaz, mesela Bolu veya Gerede Belediyesi ile anlaşıp, finansmanı da sağlayıp orada bir itfaiye mangasının sezon boyunca görev yapmasını sağlamazlar? Anlaşılır gibi değil.

Yangının kendisi bile hayret verici

Bazı mühendisler ve uzmanlar yangının büyümesini, itfaiyenin müdahale etmek zorunda kalmasını bile hayret verici bulmuş. Gerçekten de öyle.

Yeterli uyarı sistemleri olsa o yangın daha minicikken söndürülürdü.

Şimdi bütün bunları bilip sonra öfkelenmemek mümkün mü?

Sahiden, nasıl yaşadığımız değil nasıl öldüğümüz daha iyi anlatıyor kim olduğumuzu, nasıl bir ülkede yaşadığımızı.

Bir ırkçının ifade özgürlüğünü savunacağım aklıma gelmezdi

Bir ırkçının ifade özgürlüğünü savunacağım aklıma gelmezdi

İstanbul’da bir mahkeme Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ı tutukladı, o şimdi cezaevinde.

Ümit Özdağ’ı uzun yıllardır tanırım, kendisiyle sadece fikirlerimiz değil insanın insan olmaktan gelen temel değerlerine ilişkin de derin bir uyuşmazlığımız var. Yüzüne karşı da söylediğim için burada tekrar edebilirim, ben Ümit Özdağ’ın ırkçı olduğunu düşünürüm uzun zamandan beri.

Gayet akıllı ve okumuş yazmış bir insan olduğu için Ümit Özdağ bu tanımlamadan hem hoşlanır hem hoşlanmaz; hoşlanmaz çünkü bu damgayı yemek siyaseten işine gelmez, ama siyasi söylemini hep o ince çizgide, yani kendisini dinleyenlerin onun ırkçı olduğunu sezecekleri ama soruşturanların suçlayacak bir somut şey bulamayacağı çizgide sürdürür.

Bana göre Ümit Özdağ’ın bazı söylemleri ırkçılık içerir ve onları ifade özgürlüğü olarak değerlendirmek zordur. Ama ben savcı veya yargıç değilim. Gerek bizim yasalarımıza, gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına ve gerekse ABD Yüksek Mahkemesi kararlarına göre o söylemler ifade özgürlüğü koruması altında kalır. Yani benim ne düşündüğümün önemi yok, hukuk onu koruyor.

Ta ki korumadığı güne kadar. Bakın dün mahkeme onu “halkı kin ve düşmanlığa teşvik”ten tutukladı. Yani ırkçı ayrımcı nefret söyleminden. Oysa tutuklamamalıydı. Beni ve başka milyonlarca insanı son derece rahatsız eden görüşlerine rağmen Ümit Özdağ tutuklanmamalı, hatta soruşturulmamalıydı.

Çünkü bizim kanunumuz da, AİHM kararları da bu çeşit nefret söylemleri için “yakın ve açık tehlike oluşturma” kıstasını getiriyor. Ümit Özdağ konuştu diye Suriyeliler lince mi uğramış, onlara saldırı mı olmuş? Hayır, bunlar olmadı. Dolayısıyla sözleri “yakın ve açık tehlike” yaratmamış. Zaten tutuklamaya esas alınan sözler dün söylenmemiş, epey zaman önce söylenmiş şeyler. Yakın ve açık tehlike yaratsaydı, o zaman tutuklayıp yargılamak gerekirdi Özdağ’ı.

Bazıları (ki bunlara Özgür Özel de dahil) Ümit Özdağ’ın tutuklanmasına o bir parti genel başkanı olduğu için itiraz ediyor.

Ben hayatımda bundan daha saçma bir şey duymadım. Ne yani parti genel başkanları için vatandaşlara uygulanan hukuktan farklı bir hukuk mu uygulanmalı, bunu mu söylüyor Özgür Özel?

Keşke itirazını “Eleştiri hakkına, ağır eleştiri hakkına ne oldu” diye sorarak dile getirseydi CHP Genel Başkanı.

İfade özgürlüğünün sınırları hakkında net kurallara sahip olmak bu hakkın bütün yurttaşlara ait olması genel başkanların tutuklanıp tutuklanmamasından çok daha önemli bir konu.

Ümit Özdağ’ın ifade özgürlüğünü savunmak zorunda kalmak hiç aklıma gelmeyecek bir şeydi doğrusu.