Nazi’lerin bombasını yapması beklenen adam: Werner Heisenberg
İki Alman kimyager, Otto Hahn and Fritz Strassmann, 1938 yılının Aralık ayında Berlin’deki bir laboratuvarda nükleer fizyonu, yani çekirdek bölünmesini keşfetti.
Bu keşif, iki bilim insanına 1944’te Nobel ödülü kazandıracaktı ama daha önemlisi, dünyamızı bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirecekti.
1938’de Almanya’da Hitler gücünün doruğundaydı; nitekim bu keşiften 9 ay sonra 2. Dünya Savaşı’nı başlatacak, önce Polonya’yı ardından Fransa’yı (ve yol üstünde de Belçika ve Hollanda’yı) büyük bir hızla istila edecekti.
Bu iki Alman kimyagerin buluşu, sadece 8 ay sonra, yani Ağustos 1939’da Albert Einstein ve Macaristan göçmeni fizikçiler Leo Szilard ile Eugene Wigner’ın ABD Başkanı Roosevelt’e ‘Nazi’ler nükleer bomba yapabilir, biz de yapmalıyız’ anlamına gelen meşhur mektubu yazmasına neden oldu.
Gerçekten de, artık nükleer bomba yapmak (veya nükleer santral yapmak) artık teorik bir imkan dahilindeydi.
İki gün önce bütün dünyada gösterime giren bir film, tarihin bu dönemini ve bu tartışmaları yeniden hatırlattı. Robert Oppenheimer, Amerika’nın 1942’de başlattığı ve hedefi nükleer bomba yapmak olan Manhattan Projesi’nin bilim ekibinin başıydı. Film, onun çarpıcı hikayesini anlatıyor. Oppenheimer ve Amerikan hükümeti, ortaya koydukları müthiş kaynakla Nazi Almanyasından önce nükleer silah yapmayı başardılar, bu silahlar Hiroşima ve Nagazaki’de Japon halkı üzerinde kullanıldı.
Bilmiyorum, sinemada belki bu filmi izlediniz, belki izlemeye hazırlanıyorsunuz ama bu yazı o film hakkında değil. Tam tersine, o filmin anlatmadığı Almanya’nın nükleer silah yapma ve başarılı olamama hikayesiyle ilgili. (Bence filmi mutlaka izleyin.)
Hepimiz, Albert Einstein’ın 1905 yılında yazdığı meşhur E=MC2 denklemini biliyoruz. Bu denklem bize, enerjinin kütleye, kütlenin ise enerjiye dönüşebilir olduğunu söyler. Enerjiden kütle yapmak isterseniz denklemde yer alan ışık hızı sabiti (C) çok büyük bir rakam olduğu ve üstelik bir de bunun karesi alındığı için, çok ama çok fazla enerjiye ihtiyacınız olur. Buna karşılık çok küçük bir kütleden (M) ışık hızının karesiyle çarpımı kadar çok enerji elde edebilirsiniz.
1938’de keşfedilen, daha doğrusu ilk kez başarılan çekirdek bölünmesi işte bu kütlenin enerjiye dönüşmesini gösteriyor. Bu deneyde Uranyum-236 nötron bombardımanına tutuluyor ve Uranyum atomu neredeyse ortasından bölünüp ortaya Baryum ile Kripton çıkıyor. Bu bölünme sırasında muazzam bir enerji de açığa çıkıyor.
Bu Nobel ödülü kazandıran deneyden elbette Alman ordusunun da haberi oluyor. Ama Alman ordusu, nükleer çekirdek bölünmesinin askeri önemini fark etmiyor, programı erteliyor. Zaten ordu neredeyse bütün önemli fizikçileri de silah altına alıyor, çünkü artık savaş başlamış durumda. Erteleme 1942’ye kadar devam ediyor, yani Alman nükleer programında o vakte kadar yaprak kıpırdamıyor.
O yıl, yani savaşın ortasında konu yeniden gündeme geliyor. 26–28 Şubat 1942’de Kaiser Wilhelm Fizik Enstitüsünde sahneye büyük Alman fizikçi Werner Heisenberg çıkıyor; Alman ordu yöneticilerine çekirdek bölünmesinden askeri amaçlarla nasıl yararlanılabileceğine dair bir sunum yapıyor. Fakat Heisenberg’in sunumu bomba yapımını içermiyor, daha çok nükleer enerji yoluyla gemilerin ve denizaltıların güçlendirilmesinden söz ediyor. Heisenberg’in en çok üzerinde durduğu konu, Uranyum 245 elde etmek.
Heisenberg, atom bombası yapımını önermemişti, çünkü bu bombayı 5 yılda yapmanın mümkün olacağını düşünmüyordu. Nazi Almanyasının savaş üretiminden sorumlu bakanı Albert Speer’e bir seferinde, ‘Bombayı önermek, muazzam kaynakların buna ayrılması anlamına gelir ve bu kadar kaynağı ayırıp sonunda başarısız olursak Hitler bize çok kızar’ demişti. Heisenberg’e göre bomba için en az 120 bin kişinin çalışması gerekecekti.
ABD’nin Manhattan Projesinde bir dönem 130 bin kişi çalışıyordu, bombanın yapımı bugünün parasıyla yaklaşık 24 milyar dolara maloldu. Almanya’nın ne maddi olarak ne insan gücü olarak ne de bilimci gücü olarak böyle bir kaynağı yoktu. Almanya, nükleer araştırmalara Amerika’nın ayırdığı kaynağın yaklaşık binde birini, yani 24 milyon dolar ayırmıştı.
Nitekim, savaş bittiğinde Almanya bırakın bomba üzerinde çalışmayı henüz işleyen bir nükleer santral bile yapamamıştı. Oysa Amerika’nın iki tane işleyen santralı vardı ve buradan elde edilen plütonyumu nükleer bombalardan birinde kullanmışlardı.