Osmanlı’ya ‘Artık modern olmak gerekir’ dedirten ağır bir askeri isyan: Maçin Mazharı
Daha Bosna savaşı devam ediyordu, Saraybosna ağır bir kuşatma altındaydı. Ankara’da birkaç kişi, Bilkent Üniversitesi’nin lojmanlarındaki evinde büyük tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık’la sohbete gittik.
Bu sohbetler haftada bir, bazen 15 günde bir yapılıyordu; ben ilk kez katılıyordum ve İnalcık’la tanışacağım için çok heyecanlıydım.
Halil İnalcık sohbete içimizde en hazır olandı; adeta bir konferans verecek gibi çalışmıştı. Haritaları açtı, Kanuni Sultan Süleyman’ın seferi sırasında yapılan savaşları ve savaş alanlarını bugün Boşnaklar ile Sırplar arasında yaşanan savaşlarla kıyasladı. Savaş aynı yerlerde yapılıyordu.
Bugün son 18 aydır Ukrayna’da şiddetli savaşlar yaşanıyor. Ben geçen gün bir vesileyle 1768-74 Osmanlı-Rus savaşına, o savaşı bitiren Küçük Kaynarca Antlaşmasına ve sonrasında da devam eden Osmanlı-Rus çatışmalarına bakmak için bilgisayarımın başına geçtiğimde dehşet içinde fark ettim; neredeyse 250 yıl önceki savaşın geçtiği yerlerle bugünkü savaşın yoğunlaştığı yerler aynıydı.
Tarihin ve coğrafyanın böyle bir yanı var işte. Elinizdeki savaş teknolojisi ne olursa olsun, coğrafya sizi belli kanallara zorluyor. Coğrafya, yayılmak isteyen devletleri aradan kaç yüzyıl geçmiş olursa olsun aynı şekilde davranmak zorunda bırakıyor.
Rusya, bundan 250 yıl önce Karadeniz’e ve oradan da Akdeniz’e inmek, etki alanını daha da genişletmek için Osmanlı’yı geri püskürtüyordu; bugün aynı şeyi Ukrayna’ya karşı yapmaya çalışıyor. Üstelik aynı kasabalarda, aynı nehir kıyılarında, aynı düzlüklerde…
Yine de şunu söylemek fazla kaçmaz: 1768-1791 yılları arasında üç ayrı padişahın (2. Mustafa, 1. Abdülhamit ve 3. Selim) zamanına yayılarak yaşanan ve Osmanlı açısından son derece acı olan gelişmeler, çok uzun süre ertelenmiş olan Osmanlı Modernleşmesinin başlatıcısı oldu.
Bugün nasıl Ukrayna’nın tarımsal üretimi bütün dünyanın karnının doyması için son derece önemliyse, o gün de öyleydi ve Osmanlı bu 23 yıllık uzun dönemde sadece bugünkü Ukrayna’yı ve Kırım’ı kaybetmedi; bugünkü Moldova ve Romanya topraklarını da kaybetti.
Bu kayıpları bugün bile ‘Ordunun beceriksiz yöneticileri’ne bağlayan yorumlar var; kaldı ki bu yorumlar yanlış da değil ama Osmanlı’nın çok ağır askeri yenilgisine uzun dönemli bir perspektiften baktığınızda, aslında bu yenilgi neredeyse kaçınılmazdı, onu da görüyorsunuz.
1768’de Osmanlı, bugünkü Polonya’nın Rusya, Prusya ve Avusturya tarafından yenilip yutulmasını engellemek için Rusya’ya savaş ilan ediyor ama Osmanlı ordusunun Edirne’nin ötesine geçmesi, hele hele savaş alanlarına varması bir hayli uzun zaman alıyor.
İstanbul’daki üç padişah da, ardı ardına orduya savaşmasını emrediyor ama ordunun hem silahı yok hem yiyeceği hem de maaşı. Kendisinden çok daha küçük Rus birlikleri karşısında bile kolayca dağılıyor, askerler savaştan kaçıyor.
1774 tarihli Küçük Kaynarca Antlaşması, Osmanlı tarihi açısından bir büyük kırılma noktası ama bu anlaşma öyle kalmıyor. Ardından 1787-1792 arasında devam eden ikinci bir Osmanlı-Rus savaşı yaşanıyor.
Burada iki önemli tarihi an var. Birincisi 1784’te, yani Küçük Kaynarca’dan 10 yıl sonra, ikinci büyük savaştan ise 3 yıl önce yaşanıyor.
Lüksemburg Dükü o sırada tahtta olan 1. Abdülhamid’e bir mektup yazıyor ve Osmanlı yenilgilerinin sebebinin Osmanlı ordusunun eğitimsizliği ve modern savaş araç gereçlerinden yoksunluğu olduğunu söylüyor, eğitim ve modern savaş araçları satmayı teklif ediyor. Padişah aslında bu teklifi kabul etmeye yatkın ama kendi bürokrasisi teklifi reddediyor. Bu red sırasında kullanılan gerekçeyi alttaki yazıda ayrıca yazıyorum.
İkinci önemli tarihi kırılma anı ise, sonradan tarihe ‘Reformcu padişah’ olarak geçecek olan 3. Selim’in tahttaki ilk yıllarına denk geliyor. 3. Selim İstanbul’dan sürekli mektup yazarak bugünkü Romanya ve Bulgaristan topraklarında olan orduya Ruslara saldırmalarını söylüyor ama ordu bunu yapacak durumda değil. En sonunda 1791 yılının 18 Ekim günü ordu adına padişaha bir ‘mazhar’ gönderiliyor. Ordu savaşmayı reddetmektedir. Tarihimize ‘Maçin Mazharı’ olarak geçen bu büyük askeri isyan, hiçbirimize okul kitaplarında anlatılmaz, ancak bilenler bilir.
Osmanlı ordusu, başında dönemin bütün önemli komutanlarıyla birlikte savaşmayı bir çeşit ‘intihar emri’ gibi görmüştür; modern Rus askerinin karşısına çıkmayı reddetmiştir.
Padişah 3. Selim ancak bu olaydan sonra yüzyıllardır sarayda geçerli kabul edilen din doktrininden vaz geçip Nizam-ı Cedid adını verdiği yeni orduyu kurmaya yönelmiş, Osmanlı modernleşmesini böyle başlatmıştır.