18-10-2023
İsmet Berkan

Savaşın ortasında İsrail’le dayanışmaya gitmek

Savaşın ortasında İsrail’le dayanışmaya gitmek

Yukarıdaki fotoğraf ibretlik bir kare aslında. Almanya Başbakanı Olaf Scholz, ‘Dayanışma’ için İsrail’e gelmiş, temaslarını yapmış, geri dönmek üzere Tel Aviv’deki Ben Gurion Havaalanındaki uçağına binmek üzere.

O sırada Hamas’ın ilkel füzeleriyle saldırısı başlıyor, havaalanında sirenler çalıyor. Scholz apar topar bir bomba sığınağına götürülüyor, heyetin geri kalanına ise yerlere uzanıp tam siper olmaları emrediliyor. 

İşte fotoğrafta görüyorsunuz, arkada Alman Başbakanının uçağı, önde pistte yerde tam siper yatan Alman heyeti ve gazeteciler.

Bilmiyorum siz bu yazıyı saat kaçta okuyorsunuz, bugün Amerikan Başkanı Joe Biden’ı taşıyan uçak inecek Ben Gurion Havaalanına. Hamas ona da bir sürpriz yapar mı bilmiyorum ama savaşın ortasındaki bir ülkeye gitmenin böyle riskleri var, Biden da herhalde o riski alıyor.

Nitekim birkaç gün önce Amerikan Dışişleri Bakanı Tel Aviv’deydi; tam görüşmelerini bitirip oradan ayrılacaktı, yine hava saldırısı sirenleri çaldı şehirde, Anthony Blinken’i apar topar sığınağa götürdüler, saatlerce orada kaldı; oysa uçağına binip bölgedeki başka bir ülkeye gidecekti, geceyi Tel Aviv’de geçirmek zorunda kaldı.

Bir Dışişleri Bakanı’nın böyle gergin bir ortamda böyle zorlu seyahatler yapmasını anlayabilirim. Nitekim Blinken gerçekten de iki günlüğüne diye çıktığı bölge gezisinde yedinci gününü doldurdu; bazen aynı günde birden fazla ülkeye gittiği oldu.

Buna ‘mekik diplomasisi’ deniyor. Blinken’in mekik diplomasisi şimdilik hiçbir sonuç üretmiş değil, sanırım dün akşamki hastane katliamından sonra herhangi bir sonuç üretme şansı da bir süre için kalmadı.

Benim takıntım Blinken’in turlarına değil. Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da bu krizde elinden geleni yapıyor. Kahire’ye gitti geldi, şimdi Lübnan’da. Kim bilir, belki başka yerleri de ziyaret edecek. O da Türkiye adına bu krizi dindirmek için elinden geleni yapıyor.

Benim takıntım, Olaf Scholz gibi, Joe Biden gibi ‘İsrail’le dayanışma’ amacıyla Tel Aviv’e, sadece Tel Aviv’e gidenlere.

Evet, elbette İsrail 7 Ekim günü Hamas’ın düzenlediği saldırılar yüzünden ciddi bir şokta, uluslararası toplumun bu ülkeye ve halkına ‘Geçmiş olsun’ demesinden, ölenler için taziyeler bildirmesinden daha normal bir şey yok. Hamas saldırısı insanlık dışıydı.

Ama İsrail’in buna karşı cevabı, artık Hamas saldırısını unutturur bir seviyeye gelmedi mi? Hakan Fidan, üç gün önce Ankara’da bir grup gazeteciyle bir araya geldiğinde, ‘İsrail şu anda sağlıklı düşünemiyor’ demiş, ‘Duygusal ve intikamcı düşünüyor. Biz de bunu bütün muhataplarımıza söylüyoruz.’

Bence Hakan Fidan’ın gözlemi doğru ve yerinde. ‘Hamas’ı yok etmek konusunda bir görüş birliği var ama bunu nasıl yapacaklarını, eğer yapabilirlerse Hamas’ın yerine neyin geleceğini bilmiyorlar’ demiş ki, bu konuyla ilgili analiz yapanların tamamı da bu görüşte.

İsrail ne yapacağını bilemediği için en iyi bildiği şeyi yaparak, hala 7 Ekim sabahı Hamas’ın nasıl olup da bu denli etkili bir saldırı yapabildiğinin ve İsrail’in güvenlik mekanizmasının bu saldırıyı nasıl olup da durduramadığının şokunu yaşayan kendi halkının ‘yüreğini soğutmaya’ çalışıyor, Gazze’ye havadan bomba yağdırıyor.

Yağdırıyor ama görüyorsunuz, Hamas ve İslami Cihad da hala İsrail’e füze atma kapasitesine sahipler; yani cephaneleri de, İsrail’in 10 gündür devam eden vahşi bombardımanına rağmen insan kaynakları da yerinde duruyor. Olaf Scholz’u yere seren Hamas ister misiniz bugün veya yarın Joe Biden’ı da yere sersin?

Alman devleti de Amerikan devleti de gayet aklı başında devletler. Bu devletlerin, Hakan Fidan’ın yorumuyla ‘Duygusal’ hareket etmesini beklemez insan. Ama bakın Olaf Scholz’un İsrail’e yaptığı ‘dayanışma’ gezisi de, Joe Biden’ın ‘dayanışma’ gezisi de aslında duygusal hareketler.

Joe Biden ve etrafındaki kurmayları bu ‘duygusal’ görüntüden rahatsızdı, hele Dışişleri Bakanı Blinken’in Tel Aviv’e indiğinde ‘Buraya sadece Amerika’nın bakanı olarak değil aynı zamanda bir Yahudi olarak da geldim’ demiş olmasının gördüğü tepkiyi de ölçmüşlerdi. O yüzden, Biden’ın gezisine bir İsrail-Filistin barış zirvesi ekleyerek durumu kurtarmak istemişlerdi. Ama İsrail dün akşam o hastaneyi vurunca Biden’ın zirvesi de suya düştü.

Bakın Suudi Arabistan veliaht prensi Muhammed, kendisiyle görüşmek isteyen Amerikan Dışişleri Bakanı Bilinken’i sabaha kadar ‘Ha şimdi ha biraz sonra’ diyerek bekletti, en sonunda da Blinken’i makamında değil çiftlik evinde kabul etti. Muhammed geceyi uyuyarak geçirmiş gayet zindeydi, Blinken’in yorgunluğu ise yüzünden akıyordu. Ben her hangi bir Amerikalı yüksek yetkilinin Arap dünyasında bu denli hakarete uğradığını hatırlamıyorum. Şimdi de Filistin Devlet Başkanı, Ürdün Kralı ve Mısır Cumhurbaşkanı Amerikan Başkanı ile görüşmeyi reddettiler.

Hakan Fidan, ‘Amerika bölgedeki moral üstünlüğünü kaybediyor’ derken henüz bu gelişmelerin hiçbiri yaşanmamıştı.

Bu ‘dayanışma’ gezileri, sadece İsrail’in yalnızlığının altını çizmiyor, onunla dayanışma halindeki Batılı güçleri de yalnızlaştırıyor, güçsüzleştiriyor.

Bakın Amerikan Dışişleri Bakanı günlerdir koşturuyor, somut denebilecek tek bir kazanım elde edemedi, en sonunda döndü Katar’dan (ve belki Türkiye’den) Hamas’ın elindeki rehineler için arabuluculuk yapmasını istedi. Şimdi Amerikan Başkanı binlerce kilometrelik yolu boşu boşuna geliyor.

Amerika uzun yıllardır bu bölgedeki yumuşak gücünü adil olmayan bir biçimde kullandı kullandı ve galiba sonunda o gücün raf ömrü tükenmeye başladı. Geriye sadece sert gücün kalacak olması en önce Amerika’yı rahatsız ediyor olmalı.

Anglikan misyonerlerin Gazze’de işi ne?

Anglikan misyonerlerin Gazze’de işi ne?

Gazze’de en az 500 kişinin öldüğü patlamanın yaşandığı hastanenin adı ‘Ehli Arap’. Bu hastene, 1882 yılında açılmış ve çalışmaya başlamış. Yani oralar Osmanlı hakimiyeti altındayken, Sultan 2. Abdülhamid tahttayken.

Hastaneyi açanlar, Anglikan Kilisesi’nin misyonerleri. Bu kilise, biliyorsunuz 1509 yılından 1547 yılına kadar Britanya Kralı olan 8. Henry’nin İspanyol asıllı eşini boşamak isteyip Papalıktan izin alamayınca ülkesini katolik kilisesinden kopartmasıyla kurulmuş bir kilise. O sırada kıta Avrupasında yaygınlaşan diğer protestan kiliselerden farklı, daha ‘ulusal’ bir kilise, adından da anlaşılıyor zaten İngilizlere özgü.

Kilisenin başı kral ama bir de ‘baş piskoposu’ var; masallarıyla da ünlü Canterbury kentindeki katedralde oturan. İşte bu kilise, 19. yüzyılda ‘evanjelik’ yani dini yayılmacı bir doktrini de kabul ederek dünyanın sağına soluna misyonerler göndermeye başlamıştı. Daha çok Afrika’ya gidiyordu bu misyonerler ama demek bazılarının yolu o sıralar küçük bir balıkçı kasabası olan Gazze’de yaşayan hristiyan Arapları ‘Anglikan’ yapmak için Gazze’ye de düşmüştü.

Tabii epeydir o kilise artık pek misyonerlik yapmıyor, Gazze’deki hastane ise savaşların, 20. yüzyılın bütün karmaşasının ortasında hizmet vermeye devam ediyor. Dün gece orada maalesef en az 500 kişi hayatını kaybetti.

Nefesinizi 3 dakika 2 saniye tutabilir misiniz?

Nefesinizi 3 dakika 2 saniye tutabilir misiniz?

Türkiye’nin gurur duyduğu sporcularından Şahika Encümen, Cumhuriyet’in 100. Yılı için Hatay’da bir dalış yaptı ve zaten kendine ait olan paletsiz değişken ağırlık kategorisinde 105 metrelik dünya rekorunu 106 metreye yükseltti.

Posta gazetesinin efsanevi genel yayın yönetmeni, sevgili arkadaşım Rifat Ababay akşam bana mesaj atmış, ‘En çok merak ettiğim, bu rekoru kırmak için kaç dakika su altında kaldığı’ yazmış.

Haklı bir merak, çünkü metreler yazılıyor ama süreler yazılmıyor. Evet bu zamana karşı bir yarış değil, mesafeye karşı bir yarış ama zaman da önemli. Acaba Şahika Encümen ne kadar sürede bu derinliğe inip sonra yüzeye çıkıyor?

İtiraf edeyim, Rifat’ın merakını gidermek için sabah uğraşmam gerekti. Nedense kaynakların pek çoğunda Şahika Encümen’in bu dalışı ne sürede yaptığı yazılmıyordu. Nihayet buldum sonunda. Daha önceki bir başka dalışında 3 dakika 14 saniye su altında kalmıştı Encümen ama bu sefer daha hızlı inmiş, daha hızlı yukarı çıkmıştı, yani bu son rekorda 3 dakika 2 saniye su altında kalmıştı.

Dalışın paletsiz olduğuna dikkatinizi çekerim. Evet aşağı inerken belli bir mesafeyi ‘asansör’le iniyor Encümen ama sonra 106 metredeki o ağırlığı eline alıyor ve yukarı yüzüyor. İşte o aşamada palet olsa çok daha hızlı hareket edeceği kesin. Ayak çırparak yüzeye yükseliyor.

Siz bir deneyin, 3 dakika nefesini tutun ve bu arada koşmayın, sadece yürüyün, bakalım oluyor mu?