15-06-2024
İsmet Berkan

Büyükada’ya minibüs mü? Hiç mi estetik duygunuz yok?

Büyükada’ya minibüs mü? Hiç mi estetik duygunuz yok?

Geçen yıl aralık ayında oğlumla Kars’a gittik, oraya kadar gidince Ani harabelerine gitmemek olmazdı elbette.

Ani ören yerinin devasa otoparkına aracımızı park edip gayet güzel düzenlenmiş ören yerinin girişine vardığımızda, daha içeri girmek için bilet alırken dikkatimizi çeken elektrikli hale getirilmiş eski atlı faytonlar oldu.

Dileyen bir hayli geniş bir alana yayılan Ani şehrini bu elektrikli araçlarla gezebiliyordu. Üstelik araçların sürücüleri neredeyse turist rehberi gibiydi, gezdirdikleri yapıları gayet iyi tanıyorlardı da… Hepsi hemen bitişikteki Ani köyünden delikanlılardı.

Çocukluğumda İstanbul’un pek çok yerinde atlı fayton ulaşım aracıydı. Örneğin Yeşilköy’de faytonlar vardı, isteyen istasyonda trenden indikten sonra onlara biner giderdi evine.

Adalarda ise yegane ulaşım aracıydı fayton; çünkü Büyükada, Heybeli, Burgaz ve Kınalı’da içten yanmalı motorlu araç yasaktı. Çocukken yaz aylarında Büyükada’ya giderdik kalmaya; ya bisiklete binecektiniz ya da faytona. Elbette yürümek de bir seçenek, Büyükada o kadar büyük de değil, istediğiniz yere yürüyerek de ulaşabilirsiniz.

Birkaç yıl önce adalardaki faytonlar atlara eziyet edildiği gerekçesiyle yasaklandı. Keşke yasaklanmasaydı da atlara daha düzgün bakılabilecek bir düzen kurulabilseydi. Belediye kolay ve popülist yolu seçti (O ‘eziyetten kurtarılan’ atlar bugün nerede, kaçı hangi şartlarda yaşıyor bilen var mı).

Fayton dediğimiz araç sadece geleneğin değil, bir estetik anlayışın da konusu.

Adalar çoğu ahşap yapıları, köşkleri ve yeşilliğiyle Osmanlı İstanbulu’nu hatırlatan bir yer zaten; bu estetiğin eskilerin deyimiyle ‘mütemmim cüzü’ yani tamamlayıcı parçası da faytonlardı.

Peki neden o faytonlar elektrikliye çevrilmedi? Mevcut fayton işletme ruhsatı sahiplerine ve belki daha fazlasına neden maddi yardım sağlayıp atların yerini akülü faytonların almasına yardımcı olunmadı? Onun yerine adalara tek kişilik bir sürü üç tekerlekli elektrikli araç girmesine izin verildi?

Adalarda, ama özellikle Büyükada’da son 5-10 yıldır orada evi olanlarla, orada yaşayanlarla haftasonları gelen yerli yabancı turist kalabalığı arasında ciddi gerilim var. Gerçekten de Ada’ya kabul edebileceğinin çok ötesinde gündelik ziyaretçi geliyor. ‘Atlara eziyet ediliyor’ görüntüsünün arka planında da bu vardı zaten: Faytonlar istiap haddinin çok ötesinde insan taşıyor, normalde yaptıklarından kat be kat çok sefer yapıyordu bu turist yoğunluğu yüzünden.

Adalar’a gidecek insan sayısını kısıtlayamadığımız için orada faytonların yokluğundan doğan ciddi bir ulaşım sıkıntısı var şimdi. Yanlış anlamayın, sıkıntı Adalıların değil esas olarak günü birlik gelen turistlerin sıkıntısı.

Adalarda olmayan bir sorunu popülizm yapacağım diye yaratan, sonra da çözmek için tek bir adım atmayan, sadece son derece çirkin bir takım elektrikli araçlar öneren İstanbul Büyükşehir Belediyesi son olarak gitti, bildiğimiz minibüslerden alıp Adalar’a yerleştirdi ve bugün itibariyle de işletmeye başlıyor.

Oysa Adalılar bu çirkin ötesi elektrikli minibüslere aylardır itiraz ediyor. Ama onları dinleyen yok.

Yazık. Bu çirkinliğe bizi layık gören bir belediyemiz var.

Seviyorsan git konuş, sevmiyorsan yine git konuş

Seviyorsan git konuş, sevmiyorsan yine git konuş

Türk internet tarihinin herhalde en çok iz bırakan ‘meme’lerinden biri bu: Seviyorsan git konuş!

Şaka o kadar yayıldı ki aynı adı taşıyan kitap yazıldı, dizi bölümleri çekildi, reklam sloganı oldu, şarkı yapıldı.

Bir yandan insanı gülümseten komik bir şaka, bir yandan da bir nevi ‘bilgece’ bir söz.

Bütün bu banalliğine rağmen üstelik yanlış da değil. 

Platonik veya gerçek; aşk veya iş fark etmez, bütün ama bütün ilişkiler zaman içinde türlü çeşitli sıkıntılar yaşar. Bu yaşanan sıkıntıların arkasındaki en büyük sebep ise hep konuşmamaktır; diyalog eksikliğidir veya ‘yaşam koçu’ deyişiyle iletişim eksikliğidir.

Bütün ilişkilerde, dediğim gibi aşk olsun iş olsun hepsinde taraflar birbirleriyle açık açık konuşmadığında ister istemez sürecin bir yerinde niyet okumalar devreye girer.

Niyet okuması yaparken de genellikle empati devreden çıkar, yerine de öz savunma duygusuyla önyargılar devreye girer.

Hele sözünü ettiğimiz aşk ilişkisi değilde iş ilişkisiyse, mesela siyasetse, öz savunma duyguları zaten ön plandadır, önyargılar, kestirmeden yapılan varsayımlar ortada diyalog ortamı bulunsa bile işi çıkmaza sokar.

Dün denebilecek bir zamana kadar Cumhuriyet Halk Partisi liderliğiyle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında diyalog yoktu. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na göre Erdoğan ‘diktatör’dü, dolayısıyla diktatörle de ‘müzakere edilmez mücadele edilir’di.

Gerçekten de, karşınızdakini ‘diktatör’ olarak görüyorsanız eğer, onunla konuşacak pek az şey bulabilirsiniz. Nitekim Kılıçdaroğlu ile Erdoğan neredeyse hiç doğrudan, karşılıklı konuşmadı, hep medya aracılığıyla, siyasi nutuklarla haberleştiler.

Özgür Özel, biliyorsunuz 31 Mart yerel seçim sonucunun ardından bu durumu değiştirdi. Yaptığı en temel değişiklik Sabah gazetesinden Yavuz Donat’a verdiği demeçte partisinin uzun süredir devam eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı meşru görmeme tutumunda oldu. Özgür Özel’e göre Erdoğan ülkenin seçilmiş cumhurbaşkanıydı, kendisi her zaman makama saygı gösterecek, insani ilişki kurmaktan da geri durmayacaktı.

Özgür Özel’in Erdoğan’ın meşruiyetini kabul eden sözleri diyalog kapısını açtı. İkili biliyorsunuz bugüne kadar iki kez yüz yüze görüştü, bu görüşmeler öyle dünyayı değiştirecek nitelikte değildi belki ama yine de ülkede yumuşama atmosferi doğmasına yardımcı oldu.

Fakat şimdi görüyoruz ki bu atmosfer tehlikede. Sebebi de, hayır Devlet Bahçeli’nin verdiği muhtıra değil, Özgür Özel’in o muhtırayı eleştireyim derken söylediği bir cümle, hatta iki kelime.

Özgür Özel, Devlet Bahçeli’nin muhtırasına ilişkin benim sayabildiğim kadarıyla üç ayrı görüş açıkladı.

Birincisinde hafif alaycıydı, ‘MHP isterse bizim ittifakımıza katılabilir’ dedi.

İkincisinde Bahçeli’yi ciddiye almaz edadaydı, ‘Onun şifrelerini çözmeye uğraşacak vaktim yok, ne diyorsa açıkça söylesin’ dedi.

Üçüncüsünde ise Tayyip Erdoğan’ı ve Ak Parti’yi kastederek ‘Suç ortağını bize doğru itmesin’ dedi.

Bilmiyorum, CHP liderinin MHP liderinin bir açıklaması hakkında bu kadar çok ve farklı yorum yapması gerekli mi? Sonuçta ortada bir Cumhur İttifakı var ve konu o ittifakı ilgilendiriyor; CHP onların içişlerine girmek zorunda değil.

İkincisi, belli ki iktidar blokunda bir yarılma yaşanıyor veya en azından bunun ihtimali belirmiş, sık sık yorumlar yaparak ve bu konuda görüş beyan ederek o yarığın kapatılmasına yardımcı olmaya çalışmak CHP siyaseti açısından ne kadar doğru bir davranış?

Üçüncüsü ve en önemlisi, eğer Tayyip Erdoğan ile Devlet Bahçeli’nin birlikteliğini ‘suç ortaklığı’ olarak niteliyorsanız o suç ortaklarıyla ne konuşuyorsunuz? Öyle ya, Özgür Özel arada Devlet Bahçeli’yi de ziyaret edip onunla bazı konularda siyasi işbirliği önerdi.

Bizim meşhur internet ‘meme’miz ‘Seviyorsan git konuş’ diyor ya, eklemek lazım: Sevmiyorsan yine git konuş.

Konuşmadan olmaz. Diyaloğu kesmenin ve eski düşmanlıkları tırmandırmanın kimseye bir faydası yok.

Diyalog kopacaksa bile kopartan sen olma.