01-12-2023
İsmet Berkan

Altı ayda yüzde 2500 kazandıran aç gözlü düzen ve Seçilbank olayı birbirinden bağımsız değil

Altı ayda yüzde 2500 kazandıran aç gözlü düzen ve Seçilbank olayı birbirinden bağımsız değil

Artık adına ‘Seçilbank’ demeye başladığımız büyük dolandırıcılık ve zimmete para geçirme olayının alenileşmiş dosyalarında yüzlerce ilginç ayrıntı var. Bunları iki haftadır neredeyse kesintisiz biçimde her gün 10Haber’de okuyorsunuz zaten.

Ben bugün bu ayrıntılardan kopup biraz genel ortamı, ‘Seçilbank’ın varolmasına zemin hazırlayan ahlaki zemini yazmak istiyorum.

Hiçbir şey üretmeden zengin olma arzusu, aç gözlülük, paradan fahiş para kazanma, borsa manipülasyonu, doğrudan dolandırıcılık herhalde modern ekonomi tarihinin her anında vardı. Ama bugün bu çeşit olayları daha sık ve boyut olarak da daha büyük görüyoruz.

Neden?

En basit ve akla ilk gelen neden şu: Toplum hak edecek pek bir şey yapmadığı halde ansızın zenginleşen çok sayıda örnek görüyor. Bu örneklerin hiçbirine de kimse çıkıp ‘Nereden kazandın bu parayı’ diye sormuyor.

Bu jiplerin parası nereden geliyor?

İstanbul’un herhangi bir yerinde trafiğe çıkın, yolda önünüze, yanınıza, arkanıza değeri birer apartman dairesi kadar olan onlarca otomobil, jip vs gelecek.

Bu para nereden geliyor? Bunca insan ev alacağı parayı saatte 40 km hızla gideceği bir otomobil veya jipe nasıl veriyor? Neden bu kadar çok şoförlü araç var trafikte? Neden pek çok aracın üzerinde çakarlı lamba var?

Bu soruları herkes soruyor ve o araç sahiplerini, sosyal medyada zenginlik sergileyenleri herkes ‘iyi örnek’ kabul edip onlar gibi olmak istiyor.

Meselenin bir yanı bu.

Borsada tavan-tavan giden şirketler

Ama bir başka yanı daha var: Bizim borsamızda son birkaç yıldır bir halka açılma furyası var. Pek çok örnek yaşadık, bugün halka açılıp hisse senetleri borsada işlem görmeye başlayan şirketler başlangıçta üst üste ‘tavan’ yapıyor; yani her seansta hisse değeri en az yüzde 10 artıyor bu şirketlerin. 

Bir bakıyorsunuz bir şirketin hisse senedi sadece birkaç gün içinde değerini ikiye, neredeyse üçe katlamış.

Derken hisse senedinin değeri düşmeye başlıyor; çünkü ilk halka açılmada hisse senedi alanlar borsacı deyişiyle ‘kârlarını realize etmeye’ yani kağıdı satmaya başlıyorlar.

Böylece bu kişiler çok kısa sürede yatırdıkları paranın üç katına, bazen daha fazlasına ulaşan paralar kazanıyorlar.

İşte bu ortam herkesi heveslendiriyor: Aynı şeyi ben de yapsam, ben de paramı üçe katlasam diye düşünüyor insanlar.

Çok kısa sürede paraların üçe katlanacağına dair bir gerçeklik algısı yaygınlaşıyor.

Peki nasıl oluyor bu ‘paraları üçe katlama’ işi?

Kapalı özel fonlar düzeni

Eğer çok fazla nakit varlığı olan biriyseniz, şirketseniz bu varlığınızı para piyasalarında ve sermaye piyasalarında daha profesyonelce yönetebilmeniz için kanunun verdiği bir hak var: Kapalı özel fon kurmak.

Çalıştığınız bankanın yatırım şirketine veya beğendiğiniz bir yatırım şirketine gidiyorsunuz, ‘Şu kadar milyon dolarım var, bana bir kapalı özel fon kurun’ diyorsunuz. Bankaların özel bankacılık birimleri bunun için var: Zengin müşterilerinin servetlerini yönetmesine yardımcı olmak için…

Yeterince paranız varsa fonu tek başınıza da kurabilirsiniz. Veya birkaç arkadaş bir araya gelir, bu işi paralarınızı birleştirerek yapabilirsiniz. Sadece hisse senedi alım satımı da yapabilirsiniz fonunuzda, para piyasalarında vadeli ve opsiyonlu işlem de.

Bunlar Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) onayıyla kurulan, denetime açık ama sizi kamuoyundan gizleyen fonlar. Fonu ve performansını herkes görebiliyor, ama fonun sahibini herkes göremiyor. 

Şu internet linkini tıklarsanız, Takas Bank’ta sıralanan bu söylediğim türde 426 tane fon olduğunu ve bunların performansını göreceksiniz. Tek tek fonların üzerine tıklarsanız fonun içinde kaç kişi olduğunu da görebilirsiniz. Çok sayıda tek kişilik fon sizin de dikkatinizi çekecek. Fonların sadece bir bölümü TL bazlı, bunların hepsi ama hepsi enflasyonun bir hayli üzerinde getiri sağlamış. Döviz, daha çok da dolar bazlı olanlar ise Amerikalı kurnaz yatırımcıları bile kıskandıracak seviyede getiriye sahip.

Dediğim gibi bu fonların performansı herkes tarafından görülebilir ve bazılarının kıskançlık yaratması kaçınılmaz. Mesela dolar bazında altı ayda yüzde 2500 kazandıran fon var.

‘Kurumsal yatırımcı’ farkıyla TAB Gıda’da beş günlük fahiş kazanç

Kıskançlık demişken piyasada yaygın konuşulan bir yöntemi de anlatmam gerek:

Şirketlerin halka arzında hep ‘kurumsal yatırımcı’ya daha fazla pay ayrılıyor, bireysel yatırımcıya ise daha az. Daha geçenlerde Türkiye’deki önemli bir gıda zinciri olan TAB Gıda halka açıldı, tam 4,9 milyon bireysel yatırımcı hisse senedi alabildi. 

Her birinin üzerinde bir lira nominal değer yazan toplam 52,5 milyon hissesi satıldı şirketin. 

Bunların yüzde 78’ini 4 milyon 943 bin 543 bireysel yatırımcı paylaştı. Yani birey başına ortalama 8,3 hisse (her hisse 130 liradan satıldı, yani bireylerin ortalama yatırımı 1077 lira oldu) düştü.

Buna karşılık 246 ‘kurumsal yatırımcı’ 52,5 milyon hissenin yüzde 20’sine denk gelen 10,5 milyon hisseyi aldı. Yani yatırımcı başına ortalama 42 bin 683 hisse düştü.

TAB Gıda 26 Ekimde, daha işleme girdiği ilk gün 130 lira yerine 142,95 liralık fiyatı buldu. Sadece beş gün sonra 31 Ekimde hissenin fiyatı 190 lirayı aşmıştı.

Hemen ardından hisse hızla düşmeye başladı, büyük olasılıkla bir kısım kurumsal yatırımcı bu kazancı yeterli görüp satışa geçmişti. 2 Kasımda hisse 163,4 liraya, 6 Kasımda ise 160 liraya inmişti.

Hisse senedini 190 liradan satanlar hisse başına 60 lira kazanmıştı. 130 lira koyup 190 lira almak beş gün için büyük bir kazanç.

Peki kim bu kurumsal yatırımcılar? Bildiniz, az önce anlatmaya çalıştığım özel fonlar da, kurucusu sadece bir kişi bile olsa ‘kurumsal yatırımcı’ sayılıyor.

TAB Gıda ile ilgili özel bir iddiada bulunmuyorum, sadece halka arzlarda son büyük örneklerden biri olduğu için onu anlattım. Yoksa hemen hemen her halka arzda bu oluyor, ayrıca mesela SASA gibi hisselerde neler yaşandığını da hepimiz hatırlıyoruz.

Seçil Erzan’ın fonuna para koyanlar aptal mıydı?

Dönelim yeniden Seçil Erzan’a…

Seçil Erzan elinden parasını alıp kandırdığı insanlara ne diyor? ‘Kapalı, özel bir fon var.’

Bu fonu DenizBank’ın Genel Müdürü Hakan Ateş ile Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Aydoğdu’nun bizzat kurup yönettiğini iddia ediyor.

Bu iki isim yeterince güven vermezse ‘Fatih Terim de yatırımcılar arasında’ diyor.

Fonların nasıl kurulduğunu bildiğini düşündüğü finansal okur yazarlığı olanlara hep bir minimum katılım parasından söz ediyor, üç milyon dolar, beş milyon dolar gibi.

Bazılarına ‘Fonda şu an şu kadarlık açık var’ diyor, yani çok ortaklı bir fona mesela iki milyon dolarla veya daha az 300 bin dolarla katılma imkanından söz ediyor.

Biz medyada Seçil Erzan’a para yatıranları ‘yeterli zekadan yoksun’ veya ‘defterden koparılmış kağıt parçasını dekont sanan insanlar’ olarak niteliyoruz başından beri, ama bu öyle olmayabilir.

Çoğu ısrarla ISIN kodu soruyor. ISIN kodu, bu kapalı özel fonlara verilen kod isminin kısaltması. Hiçbiri ‘Benim yatırım hesabımın dökümünü ver’ demiyor; çünkü o dökümün yapılamayacağını hepsi biliyor. Yani o kadar da finansal okumaz-yazmaz değiller.

Buradaki en büyük tuhaflık paranın hep nakit el değiştirmesi, fona gidecek paranın hiçbir zaman elektronik transferle yollanmaması. Oysa bazı paralar zaten doğrudan DenizBank’taki hesaplarda. Onları çantalara doldurmak yerine bir talimatla göndermek mümkünken kimse bu yolu kullanmıyor, kimse Seçil Erzan’ı bu bakımdan sorgulamıyor.

Türkiye’de bir kısım insanın gerçekten para kazandığı düzen bu olunca herkesin o ‘bir kısım’ arasına katılmak istemesi çok normal.

Mahkemede bir dolandırıcılık davası var, ama halen devam eden veya arkadan gelecek diğer dolandırıcılıklardan henüz haberimiz yok.

Bunları var eden düzen yerinde duruyor.

Tam bir ‘Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma’ öyküsü

Tam bir ‘Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma’ öyküsü

Seçil Erzan’ın elinden parasını aldığı son isimlerden biri İbrahim Çağlar adında bir iş insanı.

Çağlar uzun yıllar bir yabancı şirketin Türkiye’de mümessilliğini yapmış ve belli ki bu ticaretten iyi bir varlık elde etmiş bir insan.

Bugün 10Haber’de öyküsü var, mümessillik şirketini satmış, buradan elde ettiği geliri de İsviçre’de bir bankada tutuyormuş.

Derken Seçil Erzan’la banka şubesinde tanışmış, Erzan ona ‘çok karlı yatırım imkanı’nı anlatmış. O da bu sözde fona katılımcı olmazdan önce çok sayıda soru sormuş Erzan’a.

Kendisi tam anlatmıyor ama, anlaşılan tam o sırada eşinden boşanıyormuş Çağlar ve İsviçre’deki parayı Türkiye’ye getirmesi halinde eşinin bu paraya ortak olmasından çekiniyormuş. Burayı tahmin ederek dolduruyorum: Herhalde Seçil Erzan ona parayı başka türlü getirmesini öneriyor ve nişanlısı Candaş Gürol’u devreye alıyor. Sonunda Çağlar parayı İsviçre’den Seçil Erzan’ın nişanlısı avukat Candaş Gürol’a yolluyor, Candaş Gürol da gelen parayı ‘varlık barışı’na sokup minimum bir vergi ödedikten sonra legalleştiriyor.

Sonrası bildik öykü zaten…

Neden bu kadar çok atasözümüz var saadet zincirini anlatan?

Neden bu kadar çok atasözümüz var saadet zincirini anlatan?

Geçen gün Nasrettin Hoca’nın kazanının doğurması fıkrasını yazarken aklıma geldi, yazının içine de yazdım. Havadan kazanç beklerken hayal kırıklığına, hatta zarara uğramayı anlatan hemen ilk ağızda bir sürü atasözümüz var.

Mesela ‘Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak.’

Dimyat, Mısır’da Nil deltasındaki bir tarım alanının adı. Herhalde bir zamanlar pirinci çok lezzetliydi. Ama tabii çok da uzak bir yer Dimyat.

Bir başka atasözü ‘Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez.’

Bu sözün kökeni hakkında fikrim yok ama ne anlatmaya çalıştığı çok açık değil mi?

Diğer dillerde durum nedir bilmiyorum, ama Türkçe dilinde nihayetinde saadet zinciri kurbanı olmayı anlatan bu kadar çok fıkra ve atasözü olması ne anlama geliyor acaba?

Tüketim yavaşladı diyoruz ama yeterince de yavaşlamadı

Tüketim yavaşladı diyoruz ama yeterince de yavaşlamadı

Türkiye İstatistik Kurumu dün bu yılın 3. çeyreğine ilişkin büyüme rakamlarını açıkladı. Yıllık büyüme hızı oldukça yüksek. Bu yükseklikte hane halkının tüketim harcamaları bir kez daha başı çekiyor.

Çekmesi de normal, yüksek enflasyon ortamında halk uzun süre parasını koruyamaz durumda kaldı. Bu da hepimizi elimize geçen parayı bir an önce harcamaya yöneltti.

Haziran ayından beri Türkiye faiz arttırıyor ama aslında hala daha tam olarak ve belirgin biçimde pozitif faiz alanına girip girmediğimiz belli değil. Ancak yine de bu kadarı bile kısmen etkili oldu, tüketim hızı yavaşladı. Zaten o yüzden 3. çeyrekte bir önceki çeyreklik döneme göre ciddi yavaşlama var (Büyüme hızı yüzde 3,3’ten 0,3’e yavaşladı).

Ancak yine de baktığınızda tüketimin GSYH büyümesi üzerindeki etkisi hala çok büyük. Onda da yavaşlama var, ama yeterince değil.

Belki günün birinde üreterek ve ürettiğimizi yurt dışına satarak büyüyeceğiz, ama bugün değil.