09-11-2024
İsmet Berkan

Tamamen spekülatif bir soru: Türkiye, Suriye için İsrail’le yakınlaşır mı?

Tamamen spekülatif bir soru: Türkiye, Suriye için İsrail’le yakınlaşır mı?

İsrail geçen yıl 7 Ekim’de Hamas’ın yaptığı saldırılardan sonra yürüttüğü son derece vahşi ve acımasız savaşla Ortadoğu’da aleyhine olan dengeleri büyük ölçüde değiştirdi.

Hamas, İsrail aleyhtarı güçlerin en zayıfı ve fakiriydi; en büyük bedeli maalesef Gazze’deki Filistin halkı ödedi, ödemeye de devam ediyor.

İsrail açısından Hamas’tan daha büyük tehdit Lübnan’daki Hizbullah’tı. Bu ülke Hizbullah’ın savaş kapasitesini neredeyse sadece hava saldırılarıyla büyük ölçüde azalttı, örgütün toparlanması uzun sürecek.

Yine İsrail, Suriye’de giderek yerleşen İran varlığından şikayetçiydi, arada bu ülke içine düzenlediği hava harekatlarıyla hem oradaki Hizbullah’ı, hem de İran’a bağlı militan grupları zayıflattı, arada İran’dan gelmiş bazı üst düzey komutanları da öldürdü.

Ve tabii son olarak İran. Son İsrail saldırısı, İran’ın Batı silahları ve teknolojisi karşısında nasıl kağıttan kaplan olduğunu gösterdi. Bakın, İsrail’in 100 uçakla 1500 kilometre ötedeki İran’daki kara hedeflerine yaptığı stratejik saldırıya İran cevap vermeyi konuşmuyor bile artık. Sebebi İran’ın bütün stratejik varlıklarının o saldırı sırasında savunmasız bırakılması. İran bu saatten sonra İsrail’e vereceği cevabın bedelinin çok ağır olacağını gördü, savunma eksiklerini tamamlamaya odaklandı.

Arap alemi sevinerek izledi, ya Türkiye?

İsrail’in yaptığı ve Filistin halkı için bedeli çok ağır olan ‘mıntıka temizliği’nin dikkat çekici bir tarafı var: Sünni Arap dünyası bütün bu kavgalı dönem boyunca İsrail’e neredeyse hiç eleştiri yöneltmedi. Çünkü bölgede İran’ın gücünün geriletilmesi herkesin hoşuna gitti; bedeli Filistin halkının çektiği acılara ses çıkarmamak oldu.

Başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap alemi, İsrail’i çok sevmeseler bile onun İran’a yaptıklarından memnun sonuçta.

Peki Türkiye’nin bu bir yanıyla mezhep savaşı da olan çatışmada durumu ne?

Bir basit örnek aslında her şeyi açıklamaya yetiyor: Hamas lideri İsmail Haniye Tahran’da öldürüldüğünde Türkiye ulusal yas ilan etti. Ama Hizbullah lideri Hasan Nasrallah öldürüldüğünde Türkiye onun adını bile anmadı.

Yüksek sesle söylemiyor, ama İran’ın saldırı kapasitesinin İsrail tarafından geriletilmesinden aslında Ankara da şikayetçi değil; hatta memnun. Aynı şekilde, İran’ın Suriye’deki etkinliğinin geriletilmesi de Ankara’yı rahatlatıyor.

Suriye’de PKK varlığı en yaşamsal sorun

Türkiye açısından bakıldığında Ortadoğu’da en acil ve en önemli sorun Suriye’nin durumu ve geleceği. Burada ABD ve Rusya’nın destekleriyle ülke topraklarının üçte birini fiilen yönetir duruma gelen PKK’nın elde ettiği statü Türkiye açısından yaşamsal bir tehdit olarak görülüyor.

Peki bu tehditten Türkiye nasıl kurtulacak? Ülkemiz Suriye topraklarında ciddi büyüklükteki bir bölgeyi askeri ve her türlü idari teşkilatıyla yıllardır yönetiyor. Burada askerlerimiz neredeyse her gün ölüm tehlikesiyle karşı karşıya görev yapıyor. Suriye’nin kuzeyindeki PKK bölgesinden sık sık Türkiye’ye sızmalar ve terör eylemleri oluyor.

Esasında baktığınızda Türkiye’nin Suriye’deki çıkarlarıyla nihayetinde İsrail ve ABD’nin bu ülkedeki çıkarları birbirine benziyor.

Türkiye, İran’ın gelip Suriye’yi yönetmesini istemiyor. İsrail ve ABD de istemiyor. Hatta Amerikan askerinin bu ülkedeki varlığı ve ABD’nin PKK’ya verdiği desteğin temel gerekçesi de bu: Suriye’deki İran etkisini zayıflatmak.

Suriye sahasında bir ilginç durum daha var: İsrail’in İran’ı zayıflatması, Hizbullah’ın bazı güçlerini çekmek zorunda kalması Rusya’nın Ukrayna savaşı nedeniyle askeri varlığının önemli bölümünü bu ülkeden çekmesinden sonra, düne kadar iç savaşı kazandığından emin bir görüntü sergileyen Beşar Esad’ı da yeniden zayıf düşürdü.

Esad gidip İsrail’le yakınlaşır mı?

Bütün bunlar akla iki spekülatif soruyu getiriyor. Sorulardan birincisi Beşar Esad’la ilgili: Esad iktidarını güvence altına almak için el altından İsrail’le yakınlaşabilir mi?

Bunun çok zor hatta imkansız olduğunu söyleyecek çok insan bulursunuz. Esad ailesi ve onların partisi Baas bugüne kadar bütün varlık sebebini İsrail düşmanlığında buldu. Bu sembolizm sayesinde ülkedeki Sünni çoğunluğu yönetebildiler. Ama 1973’ten beri Suriye’den İsrail’e tek bir kurşun atılmadığını da aklımızda tutmalıyız.

Esad’ın İsrail ile zımni ve gizli bir anlaşmaya varması çok da ihtimal dışı bir durum değil aslında. Gidip İsrail yöneticileriyle kucaklaşması gerekmiyor sonuçta.

Ama Esad’ın iktidarını garantiye almak için yapması gereken bir hareket daha var: Dönüp Türkiye ile barışmak.

Türkiye bunu istiyor, kendini ağırdan satan ve ‘Türk askeri çekilmeden olmaz’ diyense Esad. Oysa Türkiye güvenlik ihtiyaçlarının karşılandığını gördüğünde Suriye’den çekileceğini defalarca ilan etti. Türkiye’de kimse askerimizin Suriye’de kalıcı olacağını düşünmüyor, Kıbrıs’taki gibi ‘Vatan toprağına toprak kattık’ anlayışı yok.

Türkiye’nin temel derdi artık Suriye’de rejim değiştirmek değil, PKK tehlikesiyle başa çıkmak. Ama Ankara elbette bunca yıldır desteklediği Sünni grupları da öksüz çocuk gibi ortada bırakmak istemiyor, geleceğin Suriye’sinde onlara bir rol verilmesini istiyor.

Türkiye PKK’yı yok etmek için İsrail’le anlaşır mı?

Buradan gelelim ikinci spekülatif sorumuza.

Türkiye, Suriye’deki temel meselesi olan PKK’yı yok etmek için İsrail’le anlaşabilir mi?

Hemen buna da itirazlar gelecek: İsrail bizim sınırımızda bir Kürt devletini esas isteyen ülke denecek…

Buna inanmak isteyen inanmaya devam edebilir, ama İsrail’in temel çıkarı güvenliğini güvenceye almak, neredeyse kurulduğu günden beri devam eden sürekli savaş halinden çıkıp refaha odaklanmak. Türkiye ile Arap ülkeleri arasında bir Kürt devletinin varlığının İsrail’e nasıl bir faydası olacağını anlamak kolay değil. Hele Suriye’de.

İsrail açısından İran denetimine girecek bir Irak büyük tehdit olur, bu doğru. O yüzden Irak’ın parçalanması, orada bir Kürt devleti kurulması İsrail’in savunacağı bir şey olur. Ama Suriye için bu görüş geçerli değil.

İsrail istikrarlı ve öngörülebilir bir Suriye ister. Elbette kendisine durduk yerde savaş açmayacak, kendisine karşı silahlı gruplara el altından yardım etmeyecek bir Suriye. En önemlisi İran tarafından yönetilmeyecek bir Suriye.

Suriye-İran bağının kesilmesi İran’ın Hizbullah’a silah yardımını da aksatır. Bu Lübnan’ı da İsrail açısından sürekli bir baş ağrısı olmaktan çıkartır.

Odadaki fil: Filistin meselesi

Peki Türkiye bütün bunları İsrail’e vaat edebilir mi? ‘Vaat’ çok büyük bir kelime ama güney sınırlarımıza bu anlamda barışın gelmesi ve PKK tehdidinin Suriye’den çıkıp yeniden Irak’a dönmesi Türkiye için çok önemli olduğu için Ankara bu konularda İsrail ile ortak bir nokta bulabilir.

Tabii bir de odadaki fil var: Filistin meselesi.

Sanırım İsrail de (aşırı sağcı ultra dinci fanatik partiler dışında) bunu biliyor: Arap dünyasıyla da, Türkiye ile de nihai barışın yolu Filistin Devleti’nin kurulmasından geçiyor.

Belki paradoksal gelecek, ama ABD’de Donald Trump gibi bir pragmatiğin başkan olması Ortadoğu’da bir sürü riskle birlikte bir sürü imkana da kapı açıyor.

Enflasyon hedefi: Merkez Bankası’nın inandırıcılık sorunu

Enflasyon hedefi: Merkez Bankası’nın inandırıcılık sorunu

Merkez Bankası bu yılın başında çok iddialıydı, yıl sonu için enflasyon hedefini yüzde 34 olarak belirlemişti. Sonra bu hedefe ulaşılamayacağı anlaşılınca rakam yüzde 38’e revize edildi. Derken tahmin aralığının üst sınırı olan yüzde 42’ye getirildi. Şimdi, dün açıklandı, yıl sonu için enflasyon beklentimiz yüzde 44.

Bu denli yüksek enflasyon ortamında, hele hizmetler sektörüyle kiralarda yaşanan hızlı artışlarda nokta hedef tahmini yapmak kolay değil, bunu söylemek lazım. Ama yüzde 34’ten 44’e gelmek yanılma payının hayli ötesine geçmek demek.

Merkez Bankası’nın ve hükümetin geleceğe ilişkin enflasyon tahminlerinin iki önemli fonksiyonu var.

Birincisi geleceğe doğru ücretlerin belirlenmesinde bu tahminlerin kullanılması.

Hatırlayın, 2023 sonunda asgari ücret belirlenirken ‘Artık yeniden yılda bir kez artış olacak ve gelecek enflasyonu hedef alarak ücret arttırıyoruz’ denmiş, 11 bin 402 lira olan asgari ücret yaklaşık yüzde 50 artışla 17 bin liraya yükseltilmişti.

Hükümet o zaman yüzde 34 olan enflasyon hedefine rağmen yüzde 50’lik artışa gitmişti.

Bugün Merkez Bankası’na göre 2025’te, yani gelecek yıl enflasyon yüzde 21 olacak. Bu hedefin de şaşabileceğini unutmamak gerek ve asgari ücrete yüzde 30-33 civarında bir artış geleceğini söylemek lazım.

Enflasyon tahmininin ikinci önemli fonksiyonu şirketlerin ve vatandaşın harcama kararlarını verirken bu tahminleri göz önünde bulundurması, yani enflasyon beklentisini Merkez Bankası tahminine göre uyarlaması.

Bu bakımdan bu yıl çok ciddi sorun yaşandı. Şirketler kesimi kısmen ciddiye aldı, ama vatandaş hiçbir biçimde bu tahmini ciddiye almadı. Bugün de sorsanız, vatandaşın enflasyon beklentisi ve algısıyla Merkez Bankası’nın tahmini arasında çok ciddi fark var.

Tam da bu sebeple son aylarda vatandaşın tüketim eğilimi artmış durumda. Enflasyonun düştüğü bir ortamda tasarrufa, son derece avantajlı olan faize yönelmek varken vatandaşın otomobil ve ev almak gibi yatırım yerine de geçen tüketime yönelmesi enflasyonla mücadeleyi de zora sokuyor.

Merkez Bankası inandırıcılık sorununu çözmedikçe bu zorlukları yaşamaya devam edeceğiz.