Tamamen yanlış bir sebeple de olsa teknolojinin önemini hatırladık
Büyük yanlış şu: İsrail’in Hizbullah’ın çağrı cihazlarını ve telsizlerini yüksek teknolojisi sayesinde patlattığını sanıyor bütün Türkiye.
Hayır öyle değil. Tam tersine, bu İsrail açısından da, dünyanın geri kalanı açısından da bir teknoloji saldırısı, bir siber saldırı değil. Bu düpedüz uzaktan kumandalı bombaların patlatıldığı, en bildik saldırı türlerinden biri. İsterseniz ‘Ev Yapımı Patlayıcı’ (EYP) saldırısı bile diyebilirsiniz.
İsrail’in bu saldırısı hem büyüklüğü (aynı anda üç binden fazla çağrı cihazını patlattılar) hem de operasyonel tarafıyla başta Hizbullah olmak üzere bütün dünyayı şaşırttı ve konuşuldu. Ama Türkiye’de bu konuşmalar bizim kendimize özgü aşağılık kompleksimizle de birleşti ve başka bir boyuta geldi.
Ben de dün yazdım; Türkiye dünyada bu işler başlayıp siber tehditler ortaya çıktıktan kabaca 75 yıl sonra bir Siber Güvenlik Başkanlığı kurmaya yeni karar vermişti. Bu gecikmeyi eleştirdim. Türkiye’nin başka yanlarını eleştirenler de çok oldu.
Bir de eleştirilecek onca yana ve eksiklere rağmen moral vermeye çalışanlar oldu. İşte mesela Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dün kendilerinin başlattığını öne sürdüğü milli teknoloji hamlesinin ne kadar önemli olduğunu anlattı.
Dediğim gibi İsrail’in saldırısının teknolojiyle bağı dolaylı ve yüksek teknoloji içerdiği falan da yok, ama bu saldırı Türkiye’de bir teknoloji tartışmasına vesile oldu, bunda da kötü bir şey yok.
Aslında tek başına teknoloji konuşmak hiç de anlamlı bir şey değil. O teknolojiler gökten düşmüyor; her zaman ama her zaman arkasında bilim var.
Bilim üretilmeyen ve dünyada bilimin geldiği seviye hakkında yüksek bir okur yazarlığa sahip olmayan ülkede teknoloji geliştirmek bir hayal olarak kalır; en fazla başkasının geliştirdiği teknoloji burada da üretilir ve taklit edilir.
Hep verdiğim örneği tekrar edeyim:
1960’ların başlarından itibaren mavi renkli LED ışığı bulmak için büyük bir yarış vardı. Bilim daha önce kırmızı ve yeşil LED’i yapmıştı, mavi de bulunacak olursa doğadaki bütün renkleri yapay bir ışık olarak üretebilecek yöntem gerçekleşecekti. Dünyada aydınlatma teknolojisinden televizyon ekranlarına her şey baştan sona değişecekti, büyük hayal buydu.
Nitekim 70’lerin sonunda mavi ışık da bulundu ve LED konusu birden laboratuvarlardan çıkıp ArGe merkezlerine ve oradan da üretim bantlarına doğru hızlı bir yolculuğa çıktı.
Peki daha yeni yeni deneme amaçlı renkli TV yayınlarına başlamış olan fakir Türkiye ne yaptı? Profilo Holding’in Çorlu’da kurmak istediği siyah beyaz ve tüplü bir TV fabrikasına o zamanların en büyük teşviklerden biri verildi ve bu fabrika inşa edildi.
Ülkemizde biraz bilim okur yazarlığı olsa, devlette veya özel sektörde birileri LED konusundaki gelişmeleri takip ediyor olsa, bırakın siyah beyazı hala anod tüpleriyle çalışan TV üretimine kimse teşvik vermezdi. Daha fabrikası yapılırken geride kalmış bir teknolojiydi o.
Biz tüplü ve siyah beyaz TV fabrikası kurarken o yıllarda Samsung ve LG gibi bu işe yeni giren firmalar LED üzerinde çalışmaya başlamıştı. O sayede bu iki markayı biliyoruz, Profilo’nun fabrikası ise yerinde durmuyor.
Bir de tersten örneğim var:
70’li yıllarda devlette bazı öncü insanlar nasıl Aselsan’ı, Havelsan’ı kurduysa bir de mikro işlemci üretecek kamu şirketi kurmuşlardı. Türkiye bu şirketini yaşatıp geliştirebilseydi, bugün ciddi anlamda bir çip tasarlama ve üretme kapasitesine de, bilgisine de sahip olacaktı.
Ama olmadı, çünkü birincisi bu firmada çalışacak kadar mühendisimiz yoktu; ikincisi bu firmanın üreteceği ürünleri kamu kuruluşları bile almaya yanaşmıyor, yurtdışından ithal etmeyi tercih ediyordu.
Yani bazen bilimi ve teknolojiyi yakalamayı akıl ediyorsunuz ama o sırada ülkenizdeki ekosistem uygun olmuyor.
Her neyse, bu kadar kötümserlik yeter. Bugün Türkiye 80’li yıllar Türkiyesi değil. Onu bırakın, 1999 depreminde elindeki teknolojinin farkında olmadan felç olan Türkiye hiç değil.
Örneğin askeri haberleşme alanında 90’lı yıllarda yürütülen TAFICS adlı projeyi bugün Türk Silahlı Kuvvetleri müthiş biçimde kullanıyor. Uzakta sahada operasyondaki komando askerinin telsizi de, Genelkurmay Başkanı’nın önündeki telefon da artık tamamen bağımsız bir ayrı haberleşme ağı üzerinde ve IP bazlı olarak çalışıyor, yani ordunun kendine ait bir interneti var ve telefondan telsize, bilgisayardan silah sistemlerine tamamı bu internet ağına entegre. Müthiş bir şey.
Bir zamanlar Türkiye’nin Dışişleri Bakanlığından Genelkurmay’ına ve oradan da gizli servisi MİT’e kadar bütün devlet kurumları Amerika’dan askeri yardım ve bağış olarak gelen şifreleme cihazlarını kullanırdı; bugün bütün devlet şifreleri yerli ve milli algoritmalara, cihazlara dayanıyor.
Ama maalesef savunma sanayii alanında yaşanan bu sıçramaya henüz Türkiye’nin sivil sektörleri uyum sağlamış, benzer bir sıçramayı gerçekleştirmiş değil. İşte görüyorsunuz, Türkiye’nin toplam ihracatı içinde yüksek teknoloji ihracatının payı artmıyor, aksine göreli olarak azalıyor.
Kendi yüksek teknoloji ürünümüz olan elektrikli otomobili yapmak istiyoruz ama bu girişim henüz kuluçka evresindeyken Çinli bir rakibine öyle teşvikler veriyoruz ki bu yerli firmanın önünü kendimiz kesiyoruz.
İsrail’in saldırısı düşük teknolojili bir saldırıydı ama bu ülkenin son 20 yılda özellikle bilgisayar teknolojilerinde ortaya çıkardığı milyar dolarlık şirketleri hepimiz biliyoruz. Türkiye’den ise bu alanda birkaç oyun şirketi dışında bir şey çıkmadı maalesef.