12-06-2023
İsmet Berkan

Gereksiz iyimserlikte bazı gözlemler

Gereksiz iyimserlikte bazı gözlemler

Yıllardır evime ve İstanbul için küçük sayılması gereken mahalleme sıkışmış yaşıyor, gerekmedikçe İstanbul’un başka yerlerine gitmemeye, gidersem de nokta atışı yapıp dönmeye çalışıyordum.

Bu yılın başından beri, yeniden ofis hayatına dönmenin de etkisiyle artık daha fazla sokaktayım, toplu taşıma da kullanıyorum, gündüz vakti kafelere vs de daha çok gidiyorum.

Söyleyeceklerim son derece subjektif, çünkü İstanbul gibi bir yerde objektif gözlem yapabilmek zaten imkansız ama başkalarının tersine ben İstanbul’da bir ‘Arap istilası’ndan çok Batılı turist görüyorum.

Hayır, Arap yarım adasından ve Körfez ülkelerinden gelenlerin sayısı az değil elbette ama bir dönem, özellikle de salgın sırasında sadece onları görüyorduk, artık öyle değil.

Hele geçen hafta İstanbul’a doluşan 60 bin İtalyan ve İngiliz futbolsever sayesinde bu Batılı turist gözlemim iyice pekişti. İstanbul’a o eskiden hatırladığımız ultra kozmopolit hayat geri geliyor.

O hayat, 2013’te Gezi olayları sonrasında ortadan kalkmaya başlamış, 2015’teki terör saldırılarının ardından ise minimum seviyesine inmişti; şimdi geri geldi.

Bir örnek vereyim: Bugün 10Haber’de de var, Ulus Parkı’nın hemen bitişiğindeki Sunset lokantası, sadece yıllanmış ve giderek daha iyi olmuş bir İstanbul klasiği değil, aynı zamanda bu şehirde üst düzey ve tüketim gücü yüksek yabancıların en çok tercih ettiği yer.

Sunset’in sahibi Barış Tansever, Şampiyonlar Ligi finali öncesi cuma ve final günü olan cumartesiyi unutamıyor. Şişesi 80 bin ile 140 bin TL arasında olan pahalı şaraplarının neredeyse tamamını satmış, ‘Keşke’ diyor, ‘Daha fazla olsaydı stokta, onları da satardım.’

Önce Gezi olayları Türkiye’nin Batıdaki görünümünü (haklı olarak) bozmuştu; ardından terör başlayınca İstanbul’da büyük bir patlama içinde olan uluslararası kongre turizmi bıçakla kesilmiş gibi durmuştu.

Şimdi yavaş yavaş kongre turizmi de başlıyor; bir kez daha onbinlerce doktor ve eşi, veya başka kalabalık grupların yeniden İstanbul’da kongreleri başlatmasına tanık olmak hiç şaşırtıcı olmaz.

Burada sanırım iki önemli faktör var: 

Bunlardan birincisi, artık İstanbul’da terör olayının yaşanmıyor olması. Evet daha birkaç ay önce İstiklal Caddesi’nde bir bomba patladı ama polis bombacıyı da, arkadaki şebekenin neredeyse tamamını da 24 saat içinde çözdü. 

İkinci faktör, biz beğenelim beğenmeyelim Türkiye’nin demokratik istikrarı. Seçimi Kemal Kılıçdaroğlu kazanmış olsaydı da aynı şeyden söz edecektik; Tayyip Erdoğan kazandığında da bunu söylüyorum. Türkiye iktidarın zor kullanılarak değil seçmenin verdiği oylarla belirlendiği ülkenin adı. Seçimin sonucuna ne içeriden bir itiraz yaşadık ne dışarıdan. Demokratik istikrar böyle bir şey. Bizim ülkedeki demokrasi seviyesinden memnun olmamamız bu durumu değiştirmez.

Ben mi yanılıyorum bilmiyorum ama medyanın artık neredeyse hiç izlenmeyen ağır siyasi kesimleri dışında geniş bir gevşeme, rahatlama seziyorum. Batı ülkeleri bu gevşemeyi çoktan yaptı, seçim sonucunu önce onlar kabullendi.

Türkiye’de de bakın, siyasetten başka hiçbir şey konuşulmayan TV kanallarının, hatta YouTube kanallarının bile izlenme sayıları yerlerde sürünmeye başladı. Benzer bir durum, çok uzun zamandır ‘savaş şartlarında’ yaşayan ve siyasetin dışında hiçbir şeyi gözü görmeyen ister hükümet yanlısı olsun ister karşıtı internet medyası için de geçerli.

Hayat siyasetten koptu, başka bir yere, ‘normal’e yelken açtı ama içimizde bazıları 2. Dünya Savaşı’nın bittiğinden haberi olmayan Japon askerleri gibi savaşmaya devam ediyor.

Biraz gevşemek ve yumruklarımızı gevşetmek hepimize iyi gelecek.

Tayyip Erdoğan’da da sanki bir rahatlama var, yanılıyor muyum?

Tayyip Erdoğan’da da sanki bir rahatlama var, yanılıyor muyum?

İstanbul’da dün gece Necip Fazıl Ödülleri töreni vardı. Şehir dışında olmasaydım ben de katılacaktım, gidemedim.

Tayyip Erdoğan’ın burada yaptığı konuşmayı baştan sona dikkatle okudum. Bir Erdoğan klasiği bu. İçinde onun daha önce söylemediği hiçbir şey yok gibi. Tek farkla, CHP’ye ve onun istifaya direnen lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na yüklenmeye devam ediyor.

Aslında Tayyip Erdoğan daha seçim gecesi yaptığı konuşmalarla herkesi şaşırttı. Zafer konuşmasında CHP’ye ve muhalefete sanki hala seçim meydanında savaşıyormuş gibi yüklenmesi sertlik işareti olarak okundu. Ben dahil çoğu yorumcu bu durumu 10 ay sonraki yerel seçimin kampanyasının başlangıcı olarak yorumladı.

Ancak izleyen günlerde hükümetin açıklanması ve ardından yaşananlar bende Erdoğan’ın da gevşemeye ve rahatlamaya başladığı izlenimi yarattı.

Enerjisini büyük ölçüde mücadeleden alan Tayyip Erdoğan’ın birden bire bir Danimarka Başbakanı gibi olmaya başlamasını elbette bekleyemeyiz ama Erdoğan’ın daha yumuşak, en azından daha az sert bir üsluba geçmesi bütün ülkenin de gevşemesi anlamına geliyor aslında.

Benim ilk yazıda aktardığım izlenime bence Tayyip Erdoğan da sahip. İnsanlar siyasetten ve kavgadan yoruldular, kaçacak yer arıyorlar. O yüzden siyaset haberleri okunmuyor, ortada pek bir gelişme de olmadığı için herkesin ilgisi dağılmış durumda.

Benim izlenimim, Erdoğan’ın da bu dönemi siyasi polemik yerine hükümetinin ve partisinin iç işleriyle geçireceği, icraata odaklanacağı. Erdoğan’ın rahatlamasına neden olan en önemli faktör bence muhalefetin neredeyse darma dağın hale gelmesi. 

Bir süre en ağır konu olarak ekonomi konuşacağız. Ama siyaset köşede bekliyor, yaz sonunda yerel seçim nedeniyle ister istemez siyaset yeniden gündeme gelecek.

Bir futbol maçı nasıl analiz edilir? Amerikalılar ders veriyor…

Bir futbol maçı nasıl analiz edilir? Amerikalılar ders veriyor…

Dünya medyasında son birkaç yılda yaşanan gelişmelerden en önemlilerinden biri, The New York Times gazetesinin İngiltere merkezli bir spor yayın organı olan The Athletic’i satın almasıydı.

İtiraf edeyim, bu satın alma gerçekleşene kadar ben The Athletic diye bir web sitesi olduğunu bilmiyordum. Aynen 10 Haber gibi okuyucularının para ödeyerek okuduğu bir yüksek kaliteli spor sitesiydi The Athletic. Times onları satın aldığında İngiltere’de her ay 6 pound abonelik bedeli ödeyen 700 binden fazla abonesi vardı.

Hemen abone oldum ve hiç ilgimi çekmeyen konuları bile (mesela kriket maçlarının haberlerini) okumaya başladım. Sitenin başlıca özelliği, yazdığı her şeyi sonuna kadar okutacak kadar güzel yazmasıydı. Ve haber neredeyse oraya kendi uzman muhabiriyle gidiyordu. Örneğin, Fatih Terim’le söyleşi yapmaya özel muhabir göndermişlerdi. Oysa o sırada Fatih Terim ne Türkiye’de ne de dünyada gündemdeydi ama onlar yine de bu söyleşiye önem vermiş ve özel olarak adam yollamışlardı. Yani haber için para harcamaktan çekinmiyordu The Athletic.

Amerika, bizim bildiğimiz futbolun o kadar da yaygın olmadığı bir ülke. Burada sportif ilgi, beyzbol, basketbol, Amerikan futbolu ve bizim bildiğimiz futbol arasında dağılmış durumda. Ve tabii arada atletizmden yüzmeye bütün diğer branşlar da Amerika’da izleniyor.

Şimdi The New York Times üzerinden The Athletic’e girin, göreceksiniz Amerika’da yerel ligler dahil her şeyi inanılmaz yakından izliyor ve yazıyorlar. Herhalde dünyanın en zengin spor yayını The Athletic artık.

Bu sitenin Şampiyonlar Ligi finalini ve en önemlisi maçın kendisini nasıl izlediğini çok merak ettim. Maçın kendisinin analizinde tam 5 ayrı imza var. Bazı imza sahipleri birden fazla unsuru kaleme almışlar. Kıskanmadım desem yalan olur. Bakın, dileyen bu linkten okuyabilir, Amerika’dan gelip futbol nasıl anlatılır dersi veriyorlar.

Bodrum’u belki de sıkışık trafiği kurtaracak!

Bodrum’u belki de sıkışık trafiği kurtaracak!

Bu satırları bir günlüğüne geldiğim Bodrum’dan yazıyorum. Kara yoluyla dün akşam Bodrum’a girerken, gecenin karanlığı olmasına rağmen havaalanı kavşağından itibaren inanılmaz kalabalıklıkta bir trafiğin içinde kaldık.

Bilen biliyor, bu yolun böyle kalabalık olması demek, mesela Bodrum’un ilçe merkezinin etrafında ve içinde trafiğin kilitli olması demek. Zaten ilçe merkezi Kobacık ve Ortakent’le artık tamamen birleşmiş durumda, dolayısıyla o kuşak yolda yaz boyu gidilemeyecek, gelinemeyecek. Benzer bir durum Yalıkavak için de geçerli. Burada da trafik yıllardır her gece kilit.

Bu kadar çok insanın Türkiye’nin dört bir yanında Bodrum yarımadasına gelmesi, üstüne bir de Bodrum’un yaz kış yaşayan nüfusunun da olağanüstü rakamlara ulaşması, burayı başlı başına bir büyük şehire çevirmiş durumda.

Yıllardır Bodrum’a özel bir yönetim biçimi getirilmesi gerektiğini savunuyorum; çünkü buranın nüfusu Muğla merkezden yönetilemeyecek kadar büyük ve burası kendine özgü ihtiyaçları olan bir yer.

Tam ‘artık inşaat yapılacak yer kalmadı’ dediğinizde bir portakal veya mandalina bahçesi daha sökülüyor ve oraya da site yapılıyor.

Burada trafiğin artık bir sorun olmaktan çıkmasına imkan kalmadı. Belki Bodrum’u bu trafik kurtaracak. Trafikten yılanlar gelmemeye karar verecek.