24-12-2025
İsmet Berkan

Tayyip Erdoğan’ın en büyük başarısı dış politika mı?

Tayyip Erdoğan’ın en büyük başarısı dış politika mı?

En azılı muhalifini bile biraz sıkıştırsanız sonunda size Tayyip Erdoğan’ın dış politikada başarılı olduğunu söyleyecektir.

Bu izlenim çok yaygın.

Neden yaygın? Bence çok basit bir temel sebeple: Tayyip Erdoğan’ın dış politika meselelerindeki duruşu muhaliflerini gizlice, taraftarlarını ise açıkça gururlandırıyor.

Sadece içte ve içi boş bir gururdan da söz etmiyoruz. Bir diplomat arkadaşım birkaç ay önce Arnavutluk’ta yapılan Avrupa zirvesinde tanık olduğu manzarayı anlattı. Tayyip Erdoğan salona girdiğinde ortalık açılmış, sonra Emmanuel Macron’dan Friedrich Merz’e bütün Avrupalı liderler Erdoğan’ın başına üşüşmüş, ona dokunmaya, onunla konuşmaya çalışmıştı.

“Bir büyük yıldız gibi girdi salona” diye anlattı diplomat arkadaşım. Böyle sahneleri son yıllarda sık sık gördüğü halde o bile etkilenmişti. Erdoğan’ın uluslararası prestijinin çok yüksek olduğunu düşünüyordu.

Bunlar benim neredeyse “olgu” diyeceğim gerçekler. Ama bütün bunlara rağmen ben Tayyip Erdoğan’ın dış politikasının başarılı olduğunu düşünmüyorum.

Niye düşünmediğimi tek bir örnekle anlatmak istiyorum.

Daha iki gün önce, Yunanistan Başbakanı, Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı ve İsrail Başbakanı Kudüs’te oldukça kapsamlı bir ekonomik ve savunma işbirliğine imza attı.

Doğu Akdeniz’deki bu çok da yeni olmayan ittifakın tek bir hedefi var: Türkiye.

Oysa Türkiye ve Yunanistan NATO’da müttefik. İsrail’le ise yakın zamana kadar son derece yakın ilişkilerimiz vardı.

Yunanistan’la olan hasmane durumumuz 1974’ten, Kıbrıs Barış Harekatından beri devam ediyor. Türkiye ve Yunanistan 50 yılı aşkın süredir aralarındaki saçma sapan çekişmeyi aşıp Ege’yi bir barış denizine çevirmeyi başaramadı, iki ülke de birbirine karşı silahlanırken çok gereksiz paralar harcıyor.

Türkiye ile Yunanistan’ın savaşması, hele Yunanistan’ın saldırgan taraf olması her türlü mantığa aykırı. Bu ülkenin nüfusu sadece 14 milyon. Hangi silahlara sahip olurlarsa olsunlar 86 milyonluk bir ülkenin karşısında duramazlar, kaldı ki öyle üstün silahları falan da yok.

Benzer bir durum İsrail için de geçerli. Elindeki askeri güç ne olursa olsun 10 milyon nüfusuyla 86 milyonluk Türkiye ile savaşamaz. Kaldı ki Türk ordusunun gücü de İsrail ordusundan daha az değil zaten.

Peki İsrail ile Yunanistan neden bir olup Türkiye’ye karşı ittifak kuruyor? Ve Türkiye neden ve nasıl böyle bir ittifakın oluşmasına seyirci kalıyor?

Sakın “Onlar Türkiye’ye zaten düşman” demeyin; öyle olsaydı bu ittifakı on yıllar önce kurmazlar mıydı?

Şunu unutmayın: 7 Ekim Hamas saldırısından sadece birkaç gün önce Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu New York’ta buluşmuş ve iki ülke arasında çok yeni bir geleceğin kapısını aralamışlardı. Bugün İsrail’in Yunanistan’la imzaladığı Akdeniz’in altından geçecek ve İsrail gazını Avrupa’ya ulaştıracak boru hattını değil İsrail’den çıkıp Yumurtalık’a kadar uzanacak doğal gaz boru hattını konuşuyordu iki ülke.

Daha geçen yıl Türkiye ile Yunanistan arasında sıcak rüzgarlar esiyordu.

Ne oldu o arada? Ne oldu da iki ülke için birden düşman veya hasım pozisyona geçtik?

İsrail ile derdimiz belli. Bu ülkenin Gazze’de yürüttüğü korkunç savaştaki sert tutumumuz İsrail’de çok büyük bir Türkiye korkusu yarattı. Başta bu korkuyla dalga geçen Netanyahu, baktı ki iç politikada işe yarayacak, şimdi aynı korkuyu kaşımaya, Türkiye korkusu üzerinden bir milliyetçilik yaratmaya girişti.

Yunanistan iç politikasında da Türkiye korkusu her zaman iş yapan bir milliyetçilik biçimidir. Miçotakis hükümeti bir kez daha buna yöneldi.

Şimdi mesele şu: Ne Yunanistan ne İsrail Türkiye ile savaşmayacağına göre, silahlı doğrudan çatışma yerine dolaylı savaşları tercih edecekler. İşte bunca yıl PKK’ya karşı Türkiye’ye istihbarat sağlayan İsrail bugün Türkiye’ye karşı vekalet savaşı yaparken PKK’yı ve Suriye’deki SDG’yi kullanıyor artık.

Yunanistan, 1974’ten bu yana bu vekalet savaşında ASALA’dan PKK’ya terör örgütlerine destek verdi, uluslararası planda Türkiye’nin en büyük engelleyicisi oldu.

Şimdi kurulan yeni Yunanistan-İsrail ittifakından anlıyoruz ki, bu iki ülke Türkiye açısından uluslararası planda, Türkiye’nin bütün ilişkilerinde zehirleyici olmaya, gerekirse vekalet savaşları finanse etmeye ve Türkiye’nin bütün açık yaralarını kaşımak için ellerinden geleni yapmaya devam edecekler.

Bazıları İsrail ve Yunanistan’ın bu düşmanlığını Tayyip Erdoğan dış politikasının dik duruşuna ve başarısına yoracak, bundan ötürü gurur duyacak belki ama durum öyle değil. Bu iki ülke ile ilgili yapılan tercih Türkiye’de orta ve uzun dönemde bedel ödetecek.

Yanlış anlamayın, korkup pısmayı, taviz vermeyi öneriyor değilim ama üçüncü, dördüncü, beşinci yollar rahatça bulunabilirdi, Tayyip Erdoğan dış politikası bunları aramadı bile.

Hem dik durmak hem de çıkarları savunmak mümkün. Yunanistan ve İsrail sadece bir örnekti.

Bir an için hayal edin: Tayyip Erdoğan’ın uluslararası prestiji Rusya-Ukrayna savaşı ve sonrasında da Suriye sayesinde çok arttı. Bu prestiji Erdoğan dış politikası Türkiye’ye uzun yıllardır kapalı olan kapıları açmak için ve her vatandaşın lehine bir sürü şeyde kullanabilirdi; onun yerine Ekrem İmamoğlu’nun hapse atılmasından doğacak tepkileri sınırlamakta ve baskılamakta kullandı.

Başarılı dış politika bu değil.

Milyonlarca işçinin geçimiyle oynanan enflasyon kumarı

Milyonlarca işçinin geçimiyle oynanan enflasyon kumarı

Tayyip Erdoğan iktidarı dün tek başına asgari ücreti belirledi. Asgari ücrete yüzde 27 oranında zam yapıldı.

Geçen yıl asgari ücret yüzde 30 artmıştı ve o zaman iktidar enflasyonun yüzde 24 olacağına söz veriyordu. Yani asgari ücretle geçinenler yüzde 6’lık bir refah payına sahip olacaktı.

Ama bu hesap tutmadı. Enflasyon yüzde 30’un üzerinde gerçekleştiği gibi asgari ücretlinin esas giderleri olan gıda ve kirada artık genel enflasyon oranından çok daha yüksek oldu.

Yani asgari ücretli bırakın refahını arttırmayı ciddi bir gerileme yaşadı.

Şimdi iktidar 2026 için enflasyonun yüzde 20’nin altında kalacağını söylüyor. Bana göre yüzde 30’un altında kalması başarı olacak; piyasada iyimserler yüzde 25’le yapıyor hesaplarını.

Yani yüzde 27’lik asgari ücret artışının bu yıl işçinin yaşadığı refah kaybını yerine koymasına imkan ve ihtimal yok; işçi 2027 yılına çok daha büyük bir refah kaybıyla girecek büyük olasılıkla.

İktidar enflasyon hedeflerini tutturacağına dair bir kumar oynuyor ve bu kumarı da asgari ücretle geçinen milyonlarca insan üzerinden oynuyor.

Kaybederse büyük kaybedecek.