14-05-2023
İsmet Berkan

Toplumu düne kadar hayal bile edilemez olana ikna etme sanatı

Toplumu düne kadar hayal bile edilemez olana ikna etme sanatı

Bugün seçim var; demokrasinin bayram günü.

Zaten bugün bu köşenin konusu bilim ve teknoloji; gelin siyasetin bilime değen bir tarafını konuşalım.

Türkiye’de, benim adına ‘Yeni normal’ dediğim bir durum var. Düne kadar kabul edilemez, hatta yapılması hayal dahi edilemez bir sürü şey bugün ‘Yeni normal’imiz.

Bugün seçmeni etkileyecek tarzda siyasi içerikli bir şey yazmak hem kanunen yasak hem de ahlaken yapılmaması gereken bir şey. O yüzden örneğimi dikkatle seçmeye çalışıyorum.

Mesela dün Türkiye’nin Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı, sanki televizyon reytinglerini ölçmek onun işiymiş gibi davrandı, cuma akşamı Tayyip Erdoğan’ın tam 29 kanalda birden yaptığı mülakatın reytinginin düşük olduğunu söyleyen bazı haberlere ‘Yalan bunlar’ dedi, ‘Cumhurbaşkanımızın reytingi çok yüksekti.’

Normalde RTÜK Başkanı’nın birbiriyle rekabet etmesi gereken 29 kanalın nasıl olup da aynı mülakatı yayınladığını sorgulaması gerekirdi; öyle ya RTÜK’ün varlık sebeplerinden biri TV yayınlarının siyaseten tarafsızlığını ve TV’lerin tekelci hale gelmemesini temin etmekti. RTÜK Başkanı’nın görevini yapmak bir yana üstüne vazife olmayan bir konuyla ilgilenmesinin ‘normal’ karşılanması işte bizim ‘Yeni normal’lerimizden biri.

Depremde 50 binden fazla yurttaşımız öldü. Milletvekili adayı olmak isteyen birkaç üst düzey devlet memurundan başka kimse istifa etmedi. Depremin ardından para karşılığı çadır sattığı ortaya çıkan Kızılay’ın yöneticisi daha yeni, o da zorla görevinden istifa ettirildi.

1999 depreminde daha depremin üçüncü günü medya hesap sormaya başlamıştı; bugün tek bir kişinin sorumluluk üstlenmemesi, medyanın da depremin hesabını sormak yerine ‘Ama gelen çadırlar da çok güzelmiş, içinde yaşanır’ diye yayın yapması ‘yeni normal’imiz işte.

Peki düne kadar kabul edilemez bulduğumuz, bırakın kabul etmeyi yapılmasını hayal dahi edemediğimiz şeyler nasıl oldu da ‘normal’ oldu?

Örneğin bundan 10 yıl önce Türkiye Kürt sorununa çözüm arıyordu, bu uğurda PKK terör örgütünün müebbete mahkum lideri Abdullah Öcalan ile yarı resmi nitelikte görüşmeler yürütülüyordu. Bugün ise Kürt meselesi bir kez daha tabu bir konu. Ne oldu da böyle oldu?

Bazı konuların böyle bir zamanlar kabul edilemez görülürken zaman içinde nasıl olup da kapsamlı bir toplumsal tartışmanın ‘normal’ bir ögesine dönüşebildiği veya tam tersine bir zamanlar ‘normal’ kabul edilen şeylerin bugün nasıl üzerinde konuşulamaz tabu konular haline geldiğini bir Amerikalı siyaset araştırmacısı olan Joseph Overton merak etmiş?

Joseph Overton bir uçak kazasında öldüğü 2003 yılına kadar Mackintac Center for Public Policy adlı düşünce kuruluşunun başkan yardımcısıydı. 

Pek çok kişi değişimin motorunun politikacılar, bazı ileri görüşlü devlet adamları olduğu düşünür. Hayır, Overton’a göre değişimin motoru politikacılar değildi, onlar deyim yerindeyse zurnanın son deliğiydi bir demokratik toplumda. Buradaki ‘demokratik toplum’ vurgusu önemli.

Overton’a göre politikacılar, sadece ve sadece toplum tarafından o sırada kabul görebilir mahiyette olan fikirlerle siyaset yaparlardı. Mesele, herhangi bir fikrin veya konunun o ‘kabul edilebilir mahiyette’ olmasını temin etmekti. O zaman politikacılar devreye girebilir, yasaysa yasa başka şeyse başka şeyleri yapabilirdi.

Overton’un 1990’da bu konuda yazdığı ilk makaleden itibaren yaptığı, bugün bakınca son derece basit bir gözlem. Kamusal alanda herhangi bir tartışmanın diyelim yasama alanında, diyelim başka bir politika alanında bir sonuç yaratabilmesi için en önce o konuda bir kamusal tartışma olması gerekiyor.

Ama bazı öyle konular var ki, örneğin homoseksüelliğin normal kabul edilmesi, bundan 50 yıl önce bu konuyu kamusal alanda konuşmak bile imkansızdı. Bugün ise Batıdaki çoğu toplumda homoseksüellik hayatın sıradan bir konusuna dönüşmüş durumda.

Dünyanın bütün toplumlarında kendilerini gururla ‘ilerici’ diye tanımlayan ve tarihin okunun hep ileriyi gösterdiğini öne süren gruplar var örneğin. Kendilerini ‘gerici’ diye tanımlamasalar da bu ‘ilerici’ gruplara tepki gösteren muhafazakar gruplar da var. Ve her iki taraf da, kendilerince toplum açısından ‘iyi, güzel ve doğru’ olduğunu düşündükleri konuları kamusal alanda tartışmak ve o konunun kendi görüşleri doğrultusunda kabul edilmesini sağlamak istiyor.

Joseph Overton, herhangi bir tarafı tutmadan, siyasetteki yatay sağ-sol eksenlerine de takılmamak için oturmuş dikey bir eksen geliştirmiş, en tepeye devletin hiçbir müdahalesinin olmadığı, en alta ise o konunun tamamen devlet tarafından kontrol edildiği hali yazmış, aralara ise bu iki uç durum arasındaki çeşitli aşamaları sıralamış.

Overton’a göre, yukarıdaki açıklama videosundan da göreceğiniz gibi, o konudaki kamusal tartışma genellikle o ara aşamalardaki dört beş madde çerçevesinde hareket ediyor. O yüzden Overton’un ölümünden sonra onun söylediği bu çerçeveye ‘Overton Penceresi’ adı verilmiş.

Overton’a göre bu ‘pencere’ öyle sabit bir pencere değil, bazen yukarı doğru, bazen de aşağı doğru hareket edebiliyor. Bu hareketi sağlamak ise kapsamlı bir kampanya gerektiriyor.

İnsan eti yemek, ‘yeni normal’ olabilir mi?

İnsan eti yemek, ‘yeni normal’ olabilir mi?

‘Overton Penceresi’nin nasıl hareket ettiğini ve bir zamanlar üzerinde konuşulması hayal bile edilemez bir şeyin nasıl olup da zaman içinde toplumsal gündemin sıradan bir parçası haline gelebileceğini anlatmak için seçilen son derece uç bir örnek var: İnsan eti yemek.

Belki irkildiniz bile, ‘Ne demek insan eti yemek?’

Sahiden de öyle. Benim çocukluğumda yanlış hatırlamıyorsam Peru’da bir uçak bir dağın üstünde düşmüştü, sağ kalanlar aylarca kurtarılmayı beklerken birbirlerinin etini yemişlerdi ve bu durum aylarca ağır eleştirel bir tonla konuşulmuştu. İnsan eti yemek, böylesine bir hayat memat anında bile kabul edilemez bulunmuştu.

Peki diyelim ki biz, cebinde parası da olan ve insan eti yenmenin normal kabul edilmesini isteyen minik bir grup insanız. Ne yapmalıyız ki, toplumda insan eti yemenin ‘normal’ olduğunu hiç değilse konuşabilelim, kamusal bir tartışma başlatabilelim ve sonra da belki insan eti yemeyi yasal bir şey haline getirebilelim?

Joseph Overton’un meşhur görüşlerinden hareket eden siyaset bilimci Joshua Treviño oturmuş, genel bir yol haritası hazırlamış. Bu harita, 6 adımdan oluşuyor.

1. Düşünülemez, düşünülmesi hayal dahi edilemez; 2. Radikal; 3. Kabul edilebilir; 4. Aslında makul; 5. Popüler; 6. Düzenleme.

Biz kendi konumuzu bu 6 adımlık çizelgeye yerleştirdiğimizde elbette insan eti yemek şu an için düşünülemez, hayal dahi edilemez bir şey.

Bu konuda kamuoyunun fikrini değiştirmek istiyoruz. 

İlk yapmamız gereken şey, bazı bilim insanları bulmak. Bilimin sınırı olamaz, bilim her şeyi araştırabilmeli. Belki de insan eti yemenin sağlığa faydaları vardır? Yavaş olacaktır ama cebimizde paramız var; bu konudaki araştırmaları destekleyebiliriz. Giderek araştırma sayısı artınca, konu ‘düşünülemez’ olmaktan çıkıp ‘radikal bir fikir’ aşamasına gelecektir.

Bu aşamada birden ortaya bazı küçük marjinal gruplar çıkabilir. Onlar insan eti yemek istemekte, insan etinin bilimsel faydalarından yararlanmak istemekte ve izin peşinde koşmaktadır. Sevimli ve yarı deli insanlardan oluşan bu marjinal grupların talepleri medyada haber olmaya başlar. Bir grup zararsız radikal insan eti yemeye izin verilmesini istemektedir.

Zaman içinde bu minik grupların böyle saçma da olsa bir fikre sahip olması kabul edilebilir hale gelir. Zaten marjinaldirler, insan eti yemek istemektedirler, ayrıca gayet sevimli eylemler ve toplantılarla görüşlerini duyurmaktadırlar. Birden bire daha düne kadar düşünülmesi hayal bile edilemez olan konu düzenli olarak yaygın medyada yer almaya, bu görüşün temsilcileri televizyon tartışmalarına çağrılmaya başlar. Konu ‘kabul edilebilirlik’ aşamasına ulaşmıştır.

Şimdi ihtiyaç duyulan şey bu talebin ‘makul bir talep’ olduğunu yeterince insanın düşünmesini sağlamaktır. Hemen ortaya birileri çıkar, ‘Ben asla insan eti yemem ama yemek isteyenlere de karışmamak gerekir’ demeye başlar. İnsan eti yemek isteyenlerin eğer bu etleri meşru yollardan elde edeceklerse istediklerini yapmalarına izin verilmesi gerektiği konuşulur olur.

Bir sonraki aşama bu fikri, yani insan eti yemeyi popüler hale getirmek. Yeterince çok insan insan eti yemeyi talep eder, yine yeterince çok insan bu talebi ‘makul’ bulursa, konu popüler oldu demektir.

Son aşama siyasetçilerin bu konuda yasal düzenleme yapması ve insan etini yemeği belli düzenlemelerle serbest bırakmasıdır.

Bu anlattığım aşamalar size tanıdık gelmiş olabilir. Dikkat edin, son 50 yılda gündemimize gelip sonradan da hakkında yasal düzenleme yapılmış her konu bu aşamaları izledi. Bazıları gayet doğal, yaygın deyişle ‘organik’ olarak gelişti; bazıları ise toplumun manipüle edilmesi yoluyla.

Görüyorsunuz, aslında her şey mümkün. ‘Yeni normal’ böyle bir şey.

Lityum pillerin yerine sodyum piller geliyor

Lityum pillerin yerine sodyum piller geliyor

Bir yandan dünyanın fosil yakıt stoklarının tükeniyor olması, bir yandan fosil yakıtlar nedeniyle yaşadığımız küresel iklim krizi, dünyayı son 30 yıldır elektrik depolama sistemleri üzerinde daha fazla düşünmeye itti.

Diz üstü bilgisayarların yaygınlaşması sayesinde 90’larda lityum bazlı piller görmeye başladık. Lityumun bu piller için seçilmesinin iki büyük sebebi vardı: Birinci sebep lityumun küçüklüğüydü; evet lityum sahiden hidrojen ve helyumdan sonra en küçük atom. İkinci sebep ise lityum bazlı pillerin eriştiği yüksek voltajlar oldu. Elektrikli otomobillerimiz çok yüksek bir voltajla çalışıyor, lityum olmasa zorlanırdık.

Fakat bir sorun var: Lityum nadir bulunan ve pahalı bir materyal. Ayrıca bu pillerin içinde kobalt ve nikel de kullanıyoruz. Bu iki madde de pili pahalı yapıyor. Gerçi son dönemde nikel ve kobalt olmadan daha ucuz piller de devreye girdi ama bir yandan da dünyanın dört bir yanında lityumun yerini alacak yeni malzeme aranıyor.

O malzemeye en büyük aday ise ucuz sodyum. Sodyum bazlı pillerde müthiş bir ilerleme var ve bu pillerin performansı  şimdiden lityum bazlı pilleri yakalamaya başladı. 2025’te 1 kilo sodyum bazlı pilde 150 watt-saat performansına erişilmesi bekleniyor.

Yani elektrikli otomobiller daha da ucuzlayacak.

Genetik dizilimimiz ikinci baskı yaptı

Genetik dizilimimiz ikinci baskı yaptı

Üzerinden 20 yıldan fazla zaman geçti. O zamanki Amerika Başkanı Bill Clinton yanında bilim insanlarıyla birlikte gururla açıklamıştı, ilk kez insanın gen diziliminin tamamı yapılmıştı.

Fakat o zaman açıklanan genin bir sorunu vardı: DNA, New York eyaletinin Buffalo kentinde yaşayan bir tek kişiye aitti.

Bu hafta çarşamba günü bilim insanları yeni bir açıklama yaptı; artık elimizde neredeyse bütün ırkları temsil eden genişlikte yeni bir gen dizilimimiz var. Kadınlı erkekli ve bütün ırkları temsil eden 47 kişiden alınan genler baştan sona dizildi. Bilim insanlarına buna ‘pangenom’ adını verdi bile; yani ‘Herkesin geni.’

Bu çok önemli bir gelişme, çünkü dünyanın dört bir yanından bilimciler bakmak istedikleri zaman bu kütüphaneden tamamı çözülmüş gen dizisine bakabilecek. Bu da bilimsel araştırmaları çok hızlandıracak.

Saturn en çok uydusu olan gezegen şampiyonluğunu geri aldı

Saturn en çok uydusu olan gezegen şampiyonluğunu geri aldı

Astro fizikçiler yakın zamanda Saturn’un 62 yeni uydusunu birden keşfettiler. Böyle etrafındaki halkayla tanıdığımız bu gaz devi gezegen tam 145 saptanmış uydusuyla güneş sistemimizin en fazla uyduya sahip gezegeni olma ünvanını geri aldı. Çünkü Saturn bu ünvanını bir süre önce yeni bulunan 12 uydusuyla toplamda 95 uyduya sahip olduğu anlaşılan Jüpiter’e kaybetmişti. Ama yeni bulunan 62 uydu sayesinde ünvanını geri aldı.

Kara delik yıldızı yutuyor, astronomlar seyretmeye doyamıyor

Kara delik yıldızı yutuyor, astronomlar seyretmeye doyamıyor

Bu ayın başında, 3 Mayısta astronomlar devasa bir kara deliğin bir yıldızı yutmaya başladığını duyurdu. Kara delik yıldızı yutmaya devam ediyor. Bu işlem yüzünden evrendeki en parlak ışıklardan biri oluşmuş durumda ve dünyadaki astronomlar bu manzarayı seyretmeye doyamıyorlar. Öyle ya, canınız çektiğinde teleskopunuzu açıp bakabileceğiniz muhteşem bir astronomik olay var. Kara delik, dünyadan 8 milyar ışık yılı uzakta, yani sahiden çok uzakta. Bu gözlemler aslında 2021 yılında başlamış durumda. Yani kara delik o zamandan beri yıldızı yutmaya başlamış durumda. Tabii yutmak deyince, en önce kara deliğe yıldızın dış atmosferi, yani koronası yakalanıyor. Onu emmeye başlayan kara delik son ağır ağır yıldızın dış katmanlarından itibaren bütün gövdesini yutuyor. Biz de bunu, kara delikten kaçmaya çalışan inanılmaz yüksek enerjili plazma parçacıkların yarattığı ışımaya bakarak izliyoruz. Çok heyecan verici bir olay.