23-07-2023
İsmet Berkan

Nazi’lerin bombasını yapması beklenen adam: Werner Heisenberg

Nazi’lerin bombasını yapması beklenen adam: Werner Heisenberg

İki Alman kimyager, Otto Hahn and Fritz Strassmann, 1938 yılının Aralık ayında Berlin’deki bir laboratuvarda nükleer fizyonu, yani çekirdek bölünmesini keşfetti.

Bu keşif, iki bilim insanına 1944’te Nobel ödülü kazandıracaktı ama daha önemlisi, dünyamızı bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde değiştirecekti.

1938’de Almanya’da Hitler gücünün doruğundaydı; nitekim bu keşiften 9 ay sonra 2. Dünya Savaşı’nı başlatacak, önce Polonya’yı ardından Fransa’yı (ve yol üstünde de Belçika ve Hollanda’yı) büyük bir hızla istila edecekti.

Bu iki Alman kimyagerin buluşu, sadece 8 ay sonra, yani Ağustos 1939’da Albert Einstein ve Macaristan göçmeni fizikçiler Leo Szilard ile Eugene Wigner’ın ABD Başkanı Roosevelt’e ‘Nazi’ler nükleer bomba yapabilir, biz de yapmalıyız’ anlamına gelen meşhur mektubu yazmasına neden oldu.

Gerçekten de, artık nükleer bomba yapmak (veya nükleer santral yapmak) artık teorik bir imkan dahilindeydi.

İki gün önce bütün dünyada gösterime giren bir film, tarihin bu dönemini ve bu tartışmaları yeniden hatırlattı. Robert Oppenheimer, Amerika’nın 1942’de başlattığı ve hedefi nükleer bomba yapmak olan Manhattan Projesi’nin bilim ekibinin başıydı. Film, onun çarpıcı hikayesini anlatıyor. Oppenheimer ve Amerikan hükümeti, ortaya koydukları müthiş kaynakla Nazi Almanyasından önce nükleer silah yapmayı başardılar, bu silahlar Hiroşima ve Nagazaki’de Japon halkı üzerinde kullanıldı.

Bilmiyorum, sinemada belki bu filmi izlediniz, belki izlemeye hazırlanıyorsunuz ama bu yazı o film hakkında değil. Tam tersine, o filmin anlatmadığı Almanya’nın nükleer silah yapma ve başarılı olamama hikayesiyle ilgili. (Bence filmi mutlaka izleyin.)

Hepimiz, Albert Einstein’ın 1905 yılında yazdığı meşhur E=MC2 denklemini biliyoruz. Bu denklem bize, enerjinin kütleye, kütlenin ise enerjiye dönüşebilir olduğunu söyler. Enerjiden kütle yapmak isterseniz denklemde yer alan ışık hızı sabiti (C) çok büyük bir rakam olduğu ve üstelik bir de bunun karesi alındığı için, çok ama çok fazla enerjiye ihtiyacınız olur. Buna karşılık çok küçük bir kütleden (M) ışık hızının karesiyle çarpımı kadar çok enerji elde edebilirsiniz.

1938’de keşfedilen, daha doğrusu ilk kez başarılan çekirdek bölünmesi işte bu kütlenin enerjiye dönüşmesini gösteriyor. Bu deneyde Uranyum-236 nötron bombardımanına tutuluyor ve Uranyum atomu neredeyse ortasından bölünüp ortaya Baryum ile Kripton çıkıyor. Bu bölünme sırasında muazzam bir enerji de açığa çıkıyor.

Bu Nobel ödülü kazandıran deneyden elbette Alman ordusunun da haberi oluyor. Ama Alman ordusu, nükleer çekirdek bölünmesinin askeri önemini fark etmiyor, programı erteliyor. Zaten ordu neredeyse bütün önemli fizikçileri de silah altına alıyor, çünkü artık savaş başlamış durumda. Erteleme 1942’ye kadar devam ediyor, yani Alman nükleer programında o vakte kadar yaprak kıpırdamıyor.

O yıl, yani savaşın ortasında konu yeniden gündeme geliyor. 26–28 Şubat 1942’de Kaiser Wilhelm Fizik Enstitüsünde sahneye büyük Alman fizikçi Werner Heisenberg çıkıyor; Alman ordu yöneticilerine çekirdek bölünmesinden askeri amaçlarla nasıl yararlanılabileceğine dair bir sunum yapıyor. Fakat Heisenberg’in sunumu bomba yapımını içermiyor, daha çok nükleer enerji yoluyla gemilerin ve denizaltıların güçlendirilmesinden söz ediyor. Heisenberg’in en çok üzerinde durduğu konu, Uranyum 245 elde etmek.

Heisenberg, atom bombası yapımını önermemişti, çünkü bu bombayı 5 yılda yapmanın mümkün olacağını düşünmüyordu. Nazi Almanyasının savaş üretiminden sorumlu bakanı Albert Speer’e bir seferinde, ‘Bombayı önermek, muazzam kaynakların buna ayrılması anlamına gelir ve bu kadar kaynağı ayırıp sonunda başarısız olursak Hitler bize çok kızar’ demişti. Heisenberg’e göre bomba için en az 120 bin kişinin çalışması gerekecekti. 

ABD’nin Manhattan Projesinde bir dönem 130 bin kişi çalışıyordu, bombanın yapımı bugünün parasıyla yaklaşık 24 milyar dolara maloldu. Almanya’nın ne maddi olarak ne insan gücü olarak ne de bilimci gücü olarak böyle bir kaynağı yoktu. Almanya, nükleer araştırmalara Amerika’nın ayırdığı kaynağın yaklaşık binde birini, yani 24 milyon dolar ayırmıştı.

Nitekim, savaş bittiğinde Almanya bırakın bomba üzerinde çalışmayı henüz işleyen bir nükleer santral bile yapamamıştı. Oysa Amerika’nın iki tane işleyen santralı vardı ve buradan elde edilen plütonyumu nükleer bombalardan birinde kullanmışlardı.

Heisenberg, en az Oppenheimer kadar karmaşık bir karakterdi ve o da ne yaptığının farkındaydı

Heisenberg, en az Oppenheimer kadar karmaşık bir karakterdi ve o da ne yaptığının farkındaydı

Robert Oppenheimer, Amerika’ya Almanya’dan göçmüş bir Yahudi ailenin çocuğuydu. Babası ticarette başarılı olmuştu, zenginlerdi ve o da çocukluğundan itibaren ayrıcalıklı ve üst sınıf bir hayatı yaşamıştı. Babasının işini yapmamış, bilim insanı olmuştu.

Samimi bir Amerikan vatanseveriydi, babasına ve ailesine kucak açan bu ülkeye kendini borçlu hissediyordu. Ama Amerikan hükümetinin gözünde o, gençliğinde komünist arkadaşları olmuş, hep liberal çevrelerde yaşamış olduğu için o kadar da ‘güvenilir’ biri değildi.

Nitekim savaştan sonra suçlanacak, işinden ve güvenlik belgelerinden mahrum olacaktı.

Oppenheimer, Nevada çölünün ortasındaki Los Alamos’ta Manhattan Projesini yürütürken ne yaptığının farkındaydı. Ortaya çıkaracağı bomba, dünyaya tarifsiz acılar getirecek, ölüm ve yok etme makinası olacaktı. Bu vicdan ağırlığına rağmen bombayı yapmayı başardı.

Öte yanda Werner Heisenberg var. 20. yüzyıl fizik biliminin en önde gelen iki üç isminden biri bu adam. Kuantum mekaniğinin kurucusu, ‘belirsizlik prensibi’ni ortaya koyan insan…

Ama aynı zamanda büyük bir Alman vatanseveri. Nazi’ler iktidara gelip bütün yakın arkadaşları yurt dışına kaçarken o kaçmayı reddetti. Nazi zulmüne de uğradı. Bu zulümden annesinin SS’lerin başı olan Himmler’in annesiyle görüşmesi ve Himmler’in ikna olması sayesinde kurtuldu.

Bir yandan Alman vatanseveri olduğunu Nazi’lere ispat etmeye çalışıyordu, bir yandan da Nazi’lerden hiç haz etmiyordu.

1942’de o meşhur sunumunu yaptığında, hiç kuşku yok nükleer çekirdek bölünmesinin ne anlama geldiğini bu dünyada en iyi bilen isimlerin başında geliyordu. Fizyonun başarılması, elbette aynı anda hem nükleer enerji elde edilmesi hem de nükleer bomba yapılabilmesi anlamına geliyordu. Nitekim bugün dünya her ikisini de yapıyor fazlasıyla.

Ama Heisenberg kendi hükümetine, yani Nazi’lere bombayı önermedi. Neden önermedi? Albert Speer’e söylediği gibi pratik gerekçelerle ve sonunda başarısızlık olursa Hitler’in öfkesini çekmemek için mi, yoksa bu büyük gücü başta Hitler olmak üzere kimsenin eline vermemek gerektiğini düşündüğü için mi?

Heisenberg ve bir grup fizikçi, savaş sonrası çok uzun süre İngiltere’de bir çeşit hapis hayatı yaşadı. Aralarındaki özel sohbetler bile gizlice kayda alındı.

Savaş sonrasında rahatça çıkıp ‘Ben Nazi’leri yanlış yöne yönelttim, bomba yapmalarına engel oldum’ diyebilirdi, bunu hiç söylemedi. Savaşın bitmesinden hemen önce Kopenhag’a gidip yakın dostu Niels Bohr’u uyarması, onunla sohbetinde yaptığı imalarla aktardığı bilgiler, Bohr’un bu uyarı sayesinde bir İngiliz denizaltısı tarafından Kopenhag’dan kaçırılması, Heisenberg’i savaş sonrasında aklamaya yetmedi.

Sonuç olarak 20 ve 21. yüzyıla damgasını vurmuş, bugün ben bu yazıyı yazarken kullandığım bilgisayarı var eden teknolojinin bilimsel temellerini atmış, Nazi Almanyasının atom bombasının peşine düşmesini engellemiş olma ihtimali yüksek ama bir yandan da gerçek bir Alman vatanseveri olan son derece karmaşık bir karakterdi Werner Heisenberg.

Hikayesi, Oppenheimer kadar, belki daha fazla anlatılmayı hak ediyor. Buna girişen bazı yapımlar oldu, bence içlerinde en iyisi BBC tarafından da filmi yapılan bir tiyatro oyunu olan Copenhagen’di.

Amerikalı komandolar Heisenberg’i ele geçiriyor

Amerikalı komandolar Heisenberg’i ele geçiriyor

İkinci Dünya Savaşı’nın son döneminde, Almanya’nın bütün nükleer araştırma merkezleri, Berlin bombalandığı için daha uzağa, Kara Ormanlar civarına taşınmıştı. (Ruslar o yüzden savaş sonrası çok fazla Alman fizikçi yakalayamadı.)

Amerikan güçleri, Werner Heisenberg ve bazı fizikçilerin halen halen seçkin Alman komando birlikleri tarafından korunan Urfeld şehrinde olduğunu öğrenince buraya operasyon düzenledi ve Amerikalı komandolar Heisenberg’i buradan aldı. Ünlü fizikçi, biraz karmaşık bir yolla nihayetinde İngiltere’ye götürüldü, burada ‘Farm Hall’ adı verilen ve İngiliz istihbarat örgütü MI6’ya ait bir çiftlikte gözetim altına alındı. İşte burada Heisenberg dahil bütün fizikçilerin özel konuşmaları dahil her şeyi kaydedildi. Kayıtlar 1992 yılında kamuoyuna da açıklandı.

Amerika nükleer bombayı atınca Heisenberg’in tepkisi

Amerika nükleer bombayı atınca Heisenberg’in tepkisi

6 Ağustos 1945’te Farm Hall’da tutulan 10 Alman fizikçi gazetelerden ve radyodan Amerika’nın Hiroşima’ya atom bombası attığını öğreniyor. İlk tepkileri, Amerika’nın bombayı yaptığına ve patlattığına inanmamak oluyor. İzleyen haftalarda bombanın nasıl yapılmış olabileceğini aralarında tartışıyorlar.

Farm Hall konuşmalarından anlaşılıyor ki, Heisenberg dahil bazı fizikçiler savaşı Müttefiklerin kazanmasından memnunlar. Heisenberg bir seferinde arkadaşlarına, atom bombası yapmayı hiçbir zaman istemediğini, Nazi’lere sadece nükleer enerji üretebilmeleri için malzeme ürettiğini söylüyor.

Bazı fizikçiler nükleer silahların ortaya çıkmasının ne büyük bir dehşet ve korku olduğunu konuşuyorlar ama Heisenberg bu konulara hiç girmiyor.

1957’de nükleer silahlanmaya karşı bildiri imzaladı

1957’de nükleer silahlanmaya karşı bildiri imzaladı

Werner Heisenberg İngiltere’de 8 ay süren tutsaklığı bittikten sonra Almanya’ya dönüyor ve Almanya’nın savaş sonrası inşasında bilimin önemli bir yeri olacağını söyleyip çalışmaya başlıyor.

Max Planck Fizik Enstitüsünün başına geçiyor, üniversitelerde dersler veriyor, sonunda CERN’in (Avrupa Nükleer Fizik Araştırma Laboratuvarı) kurulmasına karar verecek olan ünlü konferansa Almanya’yı temsilen katılıyor ve parçacık hızlandırıcısının inşa edilmesini teklif edenler arasında yer alıyor.

1957 yılında Almanya’nın kendisinin de nükleer silah geliştirmesi ve nükleer silaha sahip olması tartışması başladığında Heisenberg ünlü Göttinger Manifestosu’nun önde gelen imzacılarından biri oluyor, nükleer silahlanmaya karşı çıkıyor.

Heisenberg, öldüğü 1976 yılına kadar bilimsel çalışmalarını sürdürdü, fizik bilimine ve insanlığa katkıda bulunmaya devam etti.