31-12-2023
İsmet Berkan

Dünya dönüyor, sen ne dersen de…

Dünya dönüyor, sen ne dersen de…

Şarkının nakaratı “Yıllar geçiyor, fark etmesen de…” diye devam ediyor.

Bugün yılın son günü. Bir yılı daha devirdik.

Şarkıda da söylendiği gibi, biz ne dersek diyelim, dünya kendi ekseni etrafında aslında inanılmaz bir hızla dönüyor. 

Ekvator’dan dünyanın çevresini 40 bin kilometre kabul edecek olursak, bir tam turu da 24 saatte tamamlıyorsak, dünyamızın dönüş hızını bulabiliriz: Saatte 1,666.66 kilometre.

Bindiğiniz hiçbir taşıt aracı bu hızla hareket etmiyor. Fark etmiyoruz ama inanılmaz bir yolculuk içindeyiz sürekli.

Fark etmediğimiz tek şey bu değil. 

Biliyorsunuz dünyamız güneşin etrafında eliptik yörüngede dolaşıyor ve bir tam turunu bizim ölçü birimimizle 365 gün ve 6 saatte tamamlıyor. 

Bu gece yarısı bir tam turu daha tamamlayacağız. Peki dünyamız bu yolculuğunu ne hızda yapıyor dersiniz? Bir sabit hızdan söz etmek mümkün değil belki ama saatte 107 bin kilometre gibi çok muazzam bir hızla yol alıyor dünyamız güneşin etrafında.

Yani dünya adlı bir uzay gemisinin içindeyiz ve uzayda erişilmesi zor bir hızla yol alıyoruz. Her yıl 940 milyon kilometre yol yapıyor gezegenimiz.

Dünyamızı bu hızda ve bu mesafelerde hareket ettiren “motor” güneşimiz. Bu motorun nasıl çalıştığını bundan 100 yıldan fazla zaman önce Albert Einstein bize anlattı.

Uzayda bütün kütleler “uzay-zaman” adı verilen “şey”i büküyor. Çok büyük kütleler mesela güneşimiz uzay-zamanı daha çok büküyor. Bu bükülmeyi bir çukur gibi düşünün.

Güneş orada bir “çukur” açtığı için, bizim dünyamız gibi o çukurun çeperinde kalan gezegenler de, aynen lavaboda suyun döne döne akması gibi çukurun merkezinin etrafında dönüyoruz. Buna da “kütle çekim kuvveti” diyoruz.

Yalnız, sanmayın ki güneş sabit, olduğu yerde duruyor, biz de etrafında dolaşıyoruz. Hayır, nasıl biz güneşin açtığı çukurun etrafında dönüyorsak, güneşimiz de (ve elbette dünyamız dahil güneş sistemindeki bütün gezegenler de) Samanyolu galaksisinin tam merkezinde yer alan devasa kara deliğin açtığı çukurun etrafında dönüyor. (Samanyolu’ndaki milyarlarca başka yıldız ve o yıldızların varsa etrafındaki gezegenlerle birlikte.)

Evet, güneş sistemimiz Samanyolu’nun etrafında çok ama çok uzun bir yolculuk halinde.

Peki hangi hızda yapıyor güneş bu yolculuğu? Sıkı durun: Saniyede 220 kilometre, dakikada 13 bin 200, saatte 792 bin kilometre hızla güneşimizle birlikte biz de uzayda yolculuk yapıyoruz. Güneş sistemimiz ömrümüzün bir yılında bizi uzayda yaklaşık yedi milyar kilometre öteye götürüyor.

Yedi milyar kilometreye çok diyorsanız nefesinizi tutun: Güneş sistemimizin galaksi etrafındaki bir turu bu muazzam hıza rağmen 250 milyon dünya yılında tamamlanabiliyor.

Yani bizim dünya yılımız 365 gün ama güneşimizin bir yılı 250 milyon yıl. Bir hesaba göre güneşimiz galaksinin etrafındaki 19. turunda şu an. Benzetmeye devam edecek olursak güneşimizin takviminde, güneşimiz henüz 19 yaşında.

Durun daha bitmedi. 

Galaksimiz de olduğu yerde durmuyor. O da hareket halinde. Koca galaksinin hareketini tam olarak neyin yönlendirdiğini, yani galaksinin de bir şeyin etrafında dönüp dönmediğini bilmiyoruz, çünkü Samanyolu’nu o açıdan görebilecek konumda değiliz. Bildiğimiz şu: Samanyolu komşumuz olan Andromeda galaksisine doğru saniyede 630 kilometre hızla ilerliyor.

Saniyede 630 kilometre, dakikada 37 bin 800 kilometre, saatte 2 milyon 268 bin kilometre. Muazzam değil mi?

Galaksimiz bir dünya yılında yaklaşık 20 milyar kilometre yol kat ediyor. 

Andromeda galaksisi de bize doğru benzer bir hızla geliyor. Bir hesaba göre milyarlarca yıl sonra iki galaksi birbirine çarpacak, tek bir galaksiye dönüşecek.

Az önce tam olarak bilmiyoruz dedim ama bir kuvvetli iddia Samanyolu galaksisinin bizim galaksi kümemiz olan Virgo kümesinin etrafında dönmekte olduğu; en azından bu kümenin birlikte hareket ettiği. Eğer öyleyse bu galaksi kümesi de acaba başka bir şeyin mi etrafında dönüyor? Yoksa uzayda evrenin genişleme hareketi doğrultusunda mı yol alıyor sadece? Evrende her şey hareket halinde.

Az önce söyledim, uzaydaki bu müthiş hareketliliğin tek bir sebebi var: Kütle çekim kuvveti. 

Galaksimizin merkezindeki milyarlarca güneş kütlesi büyüklüğündeki kara delik koca galaksiyi etrafında döndürecek bir çukur açıyor uzay zamanda; aslında bütün galaksi o çukura düşüyor, bu muazzam hızlara rağmen uzay ölçüsünde baktığımızda çok yavaşça. 

Bizim güneşimiz de kendi çapında küçük bir çukur oluşturuyor, dünyamız dahil gezegenlerin hareketi de bundan. Biz de güneşe doğru düşüyoruz.

Aynı işi dünyamız da yapıyor; o sayede Ay da gezegenimizin etrafında dolaşıyor.

Ama paradoksa bakın, koca galaksileri inanılmaz hızlarda hareket ettiren kütle çekim kuvveti doğadaki minicik bir güç aslında ve bu sayede biz dünyanın çekim gücüne direnip mesela olduğumuz yerde havaya sıçrayabiliyoruz.

Çok güzel, mutlu, umutlu, sağlıklı ve daha şanslı bir yıl dilerim.

(Not: Son birkaç yıldır her yılbaşı günü bu yazıyı yayınlıyorum. Hepimiz unutmakla malûlüz ama bir şeyi hep aklımızda tutmalıyız: Hiçbir şey olduğu yerde kalmıyor.)

İnsanın doğada düzen arayışının dışa vurumu: Takvim

İnsanın doğada düzen arayışının dışa vurumu: Takvim

İnsan doğayla, etrafıyla ilişkisini beyniyle kurar. Belki başka canlılar da böyledir ama insanı onlara göre daha yakından tanıyoruz.

Doğa, yandaki yazıda da anlattım, aslında beraberinde müthiş bir kaosu  da getiren bir şey. İşte gördünüz, hiçbir şey ama hiçbir şey bu evrende fiks, sabit bir yerde durmuyor, her şey sürekli hareket halinde.

Bu kaotik duruma evrim sürecimizin ve beynimizin bulduğu çare çeşitli sabitler yaratmak, denizci tabiriyle ‘kerteriz noktaları’ belirlemek.

Beynimiz tanık olduğumuz ve yaşadığımız olayları bir zaman çizgisinde sıralıyor. Yani önce şu oldu, sonra şu, sonra şu diyerek her şeyi oluş sırasına göre diziyor. Bu bizim evrim sürecimizden gelen bir özellik. Bu sayede kaos miktarını azaltıyoruz ve doğal olarak kendi beynimizde bir zaman duygusu yaratıyoruz.

Bugünü yılın son günü, yarını ise yılın ilk günü yapan şey tam olarak bu: Beynimizin olayları sıralama güdüsü.

İnsanlık hiç kuşkusuz dünya üzerinde var olduğundan beri başına gelen olayları sıralıyordu ama bu sıralama arayışı 10-12 bin yıl önce Neolitik devriminin yaşanması, ardından insanın toplu halde yaşamaya başlayıp yönetimi ve giderek de devleti icat etmesiyle tamamen başka bir boyuta taşındı. Aynı dönemin bir başka icadı yazı ve matematikti.

Dolayısıyla ilk takvimler de o dönemde ortaya çıkmaya başladı. Arkeolojik kanıtlar ilk yazılı takvimlerin Yakın Doğu’da ortaya çıktığını gösteriyor. Sümer uygarlığının ve onu izleyen Mısır uygarlığının takvimleri vardı.

Bulunduğunuz yerde günlerin geçmesini izlemek kolay, gün aydınlanıyor, sonra kararıyor, sonra yeniden aydınlanıyor. Demek bir gün geçti. Bu dünyamızın kendi ekseni etrafında bir tam tur atmasıyla ilgili bir şey.

Ama bugün biliyoruz, dünyamız bir de güneşin etrafında dolaşıyor ve üstelik dünyamız güneşe göre hafif bir açıyla duruyor, öyle dimdik değil. O yüzden hem yıl boyunca yaşadığımız gündüzlerin (ve gecelerin) süresi sürekli değişiyor, hem de dünyamızda mevsimlerin yaşanmasına neden oluyor. Güneşten uzaklaştıkça havalar soğuyor, yaklaştıkça ısınıyor.

Bu mevsimselliği de ölçmek lazım. İnsanlar en kolay gözlenebilir olana bakıyor ve gezegenimizin uydusu Ay’ı görüyorlar. Ay’ın çeşitli evreleri var ve dolunayın kaç defa belirmesiyle mevsim dönümleri arasında da bir ilişki var. İşte ilk takvimler böyle ortaya çıkıyor: Amaç hasat dönemine ne kadar kaldığını, yeniden ekimin ne zaman yapılacağını önceden bilmek ve hazırlık yapmak.

Yalnız Ay takviminin bir sorunu vardı: Aradan yeterince zaman geçtiğinde mevsimler kaymaya başlıyordu.

Bu sorunun sebebi dünyamızın güneşin etrafında attığı turla Ay’ın dünya etrafında attığı turun birbiriyle ilgisiz olmasıydı. Mevsimleri esas yönetenin ay değil güneş olduğu anlaşıldığında insanlık güneş takvimlerine geçmeye başladı.

Tabii güneş takvimi dediğiniz de aslında birden fazla. Bugün Türkiye dahil dünyada pek çok ülke ‘Gregoryen Takvim’ denen takvimi kullanıyor. O yüzden bütün dünya için bugün yılın son günü, yarın da ilk günü.

Ama pek çok dini ritüel zamanında ay takvimine göre belirlendiği için İslam da Hıristiyanlık da bu ritüelleri belirlemek için hala ay takvimini kullanıyor. Örneğin Hıristiyanlar Hazreti İsa’nın göğe yükseldiğine inanılan gün olan Paskalya gününü saptamak için, Müslümanlar ise kutsal ayları ve Hac dönemini hesaplamak için ay takvimini de kullanıyor.