MİT’in sergisini gezerken aklıma neden Erdal İnönü ve Tosun Terzioğlu geldi?
Perşembe günü İstanbul’da Teşvikiye Camiinde Aysel Öymen’in cenazesi vardı. Sevgili Altan Abi’ye, Aslı ve Murat Öymen’e başsağlığı dileyip cenazeye katıldıktan sonra Ertuğrul Özkök’e eklendim ve Taksim’e gittik.
Atatürk Kültür Merkezi içindeki sanat galerisinde Milli İstihbarat Teşkilatı müzesinden seçilmiş bazı şeylerle yapılmış MİT’in sergisi ‘Temas’ı gezdik birlikte. Özkök dün izlenimlerini 10Haber’de yazdı; bugün sıra bende.
Daha serginin girişinde, dikkat etmezseniz göremeyeceğiniz bir camekanın içinde beni iki büyük sürpriz bekliyordu. Önce başbakanlığı döneminde Tayyip Erdoğan’ın Ankara’da kiracı olarak yaşadığı evde kullandığı çalışma odasında bulunan üçlü elektrik prizine gizlenmiş böcek.
Bu böceği oraya FETÖ üyesi polislerin yerleştirdiğini, o dönem başbakan danışmanlığı yapan, sonranın Sanayi ve Teknoloji Bakanı, bugününse milletvekili Mustafa Varank’ın ısrarı üzerine MİT’in bu böceği bulduğunu biliyoruz. Ama dinleme cihazının kendisini görmek çarpıcı tabii.
Hemen yanında ise bir minik USB bellek var, o niye sergileniyor ki diye düşündüm önce. Sonra altında yazılı açıklamayı okuyunca çocukça bir sevinç kapladı içimi. Bu yılın ilk günü, 1 Ocak’ta burada yazdığım yazıda anlattığım bellekti bu. Ben o sırada bunun SD bellek olduğunu sanıyordum, meğer USB bellekmiş.
2017’de bir FETÖ operasyonunda ele geçirilmiş bu bellek. Polis çözemeyince MİT’e göndermiş. MİT Amerikan devletinin gizli belgelerini de şifrelediği AES 256 şifreleme standardıyla şifrelenmiş olan bu belleği altı yıllık bir çalışmanın sonunda çözmeyi başarmıştı. Girin bakın internete, bilim insanları hâlâ bu standartta şifrelenmiş şeylerin 11-12 yıldan önce çözülemeyeceğini söylüyor.
İlk yerli ve milli kripto makinesi
Fakat MİT sergisinde beni esas etkileyen, ilgisiz gibi gözüken bir odada gördüğüm bir cihazdı. Cihazın üzerinde üretici firma olarak TESTAŞ’ın adı bile yazılıydı. Bu cihaz Türkiye’nin MİT’inin ilk yerli ve milli şifreleme makinesiydi.
Bugün size bu cihazın aynı anda hem çok hazin hem de çok sevinçli hikayesini anlatmak istiyorum aslında.
1992 yılında Süleyman Demirel’in DYP’si ile Erdal İnönü’nün SHP’si koalisyon hükümeti kurdu; Erdal İnönü Başbakan Yardımcısı oldu. İnönü kendisi zaten teorik fizik profesörüydü, Türkiye Bilimsel ve Teknik Araştırma Kurumu TÜBİTAK’ın ona bağlı kuruluşlardan biri olması doğaldı.
‘Tosun, şuna bir baksana…’
Erdal Bey TÜBİTAK’ın başına yakın arkadaşı rahmetli Prof. Dr. Tosun Terzioğlu’nu atadı. Tosun Bey, nur içinde yatsın, sadece Türkiye’nin yetiştirdiği önemli matematikçilerden ve hocalardan biri değildi; çok önemli ve vizyoner bir yöneticiydi de (İleriki yıllarda Sabancı Üniversitesi’nin kurucu rektörü olarak bu saygın üniversiteyi sıfırdan kurdu).
Tosun Bey yeni görevine atandığının ertesi günü Erdal İnönü’den bir telefon aldı. Onu hemen Başbakanlık binasına bekliyordu.
İnönü’nün odasına girdiğinde Erdal Bey daha merhaba bile demeden, eliyle masasının hemen yanında üzerinde telefon ahizesi olan kocaman aleti gösterdi, ‘Tosun şuna bir baksana’ dedi.
Yakınına kadar gidip bakmaya gerek yoktu; bu bir kripto cihazıydı. Başbakan Yardımcısına bazı telefon görüşmelerini kriptolu yapma imkanı veriyordu.
Biri fizikçi diğeri matematikçi iki profesörün ortadaki sorunu daha aralarında konuşmadan bir bakışta görmesi gayet normaldi. Sorun, o kripto cihazının kendisiydi.
Yerli ve milli kriptoloji başlıyor
Erdal İnönü’nün talimat vermesine gerek yoktu; Tosun Terzioğlu bugün Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü (UEKAE) adını taşıyan ama o sıralar henüz adı ‘Elektronik Araştırma Ünitesi’ olan, Türk Silahlı Kuvvetleri için MİLON-1 adlı kripto cihazları üretmiş birimin devletin geri kalanı için, sivil ihtiyaçlar için de araç ve kripto algoritması geliştirmesini sağlamak için hemen çalışmaya başlayacaktı.
11 Şubat’a kadar açık kalacak olan MİT’in ‘Temas’ adlı sergisine giderseniz göreceksiniz, eski zamanlara ait kripto defterleri ve kripto çözme cetvelleri de sergileniyor. Bunlar belki zamanı için iş görür şifrelerdi, ama çözülmesi, istenmeyen gözler tarafından okunması da son derece kolay şifrelerdi esasen. MİT’in sergilediği o defterlerdeki şifreler bugün matematik öğrencileri için basit birer sınav sorusu sadece.
Bilimin en uç bölgelerinden gelen, yurt içinde ve dışında deneyime sahip iki çok önemli bilim insanı Erdal İnönü ve Tosun Terzioğlu elbette geleceğin elektronik olduğunu biliyorlardı.
Zaten 1992 yılında bilinmeyecek bir şey de yoktu. Biz o tarihte gazetelerimizde kişisel bilgisayarlarla çalışıyorduk; o bilgisayarlar bir ağla birbirine bağlıydı. Sadece gazete merkezi olan İstanbul’da değil; Ankara, İzmir, Adana, Trabzon gibi bürolarımızla da 24 saat online olarak bağlıydık. Bu bürolarımızla telefon haberleşmemiz de internet üzerindendi.
Oysa Erdal İnönü’nün makam odasındaki kriptolu telefon analogdu, dijital değildi. Kaldı ki devlet içinde gizli haberleşmesi gereken tek kurum silahlı kuvvetler değildi; başbakanlıkta, MİT’te, Dışişleri Bakanlığı’nda da gizli haberleşme ihtiyacı vardı.
Ve bu gizliliği sağlamanın yegane yolu yerli ve milli kripto algoritmalarına ve bu algoritmaların üstünde çalışacağı yerli ve milli cihazlara sahip olmaktı. İşte Tosun Terzioğlu’nun başarmak istediği de buydu.
Amerika’dan gelen kripto cihazlarıyla devlet gizliliği sağlamak
Türkiye 1952’deki NATO üyeliğinin ardından ordusunu ve istihbarat teşkilatını bu uluslararası örgütün standartlarına eriştirmek için Amerika’ya bağımlı kalmıştı. Ankara’nın göbeğinde kocaman bir Amerikan askeri yardım kışlası vardı. Kripto cihazları da buradan geliyordu.
1974 Kıbrıs Barış harekatı ve sonrasında yaşanan Amerikan askeri ambargosu Türkiye’de çok şeyin değişmesine neden oldu. Değişenlerden biri de bu yazının konusu olan yerli milli kripto arayışlarıydı.
Testaş’ın acıklı öyküsü
Daha önce burada TESTAŞ’ın acıklı öyküsünü anlatmıştım; Türkiye Elektronik Sanayii adlı kamu şirketi 1976’da o sırada Başbakan Yardımcısı olarak 1. Milliyetçi Cephe hükümetinde görev yapan Necmettin Erbakan’ın ısrarıyla kurulmuştu. İlk genel müdürü Turgut Özal’ın başbakanlık döneminin yıldız bürokratlarından Yıldırım Aktürk’tü.
Bu şirket aslında yarı iletken üretmek için, yani Türkiye’de çip üretmek için kurulmuştu ama devletin vizyonsuzluğu yüzünden sonunda taksimetre yapan bir şirkete dönüşmüştü.
Ama işte o Testaş MİT sergisinde gördüğüm bizim Milli İstihbarat Teşkilatımızın ilk yerli ve milli kripto cihazını yapan kurum olmayı da başarmıştı. Ama arka planda yerli kripto algoritmaları girişimi vardı.
MİT ve TSK’nın bu sayede başı daha dik
Aslında bu ‘yerli ve milli’ sloganı benim hiç hoşuma gitmiyor. Siyasi olarak söylendiğinde fazlasıyla izolasyoncu, hepimizi dünyadan ve hayattan koparmayı hedefleyen bir şey. Ama bazı teknolojiler var, ki başında da savunma sanayii teknolojileri geliyor, evrensel olanı yakalamak için yerli ve milli olmaktan başka çare yok.
Türkiye bu konuda çok büyük mesafe kaydetti. Temelleri ta 70’li yıllarda atılmaya başlayan bu hamlenin sonuçlarını daha yeni yeni elle tutulur biçimde görmeye başladık.
MİT gibi, TSK gibi kurumlar bugün başları daha dik duruyor, kendilerine olan güvenleri bu seviyeye yükselmişe tam da bu sayede.
İşte AKM’deki MİT sergisinin bana düşündürdükleri bunlar oldu; Erdal Bey ve Tosun Beyi de bu vesileyle andım.
Nur içinde yatsınlar.