04-02-2024
İsmet Berkan

Vahşi kapitalizmin Amerikan Kongresindeki iki yüzlü çocukları sosyal medyadan koruma tiyatrosu

Vahşi kapitalizmin Amerikan Kongresindeki iki yüzlü çocukları sosyal medyadan koruma tiyatrosu

Yazının başlığına bakıp bir sol manifesto yazdığımı düşünmeyin.

Sürekli okuyucular biliyor, ben öyle katı siyasi görüşlere sahip biri değilim, beğenmesem de karşımdakini anlamaya çalışan, görüşlerinin arkasındaki mantığı bulmaya çalışan bir yanım var. Eğer o mantık benim ahlaki değerlerimle uyuşuyorsa ikna olmaya da açığım.

Ama bazı şeyler var, ister istemez sinirleniyorum. İşte geçen hafta da öyle bir şey oldu, bir kez daha sinirlendim.

Beni sinirlendiren geçen hafta Amerikan Kongresi’nde yapılan bir oturumdu. Kongrenin özel komisyonu karşısına dizdiği beş büyük sosyal medya şirketinin yöneticisini sorguya çekti. Çekerken son derece sert davrandılar bu insanlara, ‘Elinize çocukların kanı bulaştı’ dediler.

Bugün 10Haber’de tam da bu konuda neredeyse bütün detayları aktaran Ümit Alan’ın yazısını herkese tavsiye ederim.

Ben de kısaca neden söz ettiğimi anlatayım: Küçük çocuklar, sosyal medyaya çok meraklı ve bu yüzden her türlü tehlikeye açıklar. En basiti zorbalığa uğruyorlar, en ağırı pedofillere, tacizcilere, katillere kurban olabiliyorlar. Uyuşturucu satışından bir anda moda oluveren ve can kaybına sebep olan tuhaf ‘meydan okuma’lara kadar onlarca başka tehlike daha var sosyal medyada çocukların karşısına çıkabilen.

Konunun arka planını bilmeyince Amerikan Kongresi’nin bu sosyal medya şirketlerinden çocuklarımızı korumaları için tedbir almasını istediğini, yani ‘iyi adam’ olduklarını düşünebilirsiniz.

Hayır, öyle düşünmeyin. Kongre burada ‘iyi adam’ değil; aksine olabilecek en kötü adam pozisyonunda.

İnternetin hukuku 1996’da yaratıldı

Anlatmaya çalışayım:

1996 yılında Amerikan Kongresi Bill Clinton’un başkanlığı döneminde önemli bir yasa değişikliği yaptı; 1934 yılına ait telekomünikasyon kanunu interneti de içerecek şekilde değiştirildi, değişiklik yapılırken de zamanın neo-liberal ruhuna uygun olarak kurallar gevşetildi.

Kanunla ilgili çok kapsamlı tartışmalar var ama bugünkü konumuz kanunun eskiden de var olan bir maddesiyle ilgili.

Şöyle düşünün: İki kötü niyetli insan telefonda bir suç işlemeyi konuşuyor, mesela cinayet işlemeyi. Sonra da bunu gerçekleştiriyor. Bu durumda o suçlulara suçu planlayacakları ortamı sağladığı için telefon şirketi de sorumlu mudur?

1934 tarihli kanun ‘Hayır’ diyordu, ‘Suçtan suçu işleyen sorumludur, telefon şirketinin onların bu konuşmasının içeriğini bilmesine imkan yoktur.’

Yani, haberleşme için ortam sağlayanlar bu ortamı kullanıp işlenen suçlardan, yapılan kötülüklerden sorumlu tutulamaz. Aslında 1934 için makul bir bakış bu. Suçun planlaması mektupla da yapılabilirdi; ne yani posta şirketi mektupları açıp suç içerip içermediğine mi baksın? Elbette haberleşmenin gizliliği ilkesi daha üstündü.

Aynı kanun maddesi 1996’da henüz bir hukuku olmayan internet için de geçerli sayıldı. Dendi ki internet servis sağlayıcısı sağladığı bu hizmet kullanılarak işlenen suçtan sorumlu tutulamaz. 

Düşünün, internet servis sağlayıcınız TürkTelekom, Superonline veya cep telefonu operatörlerinden biri. Onların suçlanması tuhaf olur. O yüzden Amerika’nın uygulaması hala makul aslında.

Sosyal medya nedir? Servis sağlayıcı mıdır?

Ama şeytan ayrıntıda gizli…

Peki, diyelim her isteyenin istediğini yazmasına izin veren Twitter, Facebook; dileyenin dilediği videoyu koyduğu YouTube, Snapchat, TikTok, isteyenin canlı yayın açtığı Twitch vs sosyal medya kanalları nedir? Servis sağlayıcı mıdırlar, yoksa başlı başına birer medya mı?

İşte tam da zurnanın zırt dediği, vahşi kapitalizmin acımasızca devreye girdiği yer burası.

Dendi ki ‘Hayır, sosyal medya şirketleri de servis sağlayıcıdır, dolayısıyla suçtan bağışıktır.’

Geleneksel medyanın hukuki sorumluluğu var

Şöyle düşünün: Şu an okuduğunuz 10Haber’de biri şiddet çağrısı yapsa, cinayete özendirse, çocuk istismarını övse veya teşvik etse bu bir suç olur mu? Evet olur. Peki kim işler suçu? Kuşkusuz onu yazan işler ve sorumlu tutulur, ama ayrıca 10Haber de bu suça aracılık ettiği için sorumlu tutulur.

Sanmayın ki bu sadece Türkiye’de böyle. Hayır, Amerika’da da, diyelim The New York Times online versiyonunda benzer bir şeyi yapsa mahkemeler gözünün yaşına bakmaz, kurum olarak The New York Times’ı da sorumlu tutar.

Suçtan sorumsuz olmanın korkunç sonuçları

Fakat aynı şeyi YouTube’da veya Facebook’ta veya Twitter’da (X diyemiyorum hala) yapmaya kalksanız sadece siz suçlu olursunuz; YouTube, Facebook veya Twitter’a suçlama yöneltilemez.

Suçtan sorumsuz olmak denen bu durumun korkunç sonuçları oldu. 

Hatırlıyorum, internetin ilk yıllarında, daha www bile yokken ve en fazla ‘bulletin board’larda yazışılırken elden ele dolaşan atom bombası yapma tarifleri vardı.

Bugün de sosyal medya da çocuk pornosundan başka felaketlere kadar her şeye her gün maruz kalabiliyoruz. Hadi biz yetişkiniz, çocukların kendilerini jiletle kesmeyi öğrendiği videoların onları nasıl etkileyeceğini hiç düşündük mü?

Sosyal medyada bu kontrolsüz içeriklerin her türlüsü var.

Biz editör çalıştırıyoruz, onların yapay zekası var

Bir örnek vereyim: Bizim bankacılık kanunumuza göre bankaların ticari ününü kötüye düşürecek haberler yayınlamak, haber gerçek olsa bile, çok ciddi kısıtlamalara tabidir, bu kısıtlara uymazsanız başınıza bir sürü şey gelir, hapse girmek dahil.

Oysa aynı haberi veya bankanın ticari ününü bozacak şeyi sosyal medyada yazmanın (eğer kendinizi gizlemeyi de başarıyorsanız) hiçbir yaptırımı yoktur. Zaten olsa bile yaptırım sadece size uygulanır, bunu yayınladığınız sosyal medya mecrasına değil.

O yüzden The New York Times da, 10Haber de çok sayıda editörle çalışır. Bu editörlerin bir görevi de suç içeren şeyleri yayınlamamaktır.

Ama ne Facebook ne Twitter editör çalıştırır. Bir ara kamuoyu baskısıyla ‘content moderation’ denen şeyi yaptılar, ama sonra bu iş için insan çalıştırmak onlara pahalı geldi, bu işi de yapay zekaya devrettiler artık (Instagram’da memenizin kenarının gözüktüğü fotoğraf ‘porno’ diye işaretlenir ve yayınlanmaz ama sahte videolarla yapılan ahlaksızca reklamlar serbestçe yayınlanır. Yapay zekayı kandırmanın yolları var çünkü).

Peki bu şirketler nasıl denetlenecek?

Tam burada, vahşi kapitalizmin iki yüzlü tiyatrosuna geliyoruz…

Özellikle Amerika’da sosyal medyayı yayınladığı içeriklerden sorumlu tutan hiçbir yasa olmaması bu milyarlarca dolarlık şirketlerin hesap verirliğini son derece kısıtlıyor. Geriye kalan yegane denetim yolu şirketlerin üstünde kamuoyu baskısı kurmak.

Nitekim geçmişte bu kamuoyu baskısı nedeniyle YouTube’dan Twitter’a ve Facebook’a bütün sosyal medya şirketleri bazı kısıtlayıcı önlemler almak zorunda kaldı. Artık You Tube’a porno yükleyemezsiniz örneğin; sitenin yapay zekası anında yakalar sizi ve engeller (Ama bu engel de başka bir iş alanı yarattı: Porno yayınlayabildiğiniz ve bunlar için abonelerinizden para kazanabildiğiniz platformlar ortaya çıktı).

Aynı kamuoyu baskısı şirketlere az önce kısaca değindiğim ‘content moderation’ (içerik yönetimi) denen şeyi de yaptırdı. Ama Elon Musk, Twitter’ı satın aldıktan sonra bu uygulamayı neredeyse tamamen sona erdirdi; Facebook ise bu iş için insan çalıştırmayı pahalı buldu, moderasyonu artık makinalar yapıyor.

Güvencemiz reklamveren boykotu mu? Şaka mı?

Peki bu şirketler üzerinde başka hangi denetim var? Kısmen reklam veren denetimi var. Yani reklam vereni rahatsız ederseniz size boykot uyguluyor. İşte bu Twitter’ın başına geldi; Elon Musk Hitler’i öven bir paylaşımı re-tweet etti diye ciddi boykota uğradı. Çareyi yanına küçük oğlunu alıp giderek Auschwitz Toplama kampında diz çökmekte buldu o da.

Son sırada ise Kongre denetimi var. İşte geçen haftaki tiyatro oydu. Burada Kongre üyeleri sert sorular soruyor, sosyal medya CEO’larının hepsi de fırça yiyen mahcup çocuk ifadesi takınıyor, hatta bazıları ‘Çok özür dilerim’ falan diyor ve konu kapanıyor.

Ümit Alan yazmış, Facebook CEO’su Mark Zuckerberg’in bugüne kadar kaç kez özür dilediğini saymak bile mesele.

Oysa Kongre bu sorunu kökünden çözebilecek yegane kurum dünyada. Sosyal medya şirketlerine hiç değilse hayatın bazı alanlarında suç sorumluluğu getirse o CEO’lar bundan sonra mecburen Kongre’ye değil mahkeme salonuna gidecek.

İki yüzlü tiyatro demem bundan. Örneğin geçen haftaki oturumda en sert konuşanlardan biri Cumhuriyetçi Kongre üyesi Ted Cruz’du, CEO’lara ‘Elinizde çocukların kanı var’ diye sesleniyordu. Aynı Ted Cruz çok kızdığı sosyal medya şirketlerini yasal sorumluluk altına alacak bir kanun teklifi vermez, verilse orada hemen ‘Komünizm tehlikesi’ görür.

O yüzden bu tiyatrodan iki taraf da kazançlı çıkar: Kongre üyeleri halkı ne kadar düşündüklerini gösterirler, CEO’lar da fırça yiyip özür diler ve devran dönmeye devam eder.

Nitekim Facebook CEO’su Mark Zuckerberg Washington’da gözleri dolu dolu özür diledikten bir gün sonra şirketinin son çeyrek kârı açıklandı: 14 milyar dolar.

Ümit Alan boşuna sormuyor: Çocuğunuza 270 dolar değer biçilse ne hissedersiniz?

4 bin 600 dolara Apple Vision Pro alır mısınız?

4 bin 600 dolara Apple Vision Pro alır mısınız?

Apple’ın geliştirmek için milyar dolarlar harcadığı son ürünü Apple Vision Pro nihayet çıktı. Henüz görmediyseniz hemen şu videoyu izleyin, Vision Pro’yu görün.

Ürün bir sanal gerçeklik gözlüğü gibi, ama tam sanal gerçeklik değil de daha ziyade gözlük, hatta şeffaf TV ekranı. Bu gözlükten baktığınızda çevrenizi, mesela odanızı vs görmeye devam ediyorsunuz. Ama isterseniz bir parmak hareketiyle, isterseniz sesle komut verdiğinizde gözünüzün önüne bilgisayar ekranı açılıyor.

Sonra o ekranda isterseniz telefonla görüntülü konuşma yapıyor, isterseniz film izliyor, isterseniz telefonda yaptığınız diğer şeyleri yapıyorsunuz.

Kurgubilim filmi gibi ama değil, gerçek.

Tabii henüz bu araç için yeterince çok sayıda app yok; ama gözlük tutar ve çok satarsa emin olun on binlerce uygulama da hemen gelecektir. Gelmeye de başladı zaten.

Yalnız bir sorun var: Apple Vision Pro çok pahalı. Çıplak hali, vergi hariç 3 bin 500 dolar. Ama kaçınılmaz olarak almak zorunda kaldığınız parçalarıyla birlikte toplam fiyat, The New York Times gazetesinin hesabına göre 4 bin 600 doları buluyor.

Değer mi? Cevap veremiyorum, çünkü izlediğim videolar çok çarpıcı.

Beklemeli mi? İleride ucuzlar mı? Buna da cevap veremem, çünkü içinizdeki yeni teknolojiye bir an önce sahip olma isteğinin ne kadar güçlü olduğunu bilmiyorum.

Ama şunu biliyorum: Eğer bu alet tutarsa (tutmaması için çok sebep var) dünya aynen ilk iPhone’un yaşadığı türde dev bir değişim yaşayacak.

Beyin okuma teknolojilerinde yeni aşama

Beyin okuma teknolojilerinde yeni aşama

Geçen hafta Elon Musk’ın şirketi Neuralink insan beynine bir çip yerleştirip beyin okuma konusunda ilk insanlı deneye başladıklarını duyurdu. Bu duyuru 10Haber dahil her ciddi yayın organında haber oldu.

Tamam oldu, ama aslında beynine çip yerleştirilen ilk insan Neuralink’in deneyindeki insan değildi. Şu an bile 10’dan fazla kişinin beyninde onun beyin aktivitelerini ölçen ve oradan gelen sinyalleri bir makineye (bilgisayara) aktaran çipler var. Burada Neuralink’in farkı bu işi yapan ilk özel şirket olması. Yoksa üniversitelerde bu denemeler yapılıyor, felçli hastalar bu sayede kollarını oynatıp piyano çalıyor vs.

Aslında konuştuğumuz benim burada durup durup yazdığım Beyin Makine Arayüzü (BMA) teknolojisi. Bu teknoloji iki şey yapmaya uğraşıyor: 1. Beyni okumak; 2. Beyne bilgi yazmak.

Beyni okumak ameliyatsız, beyne doğrudan çip yerleştirmeden mümkün olacak gibi gözükmüyor. Beyin aktivitesini, yani elektriksel sinyalleri ne kadar yakından ‘okursanız’ o kadar doğru sonuç elde ediyorsunuz. Kafanın dışına takılan elektrotların ilettiği bilgide sinyaller birbirine karışıyor çünkü.

Beyni okumanın daha başlangıç aşamasındayız. Neuralink’in çipinin ucundan fleksibil plastik 64 ince tel çıkıyor. Bu sayede beyindeki 1,024 bölgenin sinyali okunabiliyor.

Tabii bir de okuduğunu anlamak meselesi var. Yani beynin hangi bölgesindeki hangi elektriksel aktivite ne anlama geliyor, bunu çözmek lazım.

Kısacası beyni okuma konusunda henüz emekleme dönemindeyiz.

Bir de beyne doğrudan bilgi yazma işi var. Orada ise çok daha gerideyiz. Beyni okumayı öğrenmeden oraya yazmamız mümkün değil. Neuralink şu anda üniversitelerin bile önünde gözüküyor, belki insanlık onlar sayesinde bu teknolojinin imkan dahilinde olup olmadığını da anlayacak.

Evinizde karanlıkta parlayan çiçek

Evinizde karanlıkta parlayan çiçek

Amerika’da Light Bio adlı bir şirket genetik müdahaleyle geceleri karanlıkta fosforlu gibi parlayan yaprakları olan bir çiçek üretmeyi başarmış. Bu çiçek için satış iznini de almış, satmaya başlamış.

Gen dizilimine müdahaleyi çok kolay ve ucuz hale getiren CRISPR teknolojisinin ortaya çıkardığı bazı ürünler oldu ama bunlar genellikle sağlıkla ilgiliydi. Şimdi galiba ilk kez sadece keyif amacıyla bir ürün yaratılmış oldu. Çiçek sadece 29 dolara satılıyor üstelik.

Eskiden izlediğim bir belgeselden hatırlıyorum, bir adam Amerika’da geceleri böyle parıldayan köpek yapmaya çalışıyordu. Köpek olmadı daha ama çiçek geldi bile.