18-02-2024
İsmet Berkan

Akın var Ay’a akın, Ay’ı zaptedeceğiz, Ay’ın zaptı yakın!

Akın var Ay’a akın, Ay’ı zaptedeceğiz, Ay’ın zaptı yakın!

Amerika’nın Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA 2018’de dünyamızın uydusu Ay’ı ‘stratejik hedef’ olarak ilan ettiğinde ortada bazı çok bilgili ve eğitimli insanların hayallerinden başka bir şey yoktu aslında.

NASA bu stratejik hedefine gösterişli bir Yunan tanrıçasının adını da koymuştu: Artemis. 

Minik bir not: Aslında vahşi doğanın, hayvanların, avcılığın ve doğurganlığın tanrıçası olan Artemis, Zeus’un kızı ve Apollon’un da ikiz kardeşi. NASA’nın 60’lardaki Ay programının adı Apollo idi, işte şimdi de onun ikizi Artemis geliyor.

Artemis’in iki iddialı hedefi var: 1. Ay üzerine kalıcı bir üs kurmak, bu üssü zaman içinde Mars yolculukları için roket rampasına çevirmek; 2. Ay’ın etrafında ‘Gateway’ (Geçit) adlı bir kalıcı istasyon kurmak; Ay’a gidiş gelişleri de bu aktarma istasyonu üzerinden yapmak.

Dedim ya program ilan edildiğinde neredeyse hiçbir şey yoktu; bugün 6 yıl sonra elde çok şey var. Yarın daha da çok şey olacak. En basiti, Amerika uzun bir aradan sonra uzaya insan taşıyabilecek uzay aracı yaptı. Bunu bir özel şirkete, SpaceX’e yaptırdı. O araca en son bir Türk astronot bile bindi. Daha önce yazdım, bu araç da tek değil. İki Türk girişimcinin şirketi Sierra Space de bir uzay aracı yaptı, bu yıl onun da denendiğini göreceğiz.

2018’de olmayan bu kapasitenin sadece altı yılda ortaya çıkması ortada inanılmaz bir ekonomi olduğunu gösteriyor. Kaldı ki ortaya çıkan sadece insan taşıma kapasitesi değil. Bakın şu anda uzayda bir araç Ay’a iniş yapmak için yol alıyor. Başarılı olursa dört gün sonra, 22 Şubatta inecek. Bu araç da bir özel sektör şirketi tarafından yapıldı. Bir ay önce bir başka özel şirketin Ay’a inecek aracı ise başarısız olmuştu.

Ay’a inmeyi hayal eden ve bunun için araç geliştiren şirketlerin varlığı Amerika açısından büyük bir güç ve başarı. Uzayı ve Ay’ı bilimden çok kâr peşinde koşması beklenen özel sermayeye açmak ve buradan kâr beklentisi yaratmak Artemis programının en ilginç tarafı.

Tabii şimdilik şirketler bu kârı NASA ihaleleriyle elde ediyorlar. İşte şu an uzayda yol alan Nova-C adlı araç NASA’dan 118 milyon dolarlık bir ihale alındığı için yapıldı. Ama aracın üstünde aynen yarış arabalarındaki gibi sponsor şirketlerin reklamları bile yazılı. Kim markası Ay’a insin istemez ki? Spor giyim markası Columbia bastırmış parayı, Nova-C’nin üstüne adını yazmış.

Ama tabii bu düzen ilanihaye NASA ihaleleriyle gitmez. Bir noktada şirketler başka kâr kapıları da arayacak. Bu kapılar içinde ilk akla gelen de tabii uzay madenciliği.

Bugün Amerika’da 100’den fazla start-up şirket var, uzay madenciliği alanında çalışmak için kurulmuş. Bu şirketlerin yatırımcıları var, hepsi de herhalde yatırdıkları parayı fazlasıyla geri alma peşinde.

NASA’nın ve Amerikan kapitalizminin bu Ay sevdası doğal olarak bir rekabeti de hızlandırdı. Hindistan ve Çin, Amerika’nın ardından Ay’a araç indiren ülkeler oldular. Çin zaten artık dünya çevresindeki uzay istasyonuyla uzay konusunda çok iddialı; şimdi Ay’da kalıcı üs kurma planını onlar da açıkladı. Üstelik bu işi Amerika gibi yapacaklar; yani o üs için gereken insanları ve malzemeyi de önce Ay çevresindeki bir istasyona yollacak, sonra o istasyonla Ay arasında mekik dokuyacaklar.

Amerika’nın planları sürekli erteleniyor, en son Ay’a yeniden insan göndermek için 2026 yılı açıklandı (İlk hedef 2023’te inmekti). Bu tarih de ertelenir mi bilmiyoruz ama Çin’in de benzer hedefi var.

Tabii, Ay’a insan ve malzeme yollamak, ileride orada belki onlarca, belki yüzlerce insanın yaşayacağı bir kalıcı üs inşa etmek ciddi bir lojistik sorun. Bu üssün inşası için devasa 3D yazıcılardan faydalanmayı düşünüyor ABD de Çin de ama o yazıcıları götürmek bile mesele.

Amerika bunun için Elon Musk’ın şirketi SpaceX’in henüz denemeleri yapılan Super Heavy adlı roketine ve onun devasa taşıma kapasitesine güveniyor. Çin’in ise henüz bilinen bir dev roketi yok. Dolayısıyla bu yarışta Çin’in ABD’yi yakalaması da kolay değil ama eninde sonunda yakalacak; yeter ki Ay sadece bir halkla ilişkiler operasyonu değil gerçekten ekonomik avantaj yaratabilir bir yer olsun.

Bunun yolu da Ay’da maden çıkarmaktan geçiyor. Maden deyince de Erzincan İliç’teki gibi maden anlamayın. Ay’da en kolay hayata geçebilir ve dünyaya da en kolay taşınacak malzemeyi, helyumu üretmek.

Helyum fazlasıyla uçucu bir gaz ve sıvılaştırılmış hali dünyada çok az bulunan, son derece pahalı bir malzeme, hatta galiba en pahalı şey. Sıvı helyum yüzbinlerce cihazda süper iletkenliği sağlaması için soğutma amacıyla kullanılıyor. Başta hastanelerdeki MR cihazlarında.

Biliyorsunuz bu rekabette Türkiye de var. En azından olmak istiyor. Plana göre geçen yıl biz de Ay’a ‘sert iniş yapacak’ yani mermi gibi Ay’a düşecek bir cihaz gönderecek, sonra da Ay yüzeyine yumuşak iniş yapacak bir aracı geliştirecektik. Aslında keşke Türkiye Uzay Ajansı da NASA’nın yöntemini uygulasa ve bu alanı özel sektöre de açsa, Türkiye’de yeni yeni teknolojilerin şirketler tarafından yaratılması için alan yaratsa.

Tam tarihini söylemek kolay değil ama en azından bundan 10 yıl sonra Ay yüzeyinde sürekli yaşayan bir grup insan olacak. Aynen Antarktika’daki gibi sınırlı sayıda araştırmacı ve işçiden oluşacak bu topluluk büyük olasılıkla gayet uluslararası bir grup olacak.

O günlere hazır mısınız? Çocuğunuz ‘Ben artık Ay’a taşınıyorum’ dese ne düşünürsünüz?

Uzay 1999’u hatırlayan nesilden misiniz?

Uzay 1999’u hatırlayan nesilden misiniz?

Ay’da kalıcı bir üs kurma fikri popüler kültürün zaman zaman ele aldığı fantezilerden biri. Benim bildiğim bu konudaki ilk TV dizisi 70’li yıllarda TRT’de de oynayan Uzay 1999’du.

Ay’da bir kalıcı üs vardır: Ay üssü Alfa. Ay aynı zamanda dünyanın nükleer çöplüğüdür. Bir gün bu çöplük bizim İstanbul’daki Ümraniye çöplüğünün patladığı gibi patlar ve Ay dünya yörüngesinden çıkıp bir nevi uzay aracına dönüşür.

İngilizler tarafından yapılmış olan bu diziyi iple çeker gibi bekler ve izlerdim o yıllarda.

Sonra başka pek çok dizi yapıldı Ay’daki kalıcı üslerle ilgili. Hatta en son Netflix’te Kore yapımı bir dizi bile izledim.

Ay, tabii neredeyse her gün gördüğümüz, burnumuzun dibindeki bir yer. Şimdi burasıyla ilgili fantezilerimizin gerçek olma yoluna girdiği yıllardayız.

Aranan GDO’lu muz bulundu, üretimi de başlıyor

Aranan GDO’lu muz bulundu, üretimi de başlıyor

Daha önce burada sofralarımızda yediğimiz yenebilir muz bitkisinin gerçekte tek bir tür olduğunu ve dünya üzerinde muz üretiminde kullanılan bütün ağaçların da 19. yüzyılda Britanya’da Lord Cavendish’e hediye edilmiş bir muz ağacından klonlandığını yazdım.

Bu ağacın türü tehlikede, çünkü bir mantar bu ağacın köküne musallat oldu. O yüzden de epeydir, o mantara karşı dayanıklı yeni bir muz türü yaratılmaya çalışılıyor.

İşte beklenen haber Avustralya’dan geldi. Bu ülkede genetiği değiştirilmiş ve bu mantara karşı dayanıklı olması sağlanmış yeni bir muz türü geliştirildi. Avustralya’nın gıda ve tarım otoritesi de bazı testlerin ardından bu GDO’lu muzun üretilmesine izin verdi. Muz üretimi bu ay başladı.

Bakalım GDO’lu muzu beğenecek misiniz? Korkularınızı aşıp onu yiyecek misiniz?

San Francisco’da orta okullara cebir dersi geri geliyormuş

San Francisco’da orta okullara cebir dersi geri geliyormuş

Biz Türkiye’de eğitim sistemimizden çok şikayetçiyiz. Sistemin yeterli kalitede eğitim vermediğini ben de her fırsatta bu köşede yazıyorum.

Bilmiyorum moralinizi düzeltir mi ama Amerika’daki yaygın eğitimin çoğu zaman bizdekinden bile berbat olduğunu söylemeliyim.

ABD’nin en zengin, dolayısıyla eğitime de en fazla kaynak ayırabilecek şehirlerinden biri San Francisco, ama bu şehirde epey bir süreden beri ortaokullarda cebir dersi yok.

Oysa öğrencilerin o yaşlarda cebirsel ifadelerle tanışması gelecekte daha ileri matematik dersleri alabilmesi için elzem bir şey.

Daha yeni San Francisco’nun eğitim komitesi bu cebir derslerinin ortaokul son sınıf, yani 8. sınıf öğrencileri için yeniden konmasına karar verdi ama ders zorunlu değil, seçmeli olacak.

Böyle şeyler bir tek bana mı tuhaf geliyor bilmiyorum ama San Francisco’nun eğitim sorumluları, ‘Yeteri kadar öğretmen bulmakta zorlanıyoruz’ da diyormuş.