25-02-2024
İsmet Berkan

Siz de 80 milyar transistörü şu minicik şeyin içine sığdırın, sizin de 2 trilyon dolarlık şirketiniz olsun!

Siz de 80 milyar transistörü şu minicik şeyin içine sığdırın, sizin de 2 trilyon dolarlık şirketiniz olsun!

Ben 1964 yılında doğdum. Çocukluğumda evde konuşulan en büyük teknolojik yenilik transistördü. Eve ilk transistörlü radyonun gelişini hatırlıyorum.

İlk televizyonumuz transistörlü değil lambalıydı. Açılması için düğmeyi çevirdikten sonra beklemeye başlardık. Çünkü lambaların ısınması gerekirdi.

Nedir transistör? Aslında çok basitçe bir elektrik düğmesidir. Devreyi ya açar, yani elektrik akımının geçmesine izin verir veya kapatır, yani izin vermez.

İlk çalışan transistörü 1947 yılında John Bardeen,, Walter Brattain ve William Shockley adlı üç fizikçi çalıştıkları ünlü Bell Labs‘de yaptılar. Bu buluşları için 1956 yılında Nobel Fizik Ödülü’ne layık görüldüler.

Ama bugün bildiğimiz, kullandığımız transistörü, yani MOSFET’i 1959 yılında, yine Bell Labs’de Muhammed Atalla and Dawon Kahng geliştirdiler. Bu köşenin sürekli okurları, Muhammed Attala’yı anlattığım yazımı hatırlayabilir.

Attala’nın geliştirdiği teknoloji, bugün dünyamızın en büyük endüstrisi olan yarı iletken endüstrisinin var olmasını sağladı. Yani bilgisayarlarımızdan cep telefonlarımıza kadar modern hayatın olmazsa olmazlarını bu Mısırlı mucide borçluyuz.

Moore yasası

Bugün dünyanın 7. büyük teknoloji şirketi olan Intel, çoğumuzun bilgisayarlarındaki yarı iletkenleri, yani mikro çipleri üreten şirket. Intel’in iki kurucusundan biri olan George Moore, 1965 yılında, daha sonra hep ‘Moore Yasası’ diye bilinecek olan ünlü öngörüsünü paylaştı. Ona göre mikro işlemcilerin içinde barındırdığı transistör sayısı her yıl ikiye katlanacaktı.

Haksız da değildi. Örneğin 1971 yılında Intel’in 4004 adlı işlemcisi 2 bin transistöre sahipti; ertesi yıl çıkan 8008’de ise 5 bine yakın transistör vardı.

Mikro işlemcinin içindeki transistörlerin sayısının artması, bilgisayarlarınızın daha hızlı olması anlamına geliyor.

Neden ve nasıl daha hızlı?

Bu sorunun cevabı, kullandığımız bütün bilgisayarların matematiksel anlamda mimarisini oluşturan ve ilk olarak Macar asıllı dev matematikçi John von Neumann tarafından yazılan mantık teorisinde gizli.

Bilgisayar nihayetinde size cevabını 0 veya 1 diye veren bir makine. Ve o makine, kaçınılmaz biçimde her bir verili anda size sadece 1 tane cevap verebilir. Aynı anda birden fazla cevap istiyorsanız birden fazla transistöre ihtiyacınız var.

İşinde bilgisayar kullanan hemen hemen herkesin, bilgisayarının işlem yapmaya yetişemeyip kilitlenmesiyle ilgili en az bir hatırası vardır. Bu kilitlenmenin sebebi hep bilgisayar mimarisinin kaçınılmaz mekanizmasıdır.

Ama tabii Moore Yasası’nı okudunuz, mühendisler her seferinde o minicik mikroçipin içine daha fazla ve daha fazla transistör sığdırmayı başardı. Bu sayede bilgisayarlarımız, cep telefonlarımız artık çok hızlı. Bu yazıyı okuduğunuz akıllı telefonunuzun içinde artık 10 milyardan daha fazla transistör var.

Nvidia’nın sırrı

Günlerdir Türkiye dahil bütün dünyada gözler bir tane şirketin üzerinde: Nvidia.

1993’te kurulan bu mikro işlemci tasarım şirketi, daha kurulduğu günden beri bilgisayar meraklılarının dikkatle izlediği bir şirketti.

Sebebi de belli: Bilgisayarların grafikleri, yani fotoğraflardan videolara kadar her türlü görselliği daha güzel ve daha kaliteli göstermesine yardımcı olan çok özel mikroişlemciler yapıyordu bu şirket.

Bu şirketin ürettiği mikro işlemciler sayesinde bugün sinema endüstrisi ‘CGI’ adı verilen özel efektlerle film üretiyor; bilgisayar oyunları sektörünün animasyonları neredeyse film kalitesine erişmiş durumda; televizyonunuzun veya bilgisayarınızın düğmesine bastığınız anda Netflix’ten veya başka streaming platformlarından filmleri izlemeye başlıyorsunuz; artık tamamen streaming platformlarına yaslanan koca bir müzik endüstrisi Nvidia’nın mikro işlemcileri olmasa bunu başaramazdı.

Evinizdeki televizyon ekranında artık giderek daha yüksek, daha yüksek çözünürlüklü görüntüler izlemek istiyorsunuz. Bu sağlamanın bir tane yolu var: Ekranınızdaki görüntülerin yenilenme hızının artması. O artışı da ancak Nvidia veya ona benzer işler yapan şirketlerin mikro işlemcileriyle sağlayabilirsiniz.

1,5 ayda yüzde 59 değer artışı

Dün de yazdım, Nvidia’nın piyasa değerinde bugünlerde büyük bir patlama var. Sadece yıl başından bu yana şirket hisseleri yüzde 59 değer kazandı. Son bir yılda artış yüzde 100’ün çok üzerinde.

Bunun sebebi, birkaç yıl önceye kadar Intel ve AMD gibi dev mikro çip şirketlerine göre daha ‘niş’ bir alanda çalıştığı düşünülen şirketin satışlarının patlaması.

Peki niye patladı satışlar? Sorunun cevabı, bu şirketin mikro çiplerinin olağanüstü işlem hızında gizli.

80 milyar transistör

Bu sayfanın en tepesinde Nvidia’nın, şirketi 2 trilyon piyasa değerine yükselten mikroçipi H100’ün fotoğrafı var. Bu minicik şeyin fiyatı 25 bin dolar. Aynı fiyata güzel bir otomobil de alabilirsiniz Amerika’da da, Avrupa’da da. (Türkiye’de zorlanırsınız.) Bu minicik şeyi bir otomobilden (ve başka pek çok şeyden) pahalı yapan özellik, o minicik şeyin içinde tam 80 milyar tane transistör olması. Yanlış okumadınız, 80 milyar.

Peki kime lazım bu kadar yüksek işlem gücü?

Boşuna uzaklara bakmayın, size lazım, bana lazım.

İtiraf edelim, internette erişmek istediğiniz bir web sayfasının yüklenmesi zaman aldığında, Google’a sorduğunuz bir sorunun cevabının gelmesi sadece 1 saniyeyi bulduğunda, ChatGPT sorunuza anında cevap vermediğinde sinirleniyorsunuz.

Hep deniyor ya, ‘Yapay zeka endüstrisindeki patlama Nvidia’nın daha önce çok daha dar bir alan için (grafik) ürettiği mikro işlemcilere olan talebi patlattı’ diye, bu gerçeğin tam ifadesi değil.

Evet yapay zekanın ihtiyaç duyduğu yüksek işlem gücünü temin ettiği için Nvidia’ya büyük bir talep var ama bu talep sadece oradan gelmiyor.

Evde bir Netflix deneyi yapın

Bir örnek vereyim: Diyelim Netflix’te herhangi bir film izliyorsunuz. Filmin ortasında bir yerde durun ve filmin dublaj dilini değiştirin. Bakın bakalım kaç saniyede örneğin İngilizce konuşan film ansızın tam da olduğu yerden senkron biçimde Almanca konuşmaya başlayacak. Aynı şeyi altyazılarda yapın. Türkçe altyazı yerine mesela Hintçe altyazı isteyin, bakın kaç saniyede değişecek altyazı. Üstelik senkronu da bozulmayacak.

Bu mükemmel kullanıcı deneyimini size sağlayan şey de Nvidia’nın H100 çipleri. Çünkü bu mikro işlemcilere en büyük talep gösteren yerlerin başında ‘data merkezi’ adı verilen yerler geliyor. Yani bizim halk arasında ‘bulut’ dediğimiz belirsiz yerler.

Artık internette hayatın tamamı ‘bulut’ta. Örneğin 10Haber’i siz telefonunuzda, bilgisayarınızda veya tabletinizde okuyorsunuz ama okuduğunuz ve gördüğünüz her şey fiziken yurt içinde ve dışında bir yerlerde duran ‘bulut’lardan geliyor. Hatta şöyle söyleyim: Yazıları başka bir data merkezinden, fotoğrafları ve videoları başka bir data merkezinden, sayfalardaki reklamları ise üçüncü bir data merkezinden geliyor ve telefonunuzda aynı anda birleşiyor.

Dünyaya bu hızı sağlayan şirket

Kendinizi Google’ın yerine koyun. Dünya üzerindeki 9 milyara yakın insan her gün 5,5 milyardan fazla soru soruyor Google’a. Ve sorulara her seferinde 1 saniyeden kısa sürede cevap veriyor Google.

Kendinizi Facebook’un da sahibi olan Meta’nın yerine koyun. Facebook, Instagram ve WhatsApp’ta her gün toplamda 10 milyarın üzerinde mesajı taşıyor bu sistem; mesajların çoğu da fotoğraf veya video içeriyor. WhatsApp mesajınız biraz geç gelse sinirleniyorsunuz.

Bu muazzam altyapılar, kullanıcı memnuniyetini tartışılmaz hale getiren bütün bu sistem hız üzerine kurulu. O hızı da şimdilik Nvidia sağlıyor dünyaya.

Intel gibi, AMD gibi, Qualcom gibi dev mikro işlemci tasarımcısı ve üreticisi şirketler, kişisel bilgisayarların, akıllı telefonların büyümesini öngördü, kendilerini bu cihazlara göre konumladı. Nitekim salgın sırasında bir minik mikro işlemci arzı sorunu çıktı diye yaşadıklarımızı hatırlıyorsunuz, otomobil fabrikaları üretimi durdurdu, cep telefonu bulunmaz oldu vs vs.

Nvidia ise bulut teknolojisindeki genişlemeyi ve talepteki artışı önceden görüp buraya yoğunlaştı, pahalı ama yüksek kapasiteli çiplere yöneldi ve şimdi bu pazarın (ve yapay zeka pazarının) yüzde 80’inin hakimi oldu.

Teknoloji durduğu yerde durmuyor. Nvidia’nın bir önceki mikro işlemcisi 54 milyar transistör içeriyordu; şimdi 80 milyar. Yarın 120 milyar transistörlü işlemciler de göreceğiz, 240 milyar transistörlü de.

O yüzden bu yazının başlığına geri döneceğim: Siz de 80 milyar transistörü şu minicik şeyin içine sığdırın, sizin de 2 trilyon dolarlık şirketiniz olsun!

Ay’a indi ama inişte ayağı takıldı, yana devrildi

Ay’a indi ama inişte ayağı takıldı, yana devrildi

Geçen hafta bir tarihi olaya tanıklık ettik hep birlikte, ilk kez bir özel şirket Ay yüzeyine araç indirdi.

İndirdi ama aradan onca gün geçti, Ay aracı Odysseus’tan fotoğraf gelmedi. Nihayet nedeni anlaşıldı:

Meğer Odysseus’un inişi o kadar da başarılı olmamış, araç tam Ay’a ayak bastığı sırada kaymış ve yana devrilmiş. Bu da araçla olan iletişimi kısıtlamış.

Ama tam bir başarısızlık da söz konusu değil; çünkü Odysseus çalışıyor ve dünyayla iletişim halinde.

Tabii biri Ay’a gidip onu düzeltmedikçe aracın istendiği gibi tam dik durması artık söz konusu değil, ama yine de aracı gönderen Intuitive Machines ümitli; çünkü aracın kendisinden beklenen görevleri yerine getirebileceğini düşünüyorlar.

Araçtan gelen son fotoğraf Odysseus’u Ay yüzeyinden birkaç yüz metre yüksekte gösteriyordu. O fotoğrafı da yukarıya koydum.

Mikro kütleçekimi ölçümünde büyük başarı

Mikro kütleçekimi ölçümünde büyük başarı

Albert Einstein’ın genel görelilik teorisi evrendeki çok büyük şeyler hakkındaki temel teori belki ve merkezinde de kütle çekimi kavramı yer alıyor.

Einstein kütle çekiminin diyelim manyetizma gibi bir ‘güç’ olmadığını, uzayda kütlelerin uzay zamanı bükmesinden kaynaklanan bir ‘sonuç’ olduğunu söylüyor.

Buna karşılık kurulmasında yine Einstein’in çok büyük rolü olan kuantum mekaniği minicik şeylerle, bir atomun içinde olup bitenlerle ilgili.

Ve bu iki teori son 100 yılda girdikleri her imtihandan başarıyla çıkıp on binlerce, hatta milyonlarca kez yeniden ve yeniden doğrulanmış olmalarına rağmen birbiriyle çelişiyor.

Yani iki teorinin bir arada var olması imkansız. O yüzden fizikçiler son 100 yıldır bu iki teoriyi bağdaştıracak bir büyük teoriyi bulma peşinde.

Bu yolda önerilenlerden biri de kuantum kütle çekimi teorisi adını taşıyor.

Yalnız bir zorluk var: Kuantum seviyesindeki parçacıkların, mesela kütlesi de olan elektronun ne kadar kütle çekimi yarattığını ölçmek imkansız gibi bir şey.

Ama bilimin elinden hiçbir şey kurtulmuyor. Son yapılan bir deneyde genişliği bir milimetreden bile az olan bir şeyin yarattığı kütle çekimi ölçüldü.

Tabii bu, bir milimetreden küçük de olsa kuantum seviyesinde hala çok büyük bir obje. Ama çok önemli bir adım atıldı.

Neuralink neyi başardı? Çok mu önemli?

Neuralink neyi başardı? Çok mu önemli?

Bu köşenin sürekli okuyucuları durup durup Beyin Makine Arayüzü (BMA-Veya İngilizce kısaltmasıyla BCI) teknolojisi hakkında yazdığımı hatırlayacaktır. Bu teknoloji aynı anda iki şeyi hedefliyor: 1. Beyni okumak; 2. Beyne bilgi yazmak.

Beyne bilgi yazmak şimdilik uzak bir hayal belki ama beyni okuma konusunda bazı önemli deneysel gelişmeler var. Bu gelişmelerden sonuncusu Elon Musk’ın şirketi Neuralink’in duyurduğu.

Neuralink, biliyorsunuz bir insanın beynine ucundan 1400 elektrot çıkan bir mikro işlemci yerleştirdi. Bu felçli insanın beynindeki çipin çalışmaya başladığı, hastanın düşünce gücüyle bir bilgisayar mouse’unu (fare) hareket ettirebildiği açıklandı.

Bu 10Haber dahil dünya medyasında yeni bir gelişme gibi duyuruldu ama aslında değil. Geçmişte bunu, hatta çok daha fazlasını başaranlar oldu. Ancak NeuraLink’in hastası beynindeki cipi yeni yeni kullanmaya başladı, bundan sonra başka önemli gelişmeler olabilir.

Hastanın sağlık durumuyla ve yapılan deneyin ilerlemesiyle ilgili çok az bilgi paylaşılması bir sorun tabii. Şirket şimdilik bilgiyi kendine saklıyor, ama nasıl olsa eninde sonunda her şeyi açıklayacaklar.