Sularla dolu bir dünyada yaşıyoruz, peki ama bunca su nereden geldi?
Dünyamızı üstünde bizim gibi çok hücreli ve “akıllı” canlıları barındıran bir gezegen yapan özelliklerin başında su geliyor. Baktığınızda vücudumuzun yarıdan fazlası su. Gezegenimizin yüzeyinin yüzde 70’ten fazlası sularla kaplı. Bu suların yüzde 97’sini ise denizler ve okyanuslar oluşturuyor. Denizler ve okyanuslar dünyamızdaki hayatın yarıdan fazlasını bünyesinde barındırıyor.
Dünya üstünde dolaştığınızda su olmayan bir yer bulmaya imkan yok. Geçenlerde Scientific American dergisinde gök bilimci Caleb Scharf’ın yazısında okudum, dünyanın en “kuru” yeri diye bilinen Güney Amerika’daki Atacama Plato’suna bile gitseniz, buraya da yılda birkaç milimetre olsun yağmur yağdığını görüyor, buradaki atmosferin “kuru” sezonda da su molekülleri içerdiğini biliyorsunuz.
Yani dünyada gerçek manada kuru, susuz bir yer bulmak imkansız gibi bir şey.
Peki dünyamızdaki bunca su nereden geliyor? İşte bir türlü çözülemeyen bilmece bu. Ama belki de birazını çözdük artık bilmecenin.
O çözüme gelmezden önce hayatımızın olmazsa olmaz parçası olan suyla ilgili başka bilgiler de aktarmalıyım.
Az önce uzandınız, bardaktan su içtiniz. O içtiğiniz suyu oluşturan moleküller dünya ortaya çıktığından beri vardı.
Daha ilginci, su, dünyamızda en fazla ve en kolay geri dönüşümü yapılan materyal. O suyu içtiniz, birkaç saat sonra vücudunuz o suyu şu veya bu yolla dışarı atacak. Dışarı atılan su molekülleri ya hemen buharlaşacak ve gökyüzündeki bulutlara eklenecek ya da şu veya bu yolla (mesela kanalizasyonla) denize ulaşacak.
Dünyamızda her yıl buharlaşıp denizlerden, okyanuslardan, minik su birikintilerinden veya göllerden atmosfere yükselen ve bulutları oluşturan 510 trilyon metreküp su var.
Bu su, biliyorsunuz sonra yağmur olup yağıyor, yağmur kara parçalarına düştüğünde akarsulara veya yeraltı sularına karışıyor, bu su moleküllerinin bazıları da bakkaldan satın aldığımız şişe suyuna veya musluğumuzdan akan şehir şebekesi suyuna giriyor.
Afaki bir hesap var: Bugün içtiğiniz su kabaca 90 yıl sonra yeniden karşınıza çıkabilir. Benim çocuklarıma sık sık söylediğim ve bir ara onları neredeyse su içemez hale getirdiğim şey ise şu: Bugün içtiğiniz su bundan 150 milyon yıl önce bir dinozorun çişinden geliyor olabilir.
Su dediğimiz şey iki hidrojen atomuyla bir oksijen atomunun birleşmesiyle oluşan basit bir molekül. Bu molekül, içindeki atomlar son derece sıradan ve çok bulunan şeyler olsa da, ancak çok özel şartlarda oluşuyor. O yüzden dünyamızda yeni su üretilmiyor; elde var olan ve fazla fazla yeten suyla idare ediyoruz işte.
Peki ama o zaman o elde olan, üstelik hayli bol olan su nereden geldi?
Bugüne kadarki teori dünyadaki suların daha çok dünyaya çarpan kuyruklu yıldızlar aracılığıyla geldiğiydi. Evet, kuyruklu yıldızlar içinde su (daha çok H2O2, yani “döteryum”) barındırıyor ama dünyadaki su miktarını bunlardan gelebilecek suyla açıklamak pek kolay değil.
Şimdi Science dergisinde çıkan bir makaleye göre dünyamızdaki sular için daha basit bir açıklamamız olabilir. Dünyamızdaki sular sadece kuyruklu yıldızlar değil, dünyamıza çarpan göktaşları aracılığıyla da oluşmuş olabilir.
Bu amaçla hem göktaşlarını hem de dünyamızın yüzeyini incelemiş bilimciler ve bu incelemelerde ciddi miktarda hidrojen stokları bulmuşlar. Bu rakamlarla biraz matematik yaptıklarında da dünyamızdaki suyun bu yolla oluşmuş olabileceği kanısına varmışlar.
Masada duran bardağı kaldırıp suyunuzu içerken aklınızda bulunsun; o su çok uzaklardan geldi.