05-05-2024
İsmet Berkan

Kilo vermenin atomaltı fizik sırları

Kilo vermenin atomaltı fizik sırları

Çok uzun zamandır Kindle’ımda bekliyordu; nihayet bu hafta okumaya başladım, şimdi de elimden bırakamıyorum. Nobel ödüllü fizikçi Frank Wilczek’in ‘Fundamentals-Ten Keys to Reality’ (Temeller: Gerçekliğin 10 Anahtarı) adlı kitabından söz ediyorum.

Wilczek bol ödüllü bir teorik fizikçi ve çok da renkli bir kişilik. Bilimi popüler dile indirgemekte, zor konuları son derece anlaşılır anlatmakta üstüne yok. Uzun süre The Wall Street Journal gazetesinde bilim köşesi yazdı; çok sayıda da kitabı var. Bazı kitapları Türkçe’ye de çevrilmiş durumda. Umarım ‘Gerçekliğin 10 Anahtarı’ da Türkçeye çevrilir ve yayınlanır.

Ben bugün Wilczek’in okumakta olduğum kitabından söz etmeyeceğim, onun yerine geçen yıl The Wall Street Journal gazetesinde çıkan bir yazısını size aynen çevirmeye çalışacağım.

Malum yaz ayları gelmek üzere ve pek çoğumuz mayo veya bikini giyme telaşında, kilo vermeye uğraşıyor. Ve bu evrendeki hemen hemen her şey gibi kilo vermek de son kertede fizik bilimiyle ilgili bir konu.

Nobel ödüllü bir fizikçinin son derece zor iki konuyu, atomaltı fiziği ve kilo verme meselesini nasıl bir araya getirebildiğini görün istedim.

Bana soracak olursanız dünyamız böyle insanlarla ve onların böyle yazılarıyla güzelleşiyor.

Wilczek’in 26 Ocak 2023’te The Wall Street Journal gazetesinde çıkan yazısı şöyleydi:

***

Yeni yılla birlikte pek çok kişi kendi kendine ‘Bu yıl kilo vereceğim’ diye sözler verdi. Onlar çoğunlukla kendi kendilerine ‘Nereden geldi bu kilolar’ diye soruyor. İşte cevabı:

Albert Einstein’ın E=mc2 denklemi fizikteki en meşhur denklemdir. Enerjinin (E) kütlenin (m) ışık hızının (c) karesiyle çarpımına eşit olduğunu söyler. Yani kütle enerjiye dönüştürülebilir. Bu konsept güneşin içinde ve diğer yıldızların yanı sıra nükleer reaktörlerde ve nükleer silahlarda gerçeğe dönüşür; bazı atom çekirdekleri daha düşük kütleli diğer atom çekirdeklerine dönüşürken aradaki fark da enerji olarak serbest kalır.

Biz E=mc2 denklemini tam tersten de yazabiliriz, yani m=E/c2 olarak. Bu da kütlenin de enerjiden kaynaklandığını söyler ki çoğu zaten öyledir!

Bu denklemin ortaya koyduğu şey modern fiziğin büyük zaferlerinden biridir.

Gelin daha yakından bakalım. Atomun bütün kütlesi ve genel olarak sıradan maddelerin kütlesi atomun çekirdeğindeki proton ve nötronlardan kaynaklanır. Proton ve nötronlar ise quark ve gluon adı verilen parçacıklardan meydana gelir. Ama proton ve nötronu ortaya çıkaran quark ve gluonların kendi kütleleri yok denecek kadar azdır. Gluonlar sıfır kütlelidir. ‘Yukarı’ ve ‘Aşağı’ diye adlandırılan quarklar ise protonun bütün kütlesinin sadece yüzde 1’ini oluşturur. Peki öyleyse kalan kütle nereden geliyor?

Protonun içinde onu meydana getiren quark ve gluonlar çok büyük bir hızla döner. Bütün bu hareketin anlamı protonun bir kinetik enerji toplamı olmasıdır. Ve işte m=E/c2 denklemini kullanarak protonun kütlesinin tam olarak bu hareket enerjisine eşit olduğunu buluruz.

Peki bu olağanüstü sonuçtan nasıl emin olabiliyoruz? Quarklar ve gluonlar proton ve nötronların yanı sıra başka örüntülerin etrafında da dönerler. Mezonlar ve baryonlar diye adlandırılan bu örüntülerin çoğu istikrarsızdır ama yine de bazıları yeterince uzun süre deneysel olarak gözlenebilir ve ağırlıkları ölçülebilir. Tabii burada ‘ağırlıklarını ölçmek’ten kasıt onları alıp tartının üstüne koymak değil, mezon ve baryonları kütle ve hareketleri bozunurken izlemek ve görelilik teorisinin formüllerini kullanarak hesap yapmak.

Fiziğin teoriler dünyasında bir de quark ve gluonların birbiriyle nasıl ilişkiye girdiğini açıklayan ve bugüne kadar pek çok gözlemsel testten başarıyla geçmiş bir teorimiz var: Kuantum kromodinamik veya QCD. Aslında QCD’nin denklemlerini çözmek hayli zordur ama bazı akıllı insanlar süper bilgisayarların da yardımıyla bunu gayet güzel yapar. Bu sayede hem bu hareketlerin, hem de proton ve nötronların ne kadar enerji (ve m=E/c2 denklemine göre ne kadar kütle) içerdiğini hesaplarlar. Teori ve gözlem çok güzel biçimde birbirine uyumlu çıkar, bu da bizim anlayışımıza olan güvenimizi pekiştirir.

Eğer kilonuzdan ötürü rahatsızsanız belki bu kilonun gerçekte sizin enerjinizi yansıttığını öğrenmekten memnun kalırsınız. Belki de kalmazsınız. Maalesef proton ve nötronların içindeki quark ve gluonlar yavaşlatılamaz, enerjileri azaltılamaz. Kilo vermenin sihirli bir atomaltı formülü yok.

Fazla kilolarınızdan kurtulmanın yegane geçerli formülü gerçekte sizin de bildiğiniz formül: Sizden eksilen proton ve nötronların miktarının her gün aldığınız proton ve nötronlardan daha fazla olması. Spor yapmak enerji harcamayı hızlandırdığı için vücudunuzdan proton ve nötronların eksilmesini arttırır. İyi şanslar!

Atomların sihirli dünyası: ’Aşağıda çok yer var…’

Atomların sihirli dünyası: ’Aşağıda çok yer var…’

Nobel ödüllü Amerikalı fizikçi Richard Feynman bir seferinde ‘Aşağıda çok yer var’ demişti.

‘Aşağı’dan kastettiği atom altı dünyaydı. Yani atomun içi.

İnsanlığın son 100-120 yıla sığdırdığı en büyük ilerlemelerden biri atomun iç dünyasıyla ilgili öğrendiklerimizden oluşuyor. Eskiden maddenin en küçük ve bölünmez parçası olduğuna inandığımız atomun artık elektron, proton ve nötrondan oluştuğunu biliyoruz.

Elektron kendi başına bir parçacık. Çekirdeğin etrafında farklı yörüngelerde durmaksızın dönüyor. Çekirdeğin içinde ise proton ve nötron var ve işte yanda Frank Wilczek’in yazısında da gördünüz, o proton ve nötronlar ‘quark’ ve ‘gluon’ adı verilen parçacıklardan oluşuyor.

‘Gluon’ adının çağrıştırdığı gibi bir çeşit tutkal işlevi görüyor, quark ise minicik de olsa kütlesi de olan bir parçacık.

Hep yapılan hata bu atom çekirdeğinin katı bir çekirdek sanılması. Halbuki Feynman’ın dediği gibi sahiden de en küçükler dünyasında hala çok yer var var. Atomun kendisi katı ve kesintisiz bir şey olmadığı gibi (atom kütlesinin yüzde 90’dan fazlası çekirdekte ve çekirdekle elektronun bir bulut gibi döndüğü yörünge arasında atom ölçeğinde ciddi mesafe var) o çekirdek de katı bir şey değil. Orada da gluon ve quarklar sürekli hareket halinde.

Bu yazıyı yazarken gökyüzüne bakıyorum, havada bulutlar var. Benim baktığım mesafeden bulutlar katı objeler gibi duruyor. Havada asılı katı ve yoğun objeler.

Oysa hepimiz biliyoruz, bulutlar onlara yaklaştığımızda öyle gözükmüyor. Uzaktan katı gibi duran bulutun yakınına gittiğinizde katı olmadığını hem görüyorsunuz hem de mesela uçağınızla içinden geçebiliyorsunuz.

Yine bu yazıyı yazarken karşımda bir duvar var. Duvar katı bir obje. Elimle vurduğumda elim içinden geçmiyor, aksine canım acıyor vurduğum için.

Aslında biliyorum ki, karşımdaki duvarın gökyüzündeki buluttan yegane farkı onu oluşturan atom ve moleküllerin bulutu oluşturanlara göre birbirine çok daha yakın durması. Ama ne kadar yakın?

Veya tersten sorayım: Duvara ne kadar yakından bakarsam onu bir bulut gibi görebilirim?

Atomların ve atom altının sihirli dünyası tam da bu. Eğer şeylere yeterince yakından bakmayı başarabilirseniz bu evrendeki her şeyin ama her şeyin bulut gibi, boşluklu olduğunu görürsünüz.

Buna kendiniz de dahil.