27-10-2024
İsmet Berkan

IQ sandığınız kadar önemli bir rakam değil

IQ sandığınız kadar önemli bir rakam değil

Zeka nedir, akıl nedir? Peki IQ testleri neyi ölçer?

Bu soruları sık sık etrafımızda duyuyoruz. Pek çoğumuz yüksek IQ’nun yüksek bilişsel/akademik beceri; düşük veya sıradan IQ rakamlarının ise tam tersi anlama geldiğini düşünüyoruz. 

Peki acaba bu düşüncemiz doğru mu?

Nörologlar zekayı anlık gelişmelere uyum sağlama hızı ve becerisi, aklı ise daha uzun dönemli beceriler olarak niteliyor. 

Peki o zaman IQ neyi ölçüyor?

Sandığımız gibi zekayı ölçmüyor IQ aslında. Bu test çocukların (10-15 yaş arası) gelecekteki akademik potansiyelini tahmin etmek amacıyla tasarlandı; aslında hala da amacı bu. “Yetişkinler için IQ testi” pek gerçek olmayan bir şey.

Testi ilk tasarlayanlar aslında ırkçı ve ayrımcı bir projenin peşindeydi. Amaç Amerika’da Afrika kökenli çocukların daha düşük bilişsel/akademik potansiyele sahip olduğunu kanıtlamak, onları şartlarını eşitleyebilecekleri daha iyi bir eğitimden mahrum bırakmaktı.

Testi ilk tasarlayanlardan biri Stanford Üniversitesinden Lewis Terman adlı bir akademisyendi. Terman testini uyguladığı binlerce 10-11 yaşlarındaki çocuktan 151 ve üstünde IQ’ya sahip olduğunu saptadığı 1528 çocuğu özel olarak izlemeye başladı. Bunlar kendi nesillerinin en parlak çocuklarıydı.

1925 ile 1959 yılları arasında bu çocukların takibini anlatan beş ciltlik anıtsal bir kitap da yazdı Terman. Bu çocukların bazıları hayatta ve bugün bile takip ediliyorlar.

Merak etmiş olabilirsiniz, bu “dahi çocuklar”a ne oldu? İçlerinden ne gibi başarılılar çıktı. Kısa cevap şu: İçlerinden hiçbiri ama hiçbiri Nobel alamadı, hiçbiri belirgin büyük bir başarı elde edemedi, hiçbiri büyük yaratıcı projeler geliştiremedi.

Ama Terman’ın testinde 150 IQ’ya ulaşamadığı için araştırma kapsamı dışında kalan iki çocuk büyüdüklerinde Nobel aldı.

Terman’ın araştırmasının kapsamında olmayan ama 150’nin altında IQ’ya sahip olduğunu bildiğimiz pek çok kişi var, büyük edebi eserler meydana getirmiş, fizikte, kimyada, biyolojide Nobel ödülü almış, yarattıkları müthiş tasarımlar ve sanat eserleriyle dünyayı büyülemiş ve böylece ölümsüzlüğü elde etmiş. Şu güzel yazıyı okumanızı tavsiye ederim.

Bazı çok yüksek bilişsel kapasiteli çocuklar var. İstatistiki olarak bizim toplumumuzda da böyle çocuklar çıkıyor olmalı, ama bizim onları arayıp bulacak, bulunca da kapasitelerine uygun eğitim verecek kurumlarımız yok.

Aynı şekilde, bu yüksek kapasiteli çocuklardan sayıca çok daha fazla, oldukça düşük bilişsel kapasiteye sahip çocuklarımız var. Yüksek kapasitelilere oranla çok daha kalabalık oldukları için aslında onlarla daha özel olarak ilgilenmeli, onlara özel eğitim vermeli ve bazı bilişsel beceriler kazandırmalıyız. Ama buna ilişkin bir sistemimiz, bir düşüncemiz, bir önlemimiz de yok.

Kendimizi de çok eleştirmeyelim; bütün bu IQ testlerini tasarlayan ve hatta uzun yıllar boyunca 10-15 yaş arası çocuklarına düzenli olarak uygulayan ülkelerin de böyle sistemleri yok.

Buna karşılık hiç IQ ölçmeyen Finlandiya’nın bir sistemi var. Çocuklarını okulun ilk sekiz yılında hiçbir sınav uygulamadan bir elekten geçiriyor; sadece öğrenme güçlüğü olan çocuklarına özel destekleyici programlar yapıyor.

Minicik nüfusuna rağmen inovasyona dayalı ekonomisiyle bu sayede dünyada hatırı sayılır bir yere sahip. Bütün dünya da onları taklide çalışıyor şimdi.

Şu sarı toz dünyamızın kurtuluşu olabilir mi?

Şu sarı toz dünyamızın kurtuluşu olabilir mi?

Yıllardır insanlığın dünyanın sonunu getirmekte olduğunu konuşuyor ve çareler arıyoruz. Tabii ‘Dünyanın sonunun gelmesi’ lafın gelişi, dünyaya bir şey olacağı yok, olan insanlığa olacak. Dünyamız insanların ve başka pek çok canlının yaşayamayacağı bir yer haline gelebilir.

Sebebi atmosfere saldığımız fazladan karbondioksit gazı.

Tekrar anlatmama gerek var mı bilmiyorum, atmosfere saldığımız karbondoksit güneşten gelen fotonların dünyanın parlak yüzeylerinden yansıyıp uzaya geri gitmesini engelliyor. Bu engel yüzünden ‘sera etkisi’ dediğimiz şey oluyor ve atmosferimiz giderek daha sıcak ve daha sıcak bir yer haline geliyor.

Aslında atmosferdeki karbondioksiti alıp bir kenara depolamanın doğal yolları var. Örneğin ekeceğiniz her ağaç ciddi miktarda karbonu alıp saklıyor. Ama biz milyarlarca yıl boyunca doğanın alıp toprağın altına gömdüğü karbon kaynaklarını doğanın yok etme hızından daha hızlı biçimde yakmaya, dolayısıyla o depolanmış karbondioksiti yeniden atmosfere bırakmaya devam ediyoruz.

Peki ne yapacağız? Önümüzde birkaç yol var, onların hepsini birden aynı anda uygulayacağız.

Öncelikle atmosfere daha az karbon salacak enerji üretme yöntemlerine ağırlık vermeliyiz.

Aynı şekilde, tüketirken fosil yakıt kaynaklarından değil ‘yeşil’ kaynaklardan gelen enerjiyi kullanmalıyız.

Doğanın daha çok karbondioksiti atmosferden emmesi için ağaç kesmeyi bırakmalı, hatta yeni yeni ormanlar yaratmalıyız.

Yapabiliyorsak yeni teknolojiler geliştirip atmosferdeki fazla karbondioksiti emmenin ve sonra da depolamanın bir yolunu bulmalıyız.

Bu son söylediğime ‘doğrudan karbon yakalama’ adı veriliyor. Bu teknoloji henüz çok ilkel durumda; dünyada çalışan birkaç karbon yakalama fabrikası var ama bunların maliyeti çok büyük, verimi ise çok düşük.

Bütün çaba maliyeti düşürüp verimi arttırmak için.

İşte tam bu noktada bir hayli ümit verici bir buluş yapıldı. California Üniversitesi’nin Berkeley’deki kampüsünden kimyacı Omar Yaghi’nin 20 yıl üstünde çalıştığı, yukarıda da fotoğrafını yayınladığım şu sarı toz karbon yakalama teknolojilerimize çağ atlatabilir.

Kolayca üretilen, ucuza mal olan bu toz atmosferdeki karbondioksiti inanılmaz bir hızla emiyor. Sonrasında yapmanız gereken tek şey o karbonu alıp bir daha atmosfere çıkmayacak şekilde depolamak.

Kim bilir, belki de dünyamızın kurtuluşu şu sarı tozdadır.