09-03-2025
İsmet Berkan

‘Helal olsun’ dedirten gelişme: Bayraktar kardeşler bir taşla kaç kuşu birden nasıl vurdu?

‘Helal olsun’ dedirten gelişme: Bayraktar kardeşler bir taşla kaç kuşu birden nasıl vurdu?

Türkiye’de ‘Baykar’ denince artık hatırlatma yapmak bile gerekmiyor. Özdemir Bayraktar tarafından kurulan, bugün onun iki oğlu Selçuk ve Haluk Bayraktar tarafından yönetilen bu şirket milyarlarca dolarlık cirosuyla Türkiye’nin özel sektöre ait en büyük savunma sanayii şirketi.

Şirketin temel ürünleri insansız hava araçları. TB2 ve TB3, hemen hemen aynı araç ama TB3’ün kanatları katlanabiliyor. Bunlara ek bir de daha yüksek irtifadan uçan, daha çok yük taşıyabilen, kanat açıklığı daha büyük Akıncı var.

Bu üç araç da turbo prop motorla uçuyorlar, yani pervaneliler.

Baykar’ın bir dördüncü aracı var, halen eldeki prototipin geliştirme aşamaları hızla tamamlanmakta olan Kızılelma. Bu, jet motoruyla uçan, uygun bir motor bulunabilirse sesten hızlı uçup üstelik o yüksek hızlarda manevra yapacak olan ve bu sebeple de İHA değil de savaş uçağı muamelesi görmesi gereken bir araç.

Baykar, özellikle TB2 ve TB3, hatta kısmen Akıncı da söz konusu olduğunda bu türden araçları üreten ne Türkiye’de tek şirket ne de dünyada. Kaldı ki ilk şirket bile değil; ondan önce benzer araç üretimine geçmiş pek çok şirket ve ülke var.

Ama yine de TB2 ve TB3 dünya çapında üne sahip. Bunun birbirine bağlı iki tane sebebi var: Birincisi, kendi türü içinde aktif savaş sahasında kullanılan az sayıda araçtan biri TB2.

Rusları utandıran silah

Onu meşhur yapan şey, Suriye’deki savaş sırasında bir TB2 kamerasından çekilen, Rusların meşhur hava savunma sistemi Pantsir’i imha etme görüntüsü.

Kendisi TB2 dahil hava araçlarını imha etmekle görevli olan bir hava savunma sisteminin kafasına o füzeyi atabilmek olağanüstü bir başarı, bunun videosu ise Rus savunma sanayii için büyük bir utanç.

TB2 sadece Suriye’deki savaş sahasında kullanılmadı. Libya’da, Azerbaycan-Ermenistan savaşında ve tabii Rusya-Ukrayna savaşında kullanıldı. Ukrayna’daki savaşın seyrini değiştiren silah oldu TB2; zaten o yüzden hakkında şarkılar yazıldı.

Hatırlayın, savaşın ilk günlerinde Rus tankları Kiev’e girmek üzereydi. Onları durduran silahlardan biri TB2 oldu. Kiev işgal edilse belki bugün Ukrayna’da en fazla bir direnişten söz edecektik, savaştan değil.

Bu savaşta bir başka çok önemli rol oynadı TB2’ler; Rus donanmasının Karadeniz’deki amiral gemisinin batırılmasında TB2’ler yine başroldeydi.

TB2’lerin ayırt edici üç özelliği

Peki bunca savaşta denenen TB2’lerin farkı ne? Bu farkların hemen hemen tamamı askeri ve ticari sır kapsamında; hala açıklanmış değil. 

Bazı tahminler var farklarla ilgili; bu tahminlerden birincisi, TB2’lerin seyrüsefer sistemleriyle ilgili. Bu uçan araçların GPS uydularına ihtiyaç duymadan da seyrüsefer yapabildikleri düşünülüyor.

İkinci bir tahmin, bu araçların yönetim sistemlerinin “öğrenen” sistemler olmasıyla ilgili. Bazı yapay zeka algoritmaları sayesinde TB2’ler her uçuşunda yeni şeyler öğreniyor ve öğrendiklerini de bilgi dağarcığında biriktiriyor. Bu sistemler elbette otonom değiller, illa bir pilot tarafından yönetiliyorlar ama o pilota destek veren, geçmiş tecrübeleri hatırlatan bir yönetim sisteminden söz ediliyor.

Üçüncü tahmin, tamamen savaş taktikleriyle ilgili. Suriye’de Rus Pantsir sisteminin vurulması, akıllıca geliştirilmiş bir savaş taktiği sayesinde ve elbette teknolojinin de katkısıyla mümkün oldu. Ermenistan’ın Pantsir’leri de aynı şekilde imha edildi; ellerindeki radara rağmen kendilerini neyin vurduğunu görmediler, TB2’nin varlığının farkına bile varmadılar. Ama esas taktik, Rus amiral gemisinin batırılmasında kullanıldı. Bu gemi, Karadeniz’deki Rus donanmasına ve hatta kısmen Kırım yarımadası vs bazı karadaki bölgelere de hava savunması sağlıyordu, üzerinde S-300 ve S-400 bataryaları taşıyordu. İşi hava savunması sağlamak olan amiral gemisi, Ukraynalıların geliştirdiği ustaca aldatma taktikleriyle aldatıldı ve karadan gönderilen bir füzeyle de vurulup batırıldı. İşin aldatma kısmında TB2’ler büyük rol oynadı.

İtalya’da karşısına çıkan büyük fırsat

Aktif savaş alanlarındaki bu başarısı TB2’nin büyük ilgi görmesine ve onu üreten şirket olan Baykar’ın milyar dolarlık cirolara ulaşıp ihracat şampiyonu olmasına yardım etti.

Baykar’ın başındaki iki isim, Selçuk ve Haluk Bayraktar bu paraları ceplerine atabilirdi, bunu yapmadılar. Onun yerine şirketlerini güçlendirmeyi, yeni ArGe yatırımlarına girişmeyi seçtiler.

Kritik bir kütle büyüklüğüne erişmiş olan Baykar, Avrupa Birliği savunma sanayi pazarına girmek istiyordu. O zaman büyümesini ve yüksek teknolojiye yatırımlarını daha da verimli biçimde sürdürebilirdi.

İtalya’da iktidara gelen sağcı hükümet bu konuda bir fırsat yarattı. İtalyan hükümeti, kendi yerli sanayisini ayakta tutmak, fabrikaların kapanmasını engellemek ve İtalya’da üretimi daha da büyütmek için özel bir bakanlı bile kurmuştu: Made in Italy Bakanlığı.

Bu bakanlık, zor durumda olan şirketlerle yakından ilgiliydi. O şirketlerden biri, adıyla İtalya’yı ve İtalyan tasarımcılığını temsil eden ünlü Piaggio’nun havacılık bölümüydü. Baykar bu şirketi satın aldığında bu köşede bu satınalmanın ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışmıştım zaten.

Piaggio’yı biz Vespa motosikletleriyle tanıyoruz ama bu şirket aslında uçak üreten bir şirketti. (Şirketin sahibi olan aile 2. Dünya Savaşı sonrası ayakta kalmaya devam edebilmek için motosiklet üretimine başlamıştı.)

Biz neden jet motorunda bu kadar geç kaldık?

Burada bir parantez açmam lazım. Jet motoru teknolojisi aslında tam da 2. Dünya Savaşı’nın bitmesine çok yakın aylarda eş zamanlı olarak Nazi Almanyası ve İngiltere’de icat edilmiş bir teknoloji. Hatta Nazi Almanyası daha önce yaptı bu icadı ve uçan bir prototip de ürettiler. İcadı bir yıl önce yapmış olsalar belki de 2. Dünya Savaşı’nın kaderi değişecekti aslında.

Her neyse, 40’lı yıllarda geliştirilen bu teknolojinin sır kalmış pek bir yanı yok ama Türkiye maalesef bu teknolojiyi kendisi üretmeye hiç kalkışmadı. O yüzden bu eski teknoloji konusunda ne birikmiş bilgimiz var ne de onu yapacak sayıda yeterli mühendisimiz. Türkiye şimdilerde kendi jet motorlarını yapmaya başladı ama daha çok erken aşamalardayız hala.

Oysa Baykar’ın jet motorlu insansız hava aracı Kızılelma’nın motora ihtiyacı var. Başlangıçta bu ihtiyacın Ukrayna’dan giderilmesi kararlaştırıldı ama Rusya o motoru yapacak fabrikayı öyle bir imha etti ki, o fabrikanın yeniden ayağa kalkması kolay olmayacak.

Kızılelma gerçek bir ‘oyun değiştirici’

İşte Piaggio burada önemli. Çünkü bu şirketin jet motoru konusunda birikmiş bilgisi ve mühendisleri var. O sayede daha önce büyük ölçüde durmuş ve beklemeye alınmış olan Kızılelma geliştirme çalışmaları son aylarda yeniden hareketlendi; çünkü bu araca motor bulunmuştu.

Kızılelma, TB2 ve TB3’ten, hatta Akıncı’dan da büyük bir “oyun değiştirici.”

Neden oyun değiştirici? Aslında basit bir sebeple: Ucuz olacağı için.

Örneğin Türkiye’nin satın almasına izin verilmeyen F-35 uçaklarının B serisinin satış fiyatının 130 milyon dolar olması bekleniyor. Türkiye’nin şimdi almaya çalıştığı Eurofighter savaş uçakları da üzerindeki aksesuara da bağlı olarak 135 milyon Euroya yakın fiyatlardan satılıyor. Amerika’dan 40 adet F-16 Blok 70 uçak alınması söz konusu, burada da uçak başına 63 milyon dolar ödeneceği söyleniyor.

Peki bir Kızılelma kaç para? Hen üzerinde bir fiyat etiketi yok ama 1 F-16 yerine en azından 5 tane Kızılelma alınabileceği tahmin ediliyor. Veya bir Eurofighter yerine 12-13 tane Kızılelma alınabilir.

Burada önemli olan 5. nesil adı verilen (en azından 4,5. nesil) savaş uçaklarına sahip olmak. F-35 örneğin 5. nesil bir uçak. Bu uçakların özelliği gelişmiş bilgisayarları. İşte en son İsrail’in İran’ı vurmasında gördük, F-35’ler tarafından yönetilen İHA tipi savaş uçakları gidip İran’ı vurdu. İsrail 100 tane savaş uçağı ve sayısını bilmediğimiz kadar jet motorlu İHA kaldırdı, tek bir uçak kaybetmeden İran’a kadar gidip geri döndü, bu arada İran’daki bütün hedeflerini de imha edip bu ülkeyi hava savunmasından yoksun hale getirdi.

Kızılelma’nın müthiş çarpan etkisi potansiyeli

Türkiye, kendi beşinci nesil savaş uçağı olan Kaan’ı geliştirmeye devam ediyor ama örneğin İtalya’nın veya diğer Avrupa ülkelerinin elinde zaten 5. nesil uçakları var ve Kızılelma’lar işte bu uçaklarla birlikte uçarak savaş sahasında çok ciddi bir çarpan etkisi yaratabilirler.

Baykar-Piaggio ortaklığında bu ihtimali ben buradan görüyorum da İtalya’nın savunma devi şirketi Leonardo görmüyor mu? Elbette görüyor.

Leonardo, İtalya’nın en büyük savunma sanayi şirketi, Avrupa’nınsa üçüncü büyüğü.

Aynen bizim dev şirketimiz Aselsan gibi savunma sanayiinin hemen hemen her alanında aktif bir şirket Leonardo. Tank da yapıyor, zırhlı personel taşıyıcı da, radar da, telsiz de, başka elektronik cihazlar da… Leonardo, Eurofighter projesinde de önemli bir program ortağı.

Dolayısıyla bu hafta Baykar ile Leonardo’nun işbirliği için niyet anlaşması imzalamış olması son derece önemli. Tabii henüz bu işbirliğinin boyutunu da, olası mali büyüklüğünü de bilmiyoruz, çünkü şimdilik konu sadece niyet beyanından ibaret ama benim kendi adıma bu anlaşmanın ilerleyeceğine dair hiç kuşkum yok. Çünkü bu anlaşma Bayraktar kardeşlerin vizyonuna da, Leonardo’nun ilan ettiği vizyona da uyuyor.

O vizyonun göbeğinde Baykar’ın geliştirdiği Kızılelma var.

Düşük maliyetiyle büyük avantaj

Tabii unutmayın Kızılelma sadece hava uçan bir savaş makinesinden ibaret değil. Esas önemlisi, ona çok sayıda Kızılelma’nın bir arada uçabilmesi ve birlikte davranabilmesi kabiliyetini kazandıran uçuş yapay zekası ve o yapay zekayı bir grup Kızılelma’ya bir arada hükmedecek olan beşinci nesil savaş uçağının bilgisayarıyla uyum içinde çalışma becerisi.

Yeni nesil savaş taktiklerinde buna “swarm” (sürü) saldırısı adı veriliyor. Aynı anda onlarca, hatta belki yüzlerce yüksek manevra kabiliyeti de olan uçan cihaz bir ülkeye doğru yöneldiğinde o ülkenin hava savunma sistemi felç olabiliyor veya yetersiz kalabiliyor. Burada büyük bir kalabalık olarak hareket etmek önemli.

Kızılelma, savaş uçağına göre 10’da bire varan düşük maliyetiyle gerçekten çok büyük avantaj yaratacak bir silah. Leonardo ile yapılacak işbirliği Baykar’a Kızılelma’yı 5. nesil uçaklarla bir arada uçurma konusunda büyük bir tecrübe sağlayacak.

Şimdi tam da Avrupa savunmasının yeniden şekillendiği, sadece AB’nin 4 yılda 800 milyar Euro para harcamaya karar verdiği, Almanya’nın 10 yılda 1 trilyon Euro harcamaktan söz ettiği bir dönemdeyiz. Bu dönemin ortasında Avrupa Birliği’ne girip artık bir AB şirketi olan, üstelik de Leonardo gibi bir devle de ortaklığa girişmekte olan Baykar çok büyük bir avantaj elde etmiş durumda.

Daha üç gün önce Cumhurbaşkanı Tayyip erdoğan AB ülkelerine “Ülkelerinizi Türk savunma sanayiine açın” diye seslendi; Baykar o kapıdan içeri çoktan girdi.

Özel sektöre ait küresel bir yüksek teknolojili savunma sanayi şirketimiz oluyor. O yüzden Bayraktar kardeşlere “Helal olsun” demek geliyor içimden. Hak edilmiş bir başarı bu.

Çin’in toryum tuzlu reaktörü önemli bir aşamaya mı geçti?

Çin’in toryum tuzlu reaktörü önemli bir aşamaya mı geçti?

1934 yılında iki Fransız fizikçi, Frederic Joliot ve onun eşi, meşhur Marie ve Pierre Curie’nin kızı Irene, zincirleme nükleer reaksiyonu duysanız şaşıracağınız bir atom üzerinde buldular: Alüminyum.

Onların buluşunun ne kadar önemli olduğu daha anında anlaşıldı, o sayede karı koca 1935’te Nobel aldılar.

O gün bugündür de fizikçiler 1 atom numaralı Hidrojenden başlayarak tek tek bütün atomları denediler, o atomların her birini zincirleme reaksiyona sokmaya çalıştılar.

Nedir zincirleme reaksiyon? Çok basitçe, başta bir nötron bombardımanına tutulan atom kümesinde çekirdek bölünmesinin başlaması, sonrasında bu bölünmenin artık dıştan nötron bombardımanına ihtiyaç duymadan devam etmesi.

Joliot-Curie’nin buluşları insanlığa atom bombasını ve nükleer enerji santrallarını verdi.

İlk nükleer enerji santralını, yani reaktörü yapan büyük İtalyan fizikçisi Enrico Fermi’ydi; Fermi bu buluşunu yapmazdan önce sahiden tek tek her atomu deneyip zincirleme reaksiyon başlatmaya çalıştı ve bu anlamda her atomun “zincirleme reaksiyon verimliliği”ni ölçmek istedi.

Örneğin Joliot-Curie’nin deneme yaptığı alüminyumda zincirleme reaksiyon birkaç dakika sürüyor, dolayısıyla dışarıya çıkan enerji (radyasyon) kısa ömürlü oluyordu.

Nükleer reaktörler ve nükleer bombalar için Uranyum-235 izotopunun kullanılması boşuna değil. Bu verimlilik düşünülerek yapılmış bir tercih bu. Ama U-235 öyle kolay bulunur bir şey değil; doğadaki bütün uranyumun sadece yüzde 0,7’si U-235. ‘Uranyum zenginleştirme’ denen şey şey işte o yüzde 0,7’lik kısmı mümkün olduğunca saflaştırmak için yapılan bir çeşit rafinasyon işlemi.

Fizikçiler, dünyada uranyumla kıyaslanmayacak kadar çok daha fazla bulunan bir materyali, toryumu nükleer reaktörde kullanmayı 1950’lerden beri biliyorlar. Toryum, nükleer zincirleme reaksiyona girdiğinde ortaya Uranyum-232 ve 233 çıkıyor, zaten nükleer santrallar da bu iki uranyum izotopuyla çalışıyor.

Dediğim gibi toryumu ana madde olarak kullanan bir çeşit tuzla nükleer santral işletme fikri hayli eski, bu konuda yapılmış pek çok çalışma da mevcut. Erimiş tuz reaktörleri (Molten Salt Reactor-MSR) adı verilen bu teknolojinin büyük avantajı, toryumun hem çok daha az nükleer atık üretmesi hem de bu atıkların nükleer silah yapımında kullanılamaması.

Toryumun bir başka büyük avantajı dünyada epey bol bulunması. Türkiye bile dünya çapında önemli toryum rezervine sahip örneğin.

Ancak dünya üzerinde hala lisanslanmış, verimli çalıştığı gösterilmiş bir toryum reaktörü de yok. Bu konuyu en çok deneyen ülkelerin başında Çin geliyor ve geçen hafta bu ülkeden gelen bir haberde toryumlu santralların 2030’da devreye gireceği söyleniyordu.

Eğer öyleyse Türkiye’nin de nefesini tutup beklemesinde fayda var.