14-09-2025
İsmet Berkan

Gerçek nedir? Gerçek sizi özgür kılar!

Gerçek nedir? Gerçek sizi özgür kılar!

Kudüs’teki Yahudi din adamları ve Kudüs’ün Yahudi kralı Hazreti İsa’yı tehdit olarak görmektedir.

Gider, Kudüs’ün Romalı komutanı Pontus Pilate’ye İsa’yı şikayet ederler.

Kentte siyasi durumun gerildiğini fark eden Pilate, aslında konuyla hiç ilgilenmediği ve ortaya çıkan bu yeni peygamberi hiç ciddiye almadığı halde onu tutuklamak zorunda kalır.

İsa ile Pontus Pilate arasında geçtiği rivayet edilen soru cevap çok meşhurdur.

İsa gerçek dinden söz edince Pilate ona sorar: “Gerçek nedir?”

İsa’nın cevabı şudur: “Gerçek sizi özgür kılar.”

***

Sahiden, “gerçek” nedir? Ve onu bilmek bizi özgür kılar mı?

İkinci sorudan, yani Hazreti İsa’nın sözünden başlayayım: Evet, gerçeği bilmek bizi sahiden de özgür kılar.

Ama başa dönelim: Gerçeği bilebilir miyiz?

İki bin yıl önce Pontus Pilate tarafından sorulan soru da, Hazreti İsa’nın ona verdiği cevap da bugün hala güncel olan bir konu.

Ve meselenin kökünde “Gerçeği bilebilir miyiz?” sorusu yatıyor.

Güncel bir örnek aklıma geliyor: Aylarca Diyarbakır’da öldürülen küçük kız çocuğu Narin’in konuştuk. Mahkemede yargılaması yapıldı. Annesi, amcası ve ağabeyi Narin’i öldürmekten ceza aldı.

Gerçek bu mu? Kaçımız, mahkeme kararından sonra ikna olduk Narin’i gerçekten annesi, amcası ve ağabeyinin bir olup öldürdüğüne?

En azından ben ikna olmuş değilim.

Ama zaten ‘gerçek’ dediğimiz şey ikna olmayı gerektirmez. Gerçek her seferinde apaçık bir şey olarak karşımıza çıkar, bir tokat gibi yüzümüze çarpar. En azından öyle olmasını bekleriz.

***

Filozoflar binlerce yıldır “Gerçek nedir ve gerçeği bilebilir miyiz” sorularını tartışıyor.

Büyük Yunan filozof Platon’un meşhur mağara örneği var. Sırtı mağaranın kapısına dönük insanlar dışarıdan gelen ışığın karşılarındaki duvarda yarattığı gölge oyunlarına bakar. Dünya hakkındaki bütün bilgileri bu yansımalardan ibarettir.

Sahiden öyle miyiz? Dünyayla ilgili bilgi ve gözlemlerimiz böyle dolaylı şeylerden, önümüzdeki duvardaki yansımalardan mı ibaret? Eğer öyleyse (ki kabul edelim pek çok konuda öyle) ‘gerçek’i nasıl bilebiliriz?

Platon’dan neredeyse iki bin yıl sonra ‘gerçek’i bilip bilemeyeceğimizi bulmaya çalışan bir başka filozof, Rene Descartes bu bilme işine önce kendisinden başladı. Peki acaba kendi varlığından emin miydi? Bizim kendi varlığımızın mağaranın duvarında bir gölge oyunu olmadığını nasıl bilebilirdik? Bir soğanı kademe kademe soyar gibi en derine kadar gitti Descartes ve “Var olduğundan emin olabileceğim tek şey düşüncelerim” dedi, “Kendi varlığımdan şüphe ediyorum, öyleyse varım. Düşünüyorum, o halde varım” dedi.

Bu meşhur cümle modern Batı felsefesinin kurucu cümlesidir. ‘Gerçek’i kendi aklımızdan yola çıkarak bilebilirdik ancak.

Descartes 1650 yılında öldü. Onun ölümünden yedi yıl önce, 1643’te doğan bir başka dev isim, Sir Isaac Newton izleyen yüzyıllar boyunca insanlığa “gerçek”i verdi.

Kütle çekim yasalarını tartışmasız bir matematikle önümüze koyan Newton, insanlığa herhangi bir olayı yaratan nedenleri bilebiliyorsak o olayın sonuçlarını da önceden bilebileceğimizi gösterdi.

İnsanlık bilimsel düşünce devrimi çağına girmişti, bilim bize “gerçek”i göstermenin yegane yoluydu.

20. yüzyılın başına kadar, yani neredeyse 250 yıl bu yüksek özgüvenle yaşadı insanlık. ‘Gerçek’ neden-sonuç ilişkilerinin arkasında yatıyordu. Yeterince çalışırsak bütün büyük ‘gerçek’i öğrenebilirdik. Dinlerin, inançların, kör dogmaların yerini bilim alacaktı. İnsanlık özgür olacaktı.

Öyle mi olacaktı sahiden? Hayır, çok acele edilmiş, henüz elde olmayan bilgilerle çok büyük sonuçlara sıçranmıştı.

***

20. yüzyılın ilk çeyreği bir başka büyük bilimsel devrime tanıklık etti. Bu devrim atomun içindeki güçlerin keşfedilmesi devrimiydi.

Ve gördük ki, atomun içinde yer alan ve atomun meydana gelmesini sağlayan güçler arasındaki ilişkileri öyle Newton usulü basit neden-sonuç ilişkileriyle her zaman açıklayamıyoruz. Bazen sonuçların nedenlerden önce meydana geldiğine tanıklık ediyoruz, çoğunlukla da nedenleri Newton mekaniğinin bize öğrettiği yollarla öğrenemiyoruz, dolayısıyla sonuçları da tam olarak kestiremiyoruz.

Newton’un kurduğu determinizm duvarında minicik bir çatlak vardı. O çatlak, büyük Alman fizikçi Max Planck’ın “Doğadaki en küçük birim” (‘Quanta’) adını verdiği Planck sabiti kadar minicikti belki ama çatlaktı işte. O çatlaktan içeri “indeterminizm” (belirlenemezcilik) sızıyordu işte. (Bilmiyordum, Karar yazarı, bilim felsefecisi İskender Öksüz’den öğrendim, bazen Sean Carroll’a, bazen Steven Weinberg’e atfedilen, “Determinizmin duvarında Planck sabiti kadar bir çatlak var” diye bir söz varmış.)

O duvardaki o minicik çatlak bize ‘gerçek’i her zaman bilemeyebileceğimizi, dolayısıyla Hazreti İsa’nın deyişiyle “özgür” de olamayacağımızı söylüyor.

***

Şimdi gelin en başa dönelim. Hazreti İsa, meşhur diyalogda Pontus Pilate’ye “gerçek”ten söz ederken, tek bir gerçek tanrı olduğunu anlatmak istiyordu. Kendisi çok tanrılı ve dolayısıyla çoklu dine inanan Pilate ise ona “Gerçek nedir” diye sormuştu biraz da küçümseyerek.

Peki ya sahiden gerçek bir tane değilse, aynı konuda birden fazla gerçekten söz etmek mümkünse? Kuantum mekaniği bize gerçeğin birden fazla olabileceğini düşündürüyor çünkü.

Hangi durumda daha özgürüz? Tek bir objektif gerçek varsa ve biz onu bulursak mı? Gerçeğin birden fazla, hatta kişiye göre (subjektif) olduğunu kabul edersek mi?

Bugün bu ikinci dünyada, gerçeğin subjektif olduğunun kabul gördüğü bir dünyada yaşıyoruz.

Ve bu bizi özgür kılmadı, tam tersine çok mutsuz ediyor.

Gelin haftaya biraz daha devam edelim bu derin konuya.

AMOC durur mu? Artık eskisi kadar düşük bir ihtimal değil

AMOC durur mu? Artık eskisi kadar düşük bir ihtimal değil

Başlığı görüp “Bu AMOC da ne” diye sordunuz doğal olarak, önce ona cevap vereyim. AMOC, “Atlantic meridional overturning circulation”ın kısaltması. Bu da, Atlantik Okyanusundaki en temel deniz akıntıları demek.

Ekvator bölgesinde ısınan okyanus suyu kuzeye doğru hareket ediyor, okyanus yüzeyindeki bu sıcak su akıntısı kuzey kutup bölgesinde buzullar sayesinde hem tuzu seyreliyor hem de soğuyor ve bir dip akıntı olarak güneye, Ekvator bölgesine geri gidiyor.

Bu temel akıntının adı işte AMOC. Ve iklim bilimciler uzun süreden beri AMOC’un yavaşlamasını takip ediyor.

Korkulan şey, küresel ısınma yüzünden okyanusta bir ısı dengesi oluşması ve bu denge yüzünden AMOC’un tamamen durması.

AMOC’un varlığı sadece Atlantik okyanusu ve etrafındaki ülkeler için değil, bütün dünya için alıştığımız iklim üzerinde son derece önemli. Ve eğer AMOC duracak olursa dünyanın her yerinde iklim düzeni bundan etkilenecek; bin yıllardır alıştığımız iklimin yerini çok daha sıcak başka bir iklim alacak. Zaten iklim krizi dediğimiz şey bu.

Yakın zamana kadar bu felaket senaryosuna, yani AMOC’un tamamen durmasına çok düşük bir olasılık olarak bakılıyordu. Ama yeni yapılan bir dizi araştırma artık o kadar iyimser değil; AMOC’un duraklaması riski giderek artıyor (Bu akıntının dünyamızın uzak geçmişinde tamamen durduğuna dair kanıtlar da bulundu).

Ne yapabiliriz bu riskten kurtulmak için? Reçete klasik: Atmosfere karbon salmayı durdurmamız, yani fosil yakıtları tamamen terk etmemiz gerek.