Toplumu düne kadar hayal bile edilemez olana ikna etme sanatı
Bugün seçim var; demokrasinin bayram günü.
Zaten bugün bu köşenin konusu bilim ve teknoloji; gelin siyasetin bilime değen bir tarafını konuşalım.
Türkiye’de, benim adına ‘Yeni normal’ dediğim bir durum var. Düne kadar kabul edilemez, hatta yapılması hayal dahi edilemez bir sürü şey bugün ‘Yeni normal’imiz.
Bugün seçmeni etkileyecek tarzda siyasi içerikli bir şey yazmak hem kanunen yasak hem de ahlaken yapılmaması gereken bir şey. O yüzden örneğimi dikkatle seçmeye çalışıyorum.
Mesela dün Türkiye’nin Radyo Televizyon Üst Kurulu Başkanı, sanki televizyon reytinglerini ölçmek onun işiymiş gibi davrandı, cuma akşamı Tayyip Erdoğan’ın tam 29 kanalda birden yaptığı mülakatın reytinginin düşük olduğunu söyleyen bazı haberlere ‘Yalan bunlar’ dedi, ‘Cumhurbaşkanımızın reytingi çok yüksekti.’
Normalde RTÜK Başkanı’nın birbiriyle rekabet etmesi gereken 29 kanalın nasıl olup da aynı mülakatı yayınladığını sorgulaması gerekirdi; öyle ya RTÜK’ün varlık sebeplerinden biri TV yayınlarının siyaseten tarafsızlığını ve TV’lerin tekelci hale gelmemesini temin etmekti. RTÜK Başkanı’nın görevini yapmak bir yana üstüne vazife olmayan bir konuyla ilgilenmesinin ‘normal’ karşılanması işte bizim ‘Yeni normal’lerimizden biri.
Depremde 50 binden fazla yurttaşımız öldü. Milletvekili adayı olmak isteyen birkaç üst düzey devlet memurundan başka kimse istifa etmedi. Depremin ardından para karşılığı çadır sattığı ortaya çıkan Kızılay’ın yöneticisi daha yeni, o da zorla görevinden istifa ettirildi.
1999 depreminde daha depremin üçüncü günü medya hesap sormaya başlamıştı; bugün tek bir kişinin sorumluluk üstlenmemesi, medyanın da depremin hesabını sormak yerine ‘Ama gelen çadırlar da çok güzelmiş, içinde yaşanır’ diye yayın yapması ‘yeni normal’imiz işte.
Peki düne kadar kabul edilemez bulduğumuz, bırakın kabul etmeyi yapılmasını hayal dahi edemediğimiz şeyler nasıl oldu da ‘normal’ oldu?
Örneğin bundan 10 yıl önce Türkiye Kürt sorununa çözüm arıyordu, bu uğurda PKK terör örgütünün müebbete mahkum lideri Abdullah Öcalan ile yarı resmi nitelikte görüşmeler yürütülüyordu. Bugün ise Kürt meselesi bir kez daha tabu bir konu. Ne oldu da böyle oldu?
Bazı konuların böyle bir zamanlar kabul edilemez görülürken zaman içinde nasıl olup da kapsamlı bir toplumsal tartışmanın ‘normal’ bir ögesine dönüşebildiği veya tam tersine bir zamanlar ‘normal’ kabul edilen şeylerin bugün nasıl üzerinde konuşulamaz tabu konular haline geldiğini bir Amerikalı siyaset araştırmacısı olan Joseph Overton merak etmiş?
Joseph Overton bir uçak kazasında öldüğü 2003 yılına kadar Mackintac Center for Public Policy adlı düşünce kuruluşunun başkan yardımcısıydı.
Pek çok kişi değişimin motorunun politikacılar, bazı ileri görüşlü devlet adamları olduğu düşünür. Hayır, Overton’a göre değişimin motoru politikacılar değildi, onlar deyim yerindeyse zurnanın son deliğiydi bir demokratik toplumda. Buradaki ‘demokratik toplum’ vurgusu önemli.
Overton’a göre politikacılar, sadece ve sadece toplum tarafından o sırada kabul görebilir mahiyette olan fikirlerle siyaset yaparlardı. Mesele, herhangi bir fikrin veya konunun o ‘kabul edilebilir mahiyette’ olmasını temin etmekti. O zaman politikacılar devreye girebilir, yasaysa yasa başka şeyse başka şeyleri yapabilirdi.
Overton’un 1990’da bu konuda yazdığı ilk makaleden itibaren yaptığı, bugün bakınca son derece basit bir gözlem. Kamusal alanda herhangi bir tartışmanın diyelim yasama alanında, diyelim başka bir politika alanında bir sonuç yaratabilmesi için en önce o konuda bir kamusal tartışma olması gerekiyor.
Ama bazı öyle konular var ki, örneğin homoseksüelliğin normal kabul edilmesi, bundan 50 yıl önce bu konuyu kamusal alanda konuşmak bile imkansızdı. Bugün ise Batıdaki çoğu toplumda homoseksüellik hayatın sıradan bir konusuna dönüşmüş durumda.
Dünyanın bütün toplumlarında kendilerini gururla ‘ilerici’ diye tanımlayan ve tarihin okunun hep ileriyi gösterdiğini öne süren gruplar var örneğin. Kendilerini ‘gerici’ diye tanımlamasalar da bu ‘ilerici’ gruplara tepki gösteren muhafazakar gruplar da var. Ve her iki taraf da, kendilerince toplum açısından ‘iyi, güzel ve doğru’ olduğunu düşündükleri konuları kamusal alanda tartışmak ve o konunun kendi görüşleri doğrultusunda kabul edilmesini sağlamak istiyor.
Joseph Overton, herhangi bir tarafı tutmadan, siyasetteki yatay sağ-sol eksenlerine de takılmamak için oturmuş dikey bir eksen geliştirmiş, en tepeye devletin hiçbir müdahalesinin olmadığı, en alta ise o konunun tamamen devlet tarafından kontrol edildiği hali yazmış, aralara ise bu iki uç durum arasındaki çeşitli aşamaları sıralamış.
Overton’a göre, yukarıdaki açıklama videosundan da göreceğiniz gibi, o konudaki kamusal tartışma genellikle o ara aşamalardaki dört beş madde çerçevesinde hareket ediyor. O yüzden Overton’un ölümünden sonra onun söylediği bu çerçeveye ‘Overton Penceresi’ adı verilmiş.
Overton’a göre bu ‘pencere’ öyle sabit bir pencere değil, bazen yukarı doğru, bazen de aşağı doğru hareket edebiliyor. Bu hareketi sağlamak ise kapsamlı bir kampanya gerektiriyor.